Dijital çağda kültürel kimliğin deformasyonu

Dijitalleşme, ortaya koyduğu yeni düzenle kültürel kimliğin yeni nesillere aktarımında sorunlar yaşanmasına ve kültürel deformasyona neden olabiliyor. Söz konusu problemlerin önceden hassasiyetle tespiti ve proaktif bir şekilde zamana ve yeni nesle uygun çözümlerinin geliştirebilmesi ise görüldüğü üzere oldukça önem arz ediyor.

GÜNÜMÜZDE dijitalleşme, hemen hemen her yerde karşımıza çıkan bir olgu. Dijital ekonomi, dijital pazarlama, dijital tüketici, dijital göç, dijital sanat, dijital kültür gibi birçok kavramın başında “dijital” ifadesini görmek mümkün. Son yıllarda artık birçok iş modelinde ve günlük yaşam pratiklerinde gelenekselden dijitale karşı konulmaz bir göç yaşanıyor. Dijital çağ olarak adlandırılan içerisinde yaşadığımız bu zaman diliminde, bir yandan dünya tüm hızıyla dijitalleşmenin getirdiği değişim sürecine ayak uydurmaya çalışırken, diğer yandan bireyler, aile yaşamı ve dolayısıyla toplumlar da farklı bir dönüşüm içerisinde her geçen gün yeniden şekilleniyor.

Tarihsel süreç içinde baktığımızda, Sanayi Devrimi’yle başlayan teknolojik gelişmelerin insanoğlu açısından birçok köklü değişikliğin önünü açmaya bugün de devam ettiği görülüyor. “Endüstri 1.0” olarak ifade edilen dönemde 18 ve 19’uncu yüzyıllarda başlayan üretim teknolojilerindeki ilerleme, 20^nci yüzyılda “Endüstri 2.0” döneminde buhar enerjisinin yanına elektrik ve petrolün katılımıyla perçinlenerek 1970’li yıllar itibariyle “Endüstri 3.0” döneminde seri üretimde hızlı otomasyonla verimlilik artışına ve son olarak günümüzün “Endüstri 4.0” olarak ifade edilen döneminde bilgi teknolojileri boyutuna ulaşmış durumda. Zaman ve mekân kavramının ortadan kalktığı, yapay zekâ, bulut bilişim ve robot teknolojilerin öne çıktığı bu dönemde, fiziksel dünyadan giderek sanal ortamlara taşınan yeni hayat düzeninin hem ekonomik, hem sosyal ve kültürel boyutta bir geçiş sürecini kaçınılmaz kıldığını söylemek mümkün.

Ekonomik açıdan bakıldığında, artık birçok işin devamlılığı adına dijital bir dönüşümün önemi ve gerekliliği yadsınamaz bir gerçek. Özellikle 2019 yılı sonunda başlayan salgınla birlikte yaşanan gelişmeler her alanda teknoloji kullanımını öne çıkartmış durumda ve bu dönemde dijital dönüşüm sürecinin bir ivme kazandığı da aşikâr. Daha öncesinde geleneksel yöntemlerin kullanıldığı eğitim, sağlık, spor ve kültür gibi birçok kamusal ve özel hizmete artık çok daha hızlı ve etkin bir şekilde dijital plâtformlar aracılığıyla ulaşılabiliyor.

Yine, salgın süreci boyunca yoğunlaşan çevrimiçi eğitimler, konferanslar, toplantılar, geziler ve konserlerle birlikte insanlar arasında zaman ve mekân kavramından bağımsız bir erişimin olanaklı hâle gelmiş olduğu görülüyor. Diğer taraftan dijitalleşme, iş modellerinde getirdiği yeniliklerin yanında kültürleri de şekillendiren bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle internetin yaygınlaşması ve bilişim teknolojilerindeki gelişmelerle beraber sosyal medya kullanımında yaşanan artış, “sanal bir dünyada sanal kimlikli” bir toplum yapısının ve dolayısıyla yeni bir kültürün de temellerini atıyor.

Dijitalleşme ve kültür etkileşimine geçmeden önce kültür olgusunun neyi ifade ettiğine göz atmak gerekirse, kültürün, birçok farklı tanımı olan bir kavram olduğu görülüyor. Ancak özünde kültürü, insanoğlunun var olduğu toplum içerisinde bilgi, gelenek ve alışkanlıklarında belirleyici bir yapı olarak ifade etmek mümkün. Dil, din, aile, değerler, ilişkiler ve gelenekler gibi birçok unsurun şekillendiği kültür, aynı zamanda her toplumun kendine özgü kodlarını barındırıyor. Temel olarak iki başlıkta incelenebilen kültür olgusu, maddî anlamda giyimden mimariye, üretim yöntemlerinden yemek tercihlerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsarken; mânevî açıdan da bireyin ahlâk, inanç, değer ve geleneklerinde etkili bir unsur olarak öne çıkıyor.

Diğer taraftan kültürel kimlik olgusu ise, bireylerin kendilerini nasıl tanımladıkları ile ilgili bir kavram. Birçok bireyin kendi kimliğini tanımlamasında etnik köken, dil, din gibi unsurlar etkili. İçerisinde doğup büyüdüğü kültür, bireyin öz kimliğini de tanımlamasında oldukça önemli bir etken. Aynı zamanda kültürel kimliklerin sabit bir yapıda olmadığını ve değişim ve dönüşümlerden etkilenen bir özelliğe sahip olduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla içerisinde yaşadığımız dijital çağın etkilerini üzerinde en fazla hisseden olgulardan birisi de kültürel kimlikler olarak karşımıza çıkıyor.

Sosyolojik ve kültürel çerçevede deformasyona bakış

Dijitalleşme, kültürel kimliği olumlu-olumsuz etkiliyor, evet; ancak dijitalleşmenin bugünün bir gerçeği olduğunu da kabul etmek gerek. Gerek arz, gerek talep yönündeki dijital çözümler hayatı birçok insan için kolaylaştırıyor. Ayrıca, zaman ve mekân kavramlarından bağımsız hareket edebilme, bireye zamanını farklı açılardan değerlendirebilme imkânı sunabiliyor. Yeni teknolojiler aracılığıyla uzaktan iletişim, hızlı haber alma, alışveriş kolaylığı, bilgi araştırma, eğitim, kişisel gelişim gibi birçok konuda kazanımlara ulaşmak mümkün. Ancak bu kazanımların yanında teknoloji, dijitalleşme ve yeni iletişim modeliyle sosyal medyanın olumsuz etkileri de elbette yok değil. Çeşitli hastalıklar, depresyon eğilimi, asosyal hayat, yalnızlaşma, zaman israfı, bağımlılık, stres ve mutsuzluk, sıralanabilecek olumsuzluklardan yalnızca bazıları.

Diğer taraftan, içerisinde yaşadığımız dijital çağda birey, aile ve toplum yaşamı döngüsünde geleneksel yapıların yerini farklı kodlara bırakmaya başladığı gözlemlenebiliyor. “Kültürel deformasyon” olarak da ifade edilebilecek bu durum, çağın getirdiği iletişim ve yaşam tarzı değişiklikleriyle toplumun özgün yapısının bozulması anlamına geliyor.

Dijitalleşmeyle birlikte yaşanan kültürel deformasyon bağlamında öncelikle dil tahribatı dikkat çekiyor. Yazılı iletişimde hız kazandıran kısaltmalar, emoji kullanımı, sesli harflerin kelimelerden çıkarılarak yazılması, dilbilgisi kurallarının uygulanmayışı, özellikle İngilizce kökenli kelimelerin aynı yazım ve okunma şekliyle cümle içerisinde direkt olarak kullanımı, dilin geleneksel köklerinden ayrılarak bozulmalara uğramasına ve zamanla bozuk kullanım şeklinin yaygınlaşmasıyla bu değişimlerin kalıcı hâle gelmesine neden olabiliyor.

İkinci olarak, dijitalleşmenin etkileriyle sosyal ilişkiler üzerinde bir deformasyondan bahsetmek mümkün. Aileyle vakit geçirme, arkadaşlarla yürüyüşe çıkma, birlikte müzik dinleme ve sohbet etme gibi olgular yavaş yavaş yerini yalnızlaşmaya bırakıyor. Sanal dünyada beğeni, takipçi sayısı ve izlenme oranları, sosyal ilişkilerin yeni yüzünü oluşturuyor.

Üçüncü olarak ise dijital mecralarda yaşanan bilgi kirliliği de toplumsal dinamiklerin yerinden oynamasına zemin hazırlayan ve olumsuz içerikli haberlerin hızla yayılmasının önünü açan bir durum arz ediyor. Doğruluğu herhangi bir şekilde teyit edilmeden yayılan her türlü bilgi, kültürel kimliğin yapıtaşını oluşturan saygı, sevgi ve dayanışma bağlarının da yıpranmasına yol açıyor.

Son olarak, kültürel deformasyon bağlamında bahsedilmesi gereken önemli bir konu da “mahremiyet”. Yeme içmenin, gezmenin, özel kutlamaların, aile içi organizasyonların sanal ortamda paylaşımı bir yandan mahremiyeti köreltirken, diğer yandan kültürel köklerde yer alan ve sıklıkla beslenmesi gereken empati duygusunun da yara almasına yol açıyor.

Sonuç olarak denilebilir ki, dijitalleşme, ortaya koyduğu yeni düzenle iş yaşamında ve günlük hayatta sayısız avantajlar barındırırken, aynı zamanda kültürel kimliğin yeni nesillere aktarımında sorunlar yaşanmasına ve kültürel deformasyona neden olabiliyor. Söz konusu problemlerin önceden hassasiyetle tespiti ve proaktif bir şekilde zamana ve yeni nesle uygun çözümlerinin geliştirebilmesi ise görüldüğü üzere oldukça önem arz ediyor.