MİLYONLARCA çocuk ve genç, son
bir yıldır uzaktan eğitim görüyor. İstanbul’dan ABD üniversitelerinde, Hollanda
ve diğer Avrupa ülkelerinde evden üniversite okuyan birçok tanıdığım var.
Ankara’da
evden ders yapan oğlum veya Denizli’de evden ders yapan liseli ve İstanbul’a
bağlanan üniversiteli yeğenlerim gibi, şehir içi ya da şehirler, hattâ ülkeler
arası ders yapan öğrenciler var. Daha 10-15 yıl önce okullarda en az bir
bilgisayar sınıfı olsun istenirken, bugün gelinen sanal eğitim ortamına
şaşırmamak elde değil. Elbette hâlen evinde bilgisayarı ya da bağlantı için
uygun bir cihazı olmayan öğrencilerimiz mevcût. Bunun için de Millî Eğitim
Bakanlığı’mız, çeşitli yöntemlerle hızla çözüm üretiyor.
İş
yeri ve sosyal hayatta da çevrimiçi eğitim, toplantı, sohbet, ders ve sair birçok
faaliyet yapılıyor. Hattâ bilgisayara bağımlı olmadan, cep telefonu ya da mobil
cihazlardan bile bazı programlar evde ya da araçlarda devam edebiliyor. Kurumlar,
özel firmalar, bir şekilde temassız, çevrimiçi ya da en hızlı şekilde ürün ve
hizmetlerini sunmanın yollarını geliştirmiş durumda.
Bu
durum Covid-19 salgını sonrasında da bazı iş ve işlemlerin uzaktan bağlantı ile
yapılmaya devam edeceğine işâret ediyor. Hattâ bundan memnun olanlar var; sanal
toplantı ve buluşmalar için böylesi kolay mekân bulma zorunluluğu yok. “Kira yok, yolda zaman kaybı yok, yeme içme
veya giyim kuşam mâliyeti bile azaldı” diyenler var. Diğer yandan da, “Nasılsa
oturduğumuz yerden yapıyoruz” diye daha önce günde bir ya da haftada birkaç
toplantı yapılmasına itiraz eden bazı yöneticiler, her gün, hattâ günde birkaç
toplantı talep etmeye başlamışlar.
Elbette
toplantıların sıklığı artınca arka plânda yapılacak işleri mutfakta yapması gerekenler
için fazladan iş yükü oluşmakta. Normalde toplantılara katılımın az olmasına
sebeplerden biri olan seyahat şartları, izin, yol, konaklama, görevlendirme ve
sair başlıklar sınırlı kişiye yapılabileceğinden, toplantıya katılması plânlanmayanların
da toplantıları takip etmeleri isteniyor. O kadar sık toplantı yapılmasının
dezavantajı ise günlük işlerin aksamaya başlaması sayılabilir.
Hülâsa,
dünya ve de elbette ülkemiz, canlı bağlantı ile sanal toplantı çılgınlığı
yaşıyor!
Peki,
tüm ülkelerin dijital erişim altyapıları Covid-19 salgınına ve sonrasına hazır
mı? Altyapı olsa bile, şahısların ve kurumların eğitim ve kapasiteleri buna
uygun mu?
Elbette
şartlar eşit değil! Hattâ bazı ülkeler ve toplumlar, belki henüz olanların
farkında bile değil. Şükür ki, Türkiye bu dijital çağa genç ve yetişmiş bir
nesil ve de altyapı ile salgın şartları gibi birçok konuda birçok ülkeye göre avantajlı
bir konumda yakalandı küresel pandemiye. Neredeyse tüm devlet kurumlarının
zaten e-devlet uygulamasına entegre olduğu, her okulun ve evin hızlı internet
bağlantısına kavuşma imkânı olan bir ortamdayız. Özel şirketler, üreticiler,
fabrikalar ile ithalat ve ihracat yapan tüm kurumların altyapıları zaten
dijital üzerinden iş yapmaya uygun hâlde. Akıllı telefonlar ve dijital
uygulamalar da sanki pandemi öncesinde dünyayı bu sürece hazırlamış oldu.
Geçen hafta Sayın Cumhurbaşkanımızın bir ifadesi çok dikkat çekiciydi: “Bireyi bir isim veya numaradan ibâret gören dijitalleşmenin sonu faşizme çıkar. Dijital faşizme karşı hep birlikte mücadele etmeliyiz. Teknolojiyi geliştirenin de, üretenin de kullanıcı olan insana karşı sorumluluğunu sadece kazanç parantezine hapsetmenin önüne geçilmelidir.”
Dijitalleşmenin beraberinde gelen kolaylıklar kadar, tehdit ve endişelerin boyutunu henüz tahmin bile edemiyoruz. Sadece Covid-19 aşısı hakkında komplo teorilerine baksak bile, dünyadaki tüm bireylerin nanomoleküler bir şekilde dijital olarak izlenebilir hâle getirilmek istenmesinden korkuluyor. Diğer yandan Elon Musk’un en önemli projelerinden biri olan insan beynine bağlanabilecek bir teknoloji üretimi, yarınlara dair ürpertici bilinmezlikler içeriyor. Düşünebiliyor musunuz beyinle iletişim sağlayan bir teknoloji ile insanların rızâsı dışında bir bağlantı sağlandığını?
Yön
vermek elimizde!
Öngörülemez bir şekilde gelişmekte olan teknolojik sıçramalar,
geçmişe kıyasla çok çok uzağa fırlatıyor insanlığı sanki. Diğer yandan, anlaşılan
o ki, Sayın Cumhurbaşkanımızın da dikkat çektiği gibi, geleceğin dünyasında
bireyin özgür birey kalabilmesinin tek yolu, bu teknolojilerin tüm dünyada tek
bir merkezin ya da egemen gücün kontrolünde olmamasıdır.
Devletlerin ya da otoritelerin fizikî sınırlarının bir anlamının
kalmayacağı dijital dünyada, geleceğin teknolojisinin sahibi kimse ve kim
tasarlıyorsa, olağanüstü bir avantaj elde edecek. Elbette her yeni teknolojik
gelişme, küresel rekabette dengeyi bir tarafın lehine değiştirebilir, ancak yine
de insanlık için tehdit devam eder mi?
Tüm insanlığın yani herkesin tek tek dijital izinin kaçınılmaz
ve engellenemez şekilde izlenme ihtimâli kimin izlediğinden bağımsız olarak
yeterince büyük bir tehdit. Mesele, izleyenin iyi niyetli olup olmaması değil,
bireyin ya da toplumun bilgisi ve onayı dışında, numaralandırılmış bireylerden
ibâret olarak üreten ya da tüketen hâlde yönetilmek istenmesi ihtimâli…
İnsan için sadece ürettiği zaman değerli ya da tüketebildiği zaman
anlamlı kılınan, numaralandırılmış bireylerin üretemez hâle gelince ya da
tüketici olarak değersizleşmesi durumunda sistemden dışlanma ihtimâli ürkütücü.
İnsanlığın tüm ahlâkî değerleri terk ederek, sadece kazanç odaklı küresel bir
sistemin eline geçmesi ve insanları biyomakineler olarak göreceği ihtimâli ise
herkes için yakın tehdit olmaya aday.
Covid-19 ile sadece yaşam tarzımız, sağlık sistemimiz ya da
eğitim ve iş şeklimiz değil, gelecekte nasıl bir dünyaya dönüşeceğimiz
konusunda birçok soruya cevap aramamız gerektiği, güçlü bir şekilde fark
edildi. Mesele, Covid-19 sonrası normalleşme beklentimizin çok ötesinde
açıkçası. Elbette salgın tehdidi aşılar ya da gelişen tedavi imkânlarıyla
aşılabilir, aşılacaktır. Başka salgın ya da sağlık tehditleri ile
karşılaşmayacağımızı düşünsek bile, dijital yaşamın gücü öyle bir şekilde fark
edildi ki geleceğin tüm iş ve işlemlerinde kalıcı değişimlere neden olacak. Yani
Covid-19 ile bir şekilde bilerek ya da bilmeyerek -ki dünya kamuoyunun büyük
kısmı plânlı bir olay olduğuna inanıyor- insanların dijitalleşmesi, takibi,
kayıt altına alınmayı kabul etmesi, uzaktan tedavi ve izleme ile işlerin sanal
olarak yürütülmesi, mobilitenin kurallara bağlanması, kişi, toplum, bölge gibi
izolasyonların kabullenilmesi gibi çok önemli psikolojik direnç noktaları
aşıldı.
Daha bir yıl öncesine kadar kabul edilmesinin mümkün
görülmeyeceği birçok yeniliğe, insanlık şimdiden râzı olmuş durumda. Hâl
böyleyken, Covid-19 salgını kendiliğinden ya da küresel bir komplo ile ortaya
çıkmışsa da sonuç aynı kapıya varmış oldu. Engellenemez ve durdurulamaz bir
şekilde yeni bir çağın kapısı açıldı. Madem durdurmak, zamanı geriye almak
mümkün değil ve yeni bir çağa eviriliyoruz, o zaman belki yön verebiliriz.
Zamanı yakalamalı, zamanın rûhunu anlamalı, “gelecek” dediğimiz şeyin kendi ellerimizde olduğunu bilerek ona yön vermeli ve şekillendirmeliyiz. Her şekilde, kaçınılmaz olanı yaşayacağız.