Devrân Çelebi’nin Devrâniyyesi’nden (3)

Nümâyiş biteyor. Sıra â’ile sûreti çekdürmede. Sahnede Marul ve Yimemoglı dışında beş canlı cenâze var. İçlerinde deli küfürler, yüzlerinde asabî gülüşler. Puluçdâr ve diger sahne süsi masa uzuvları soguk soguk objektiflere gülerlerken, birden hâtırına ilk mektebde okudukları bir bilmece tekerlemesi düşeyor: “Biz biz biz idük/ Otuz iki kız idük/ Ezildük büzüldük/ Bir dîvâra (yok yok, Yimemoglı ile Marul’un tezgâhına) dizildük...”

Bu fasıl İstanbul Bilâdiyyesi Şehremînisi Yimemoglı ile Marul Hanum’un Puluçdâroglı’na ne itdüklerin beyân ider

MAHABBETLÜ kâri’lerüm, zemân su gibi akayor ve insân hangi hâdisâtı kayda geçireyüm diye melûl melûl bakayor. Devrân Çelebi karındaşunuz, bir önceki yazısında Cumhûriyyeti Helâk Fırkası’nın re’îsi Puluçdâroglı’nun Bidon keferesinün diyârına seyâhatin ve ol diyâr-ı habîsün Minehatun beldesinde FİT-O mendebûrı ile görüşmesin nazara virmiş idi.

Puluçdâr dilküsi, ol seyâhatde sekiz sâ’atlik bir gaybûbet tezgâhlayarak FİT-O’nun Minehatun’daki gaybûbet hânelerinden birinde, Türkiya’daki başkanlık intihâbları içün, yeni gözdesi Acur Yoggo’nun delâletiyle nâmzetlik teşebbüsünde bulunmış ve Peçeli Siyon’dan it misâli âzâr yimiş idi. Peçeli haham ol gaybûbet hânesinde Acur’a hitâben, “Bre Acur, biz başkanlık nâmzedin Marul Hanum’a söyledik” dimiş idi.

İzzetlü okurlarum, Devrân Çelebi karındaşunuz böyle bir haberi alır da yirinde durur mı? Durmaz tabî’i. Hemândem, çarıgumı ayaguma, sarıgumı başuma giyinüp ilk THY tayyâresi ile Türkiyâ’ya dönüp nefesi, memleketün en mu’teber gri iptelerinün cem’ oldugı İP fırkasınun merkez-i umûmisinde aldum. Ol merkezde vukû’ bulacak hâdisâtun ta’kîbinde iken içerüye İstanbul bilâdiyyesinden bir husûsî üst seviyye me’mûr dâhil oldı. Anı fırkanun hoşâmedçileri istikbâl idüp, “Hoş gelüpsen ... Efendi” didiler. Fakîr ol esnâda bir cânkurtaran vâsıtasınun ta’cîzkâr sesinden mütevellid, ol efendinün adın işidemedüm. Ancak fırkanun hoşâmedçileri anı Marul Hanum’un makâmına degül, Daytın Sıray nâm İzmir meb’ûsınun makâmına irsâl itdiler. Bendenüz, “Breh breh Devrân, bu fırkanun pinhân imâmlarından biri de bu âdem mi ola ki Yimemoglı’nun husûsî haber me’mûrın buraya getirdiler, âman gözin kulagun dört aç” diyü kendi kendümi sıkı sıkıya tenbîhledüm.

Tabî’i derhâl bu Daytın’ın şeceresine âyine-yi devrânumdan bir göz atmayı da ihmâl itmedüm. Yazalum bakalum ne görmişüm…

Daytın’ın getürdügi selâm ile aldıgu talimat

Bu Daytın, evvelde dâhiliyye mütehassısı imiş ammâ ne hikmetse birtakım eller ana Petkim, Erdemir ve İsdemir’in idârelerinde vazifeler ihdâs iderek palazlandırmış. Tamsu Hanum zemânında Doğrı Yol Fırkası’na sızası olmış. 1995 umumî intihâbları evveli, ön intihâblarda İzmir’den birileri eliyle üçünci sıraya yirleşdirilmiş ammâ fırka bu hâle uyanarak anı bişinci sıraya tenzîl itmiş ve meb’ûs olamamış.

1999 senesi umumî intihâblarında abileri bunı ön intihâblarda birinci sıraya çıkarmışlar bu def’a. Ammâ Tamsu Hanum’un o günki fırkası da karşu hamle yapup bu gri ipte âdemi listeden ihrâç itmiş. Bunun üzerine abileri bunı 2002’de Anavatan Fırkası’na ikinci sıradan yamamışlar, ol fırka dahi baraj altı olınca abileri bu kez Daytın’ı, Cumhûriyyeti Helâk Fırkası’na satarlar. Ol fırkada üç devre meb’ûsluk yapar ve 2017’de abilerinün buyrugıyla Marul Hanum’un İP’ine baglanur. Ama bu gri ipte âdem, ipine sapına i’timâd olunmaz bir bedbahtdurur. Cümle kârı, bu devlet ve milletün hayrına ne varsa ana muhâlif olmakdur.

Azîz kâri’lerüm böylesi bir tavrun bu hayırsuza, tâ Penisilvaniye’den ol mezâr kaçgını mendebûr tarafından telkîn idüldügin hemân derk ideceklerdür.

Gelelüm sadede…

Hoşâmedçiler, Yimemoglı’nun husûsî habercisin alup Daytın’un otagına getürdiler ve ta’zîm ile selâm virüp çıkdılar. Kapı kapandı ve ol haberci Daytın’a, “Daytın üstâdum, Yimemoglı ulu üstâdumuzun selâmı var. Kendileri beni buraya gelmeden evvel, Bidon diyârından yurda yeni avdet iden Acur gri ipte üstâdumuza gönderdi. Ma’lûmunuz Peçeli Haham, Puluçdâroglı’nı FİT-O’nun Minehatun’daki dümeniyle rezîl rüsvây itmiş idi. İşte oracıkda yüce Peçeli siyonumuz, Acur’a hitaben, ‘Üstâd-ı sânimüz Marul Hanum’a re’îs nâmzedin bildürdük’ dimiş. İmdi üstâdum, Acur ol peçeli siyonumuzun hatt-ı destleriyle tahrîr buyurdukları nâme-i akdesi, yed-i emînüme tevdî’ eyledi. Bendenüz de derakab ol kutlu nâmeyi üstâd-ı vâhidümüz Yimemoglı hazerâtına takdîm itdüm. Huzûrunuza bir sûretini getürdüm, buyurasunuz manzûrunuz olsun” didi.

Daytın husûsî bir mü’eddeb edâ dakınarak ol mektûbı aldı ve okumaya başladı. Ol nâme-yi mel’ûnun muhtevâsına muttali’ olmak içün, nâgâh sarıgumı çarıguma urarak segirtdüm ve ol levha-yı mel’ûneye, Daytın’un ugursuz omzı üzerinden göz atdum. Ol çirkefnâmenün sernâmesinde kadîm İbrânî lisânı ile yazılmış ve kenâresine de bizüm lisânumuza i’tinâ ile terceme edilmiş metninde şöyle yazayordı:

“Sodom’dan Gomore’ye. Türkiyâ üstâz-ı a’zamumuz Yimemoglı’nı, Yehova’nun mukaddes işârâtı üzre, Türkiyâ’da 1923 mîlâdî senesindeki re’îslik intihâblarında nâmzed-i güzîn olarak ta’yîn itdük. Mümtâz imzâ hey’eti satr-ı zîrdedür: 1. İki cihân üstâz-ı a’zamı Peçeli Haham Golyat, 2. Kâinât imâmı FİT-O.

İmdi bu nâme-yi mühim, Türkiyâ’daki ilk beş üstâdumuz tarafından imzâ idilerek ta’cîlen tarâfuma irsâl idilmesi elzemdür. Türkiyâ üstâzlarumuz: 1. Üstâz-ı a’zam ve re’îs nâmzedümüz Yimemoglı, 2. Üstâze-yi sâniyemüz Marul Hanum, 3. Üstâz-ı sâlisümüz Daytın Sıray, 4. Üstâze-yi râbi’amuz Acur Yoggo, 5. Üstâze-yi hâmisemüz LGBT Efendi.

Yimemoglı’nun ziyâde âtıl ve tenbel olmasından nâşî, başda İstanbul ehâlisi olmak üzre, cemî’i Türkiyâ’da i’tibârı târumârdur. Ana yeniden bir i’tibâr cilâsı sürmek içün Türkiyâ’daki gri ipte FİT-O unsurları müteyakkız hâle getirilmişdür. Ankarîbizzemân ana ânî bir mahkûmiyyet tertîp idilerek yeni bir magdûriyyet ihdâs idilecekdür. Bu ihdâs zemânınun, harîs ve kîndâr bir âdem olan köhne gözdemüz Puluçdâr’un Türkiyâ’da bulunmayacagı bir takvîme göre a’yârlanması mühimdür. Zîrâ o dilkü, en az bizüm kadar oyun kurmaga mâhirdür ve dahı Dingilteres istihbârâtınun Kül’den sonra ana el atacagın hâtırdan çıkarmayasanuz ve sakın gâfil olmayasanuz ki bu Dingilteres’deki cühûdlık bizde dahı yokdurur.

Hâmiş: Tedbîri elden bırakmayarak Puluç’ı dâimî bir murâkebe altında dutmak içün ana, her gönderdügümüz yiri kurutmasıyla meşhûr Genemi Rıfkı’yı ser dânişmend ve Rıfkı’ya merbût olarak da Türkiyâ’da göstermelik mükâfâtlarla revnak virdügümüz ne kadar zevât var ise dânişmendân ta’yîn idecegüz. İmzâ: Golyat.”

Daytın, nâme kırâ’etin hitâma erdirince birden İspanyol bogası görmiş serhoş matador gibi bir “Oleeey” çekip hevâya sıçramasun mı? Ol dem kollarını açup karşusındaki ... Efendi’yi âgûş-ı bîvefâsına çekdi ve öyle bir sarmaş dolaş oldı ve ol efendinün ayagın öyle bir yirden kesdi ki sanasun Hasbekli Mahmûd Pehlevân rakîbin kündeye kaldurmış da yire uracak.

Efendüm, ben bu esnâda boş bulunup Kırşehir agzı ile hayretten bir “Aboo” nidâsı koparınca Daytın, âgûşındaki ... Efendi’yi baskına ugramış bir zenpâre gibi insiyâkî bir hareketle küt diye zemîne bırakmasun mı? Ol ... Efendi, zemîne tuş olmış bir yorgun pehlevân gibi düşüverince “Ayy” diye acı bir vâveylâ kopardı ve elini çene altına atup bir kassâb koyun postın soyar gibi yüzinden “caart” diye yırtılan elastikî bir maskeyi söküp attı. “Bre benüm kırçıl sakallarum, bu ... Efendi sanılan âdem meger sarışın bir âfet-i devrân imiş” didüm, duyulmadı tabî’i.

Merâklu kâri’lerüm, meger “... Efendi” dinilen âdem, bir hünsâ imiş. Peçeli Golyat’un nâmesinde saydugı beşinci isme “üstâze LGBT Efendi” dinmesinün sırrı işte burada âşikâr oldı. Dimek ki son senelerde hâsseten İstanbul Sözleşmesi nâm iblîs işi risâleyi öne dutarak İstanbul bilâdiyyesi himâyesinde yörüdilen ve sagda solda mantar misillü töredilen LGBT -Allâh’un la’neti üzerlerine olsun- fa’âliyyetlerini sütre gerisinden sevk ü idâre eden bu sarışın hünsâ imiş. Bizi bu kepâzenâmeden kurtaran Hürdoğan’a hezâr selâm olsun.

Bre Devrân Çelebi, Hak ömrin mezîd itsün, kulaklarun neler duydı ve gözlerün neler gördi. Dünyânun başına tebelleş olan şerîr kürevî teşkîlât, dimek ki Türkiyâ’da aynı yapı içinde dahı muhtelif tasnîf listeleri teşkîl itmiş. Misâl Zillet İttifâkı içinde A sınıfı listede bâlâda isimleri zikredilen bu beş el emân yir alırken, B sınıfı listede Puluçdâr ve şürekâsı, C sınıfı listede Bebecin ve digerleri yir alayormış. Yine fehmolundı ki her listede iki cihetde de yir alan daha husûsî el emânlar var imiş. Meselâ B listesindeki Puluçdâroglı’nun ma’iyyetinde ve âdetâ ikinci kişisi olarak şâhid oldugumuz Acur, aslında A listesine dâhil olup B listesi içinde bulunanları onlardan biri imiş gibi teftîş itmek ve dahı ne yapup itdüklerini A listesine ihbâr itmekle vazîfeli imiş.

Endîşeleri arşı sarmış

Daytın, bendenizün “Aboo” nidâsından ürküp LGBT hünsâsın yire düşürdükden sonra, beş nümero ile A listesinde yir dutan hünsâya didi ki, “Lütfen beni afv idünüz LGBT Efendi. Benüm duydugum nidâyı siz de duydunuz mı bilmeyorum. Bir ân bu buluşmamuzı Fidânîlerün ta’kîb itdügi hissine kapılarak boş bulunup seni âgûşumdan, merkebden düşen karpuz misâli yire atıverdüm” diyince, LGBT hünsâsı, “Özre lüzûm yok Daytın üstâz, senün duydugun nidâ benüm kulakcuguma da aks itdi, aynı korku beni de esîr aldı. Nedense benüm derûnumda da öteden beri, bir gün Fidânîlerün beni derdest ideceklerine dâ’ir mütemâdî bir endîşe daşurum” didi. Daytın, “Su’âl itme üstâzum, aynı korkuyı dâ’imâ ben de daşurum. Bir gün beni de derdest ideceklerine dâ’ir derûnumı kemiren bir endîşe hissi bende de mevcûddur” diyiverdü.

Bu müşterek his, bir ân ikisinün de keyiflerin kaçırdı. Daytın, “Üstâzum, şimdi şevkümüzi yılan gibi yudan bu gussadan hicret idüp dikkatümüzi, bizi şâdîlikden mest iden mübârek nâmedeki müjdeye teksîf idelüm. Marul Hanum üstâzumuz bu müjdeden ziyâde hazzidecekdür” deyüp, içinde “Marul Hanum” geçen cümlecigin bitirir bitirmez, birden duvar cânibinde libâs dûlâbı kisvesiyle görülen dûlâbın kapakları, kanad çırpan bir kartal gibi iki yana açıldı ve ol dûlâbın derûnında müdevver bir kapu peydâ oldı. Ol müdevver kapu, kendi etrâfında üç def’a çizgindükden sonra içinde bir siluet belirdi ve ol mechûl sûret, birden âşinâ bir çihreye büründi; Marul Hanum…

Bre işe bak! Marul Hanum da fırkasınun gereçlerini FİT-O gibi, kimesnenün tahmîn idemeyecegi bir gizli isti’mâl mekânı hâline getirmiş. Tevekkeli, boynuz kulagı geçer diyü beyhûde dimemişler.

Hamiyyetlü okurlarum, Marul Hanum hayret nazarlarumun öninde dîvârı delerek Daytın’un otagına dâhil oldı emmâ beni ta’accübe sokan bu hâdiseye otagdakiler hîç de şaşmış görünmeyorlardı. Dimek ki bu gri ipteler, bu otagda bu minvâl üzre nice kez mülâkî olmışlar. Marul Hanum, “Daytın, çihrendeki ifâdeye bakılırsa müjdeli bir haber almış gibisin, hünsâ LGBT de burada oldugına göre, Yimemoglı üstâzumuzdan mühim bir müjdeli haber gelmişdurur” didi. Daytın cevâb virdü: “Gözünüz aydın efendüm, Peçeli siyonumuz ve kâ’inât imamımuz nâmzed olarak Yimemoglı’nı intihâb itmişler. Artık bundan girü, sizün Sansür Yovaş ile sâhte görüntiler virmenüze gerek kalmadı. Ma’lûm Yimem’i, Puluç’un yime dümenlerinden hıfz itmek içün, efkâr-ı umûmiyyeyi uzun bir müddet Sansür Bey ile çok nefîs bir oyunbâzlık ile aldadunuz.”

Marul Hanum, sarsak ve bîmuvâzene bedeni ile mütenâsib sarsak ve yayvan bir kahkaha patladarak, “A bre Daytın, a bre Hünsâ! Ablanuz bugüne degin hîç bîhûde yire kadem atmış mıdur? Geçen aylarda Oduman Kavalola’nun habsi Avropa meclisinde müzâkere idildügi gün, Türkiyâ’nun o meclisden atılmasına dâ’ir sâhte haberler besin mensublarına sızdırılup Türkiyâ üzerinde bir tazyîk teşkîl idilirken Yimemoglı’nun mahkemesi yok mıydı? O gün epeydür yıldızı sönmiş olan Yememoglı’na, ‘Ben aslâ kaybetmem, benüm kaybetmem dimek Türkiyâ’nun kaybetmesi dimekdür’ lâfları söyledilerek ne mâhir bir hîle usüli ile parladılmış idi. O gün bu usülün Türkiyâ’da çok işe yaradugın ve Yimemoglı’nun i’tibâr çizgisinün yukarı gitdügin görmiş ve biraz da besledügümüz besinün anket tezgâhlarıyla bu çizginün daha da yukarılara gitmesini kurgulamış idük” deyu izah itdü.

Daytın, “Efendüm, ma’lûme-yi âliyyelerünüzdür, kurgu bir müddet işe yarasa da çıkılan yirden çâbük düşüleyor. Hele bugünlerde... Hürdogan sahneye öyle bir çıkdı ki rüzgârı sâdece bizi degül, cihânı kasırga gibi sarsayor. Semerkand’daki zirvede olsun, G 20’deki zirvede olsun, bütün dünyâ melik, kral, şah ve çarları anun ile aynı resim murabba’ı içinde olmak içün cân atar hâle geldiler. Türkiyâ ismin duyunca cin beygirine süvâr olan Makaron, ol zirvelerde Hürdogan’ı görince av sâhasında aslan görmiş şegâl gibi, zeylini bacakları arasına kısdurup kaçayor. ‘Dünyânun efendisi benüm’ diyü mangalda kül bırakmayan Delâverelü Bidon kral, Hürdogan ile râstlaşınca gerginlikden çatırdayan ihtiyâr vücûdını saklayarak en sahte gülüş edâsıyla diş sıkma ile gülme arasında sırıtayor. Avropa’nun mandacı liderleri ile arasına uzun uzak masalar koydurup konuşmak içün neredeyse megafon kullanan Çar Deli Potin, Hürdogan’a tesâdüf idince konşınun kümesinden yumurta aşurduğı içün çekilen kulagınun acısıyla yüzi kızaran yaramaz oglancuklar gibi korkudan uslu durmaya çalışayor” didi.


14 Aralık

Marul Hanum, “Yeter artık” der gibi asabî bir hareketle Daytın’un sözin kesdi. Öfkeden bogazı kurumış, şekeri fırladugı içün lebleri tebsermeye başlamış idi. Daytın’un elindeki nâmeyi aldı ve göz gezdürmeye başladı. Nâmeyi okudukça yüzinde bahârun bütün çiçekleri öz renkleriye açmaya başladı ve en sonında şâd ve hurrem bir çihre ile heyecandan kıpkırmızı olarak, “Daytın, müjdemi isterüm! Bekledügümüz gün, 14 Aralık günidür; o gün bayram yapup halaya duracaguz” didi. Daytın ve Hünsâ, Marul’un ne didügin pek anlamadılar. Daytın, “Fehmümüzün noksânına virünüz efendüm, bu nâme ile 14 Aralık arasındaki irtibâtı çözemedük” didi. Marul Hanum büyük bir keyifle didi ki, “Bre iz’ânı kıtlar, bunda fehmitmeyecek ne var? Yimemoglı’nun ne zemân yıldızı sönmeye başlasa Peçeli hahamımuz ve Hoca fendi büyügümüz müştereken anı tekrâr parlatmak içün yargı içindeki gri ipteleri harekete geçürürler. Şimdi bu mektûbda ne dimiş azîz siyonumuz? ‘Ankarîbizzemân ana, ânî bir mahkûmiyyet tertîp idilerek yeni bir magdûriyyet ihdâs idilecekdür. Bu ihdâs zemânınun, harîs ve kîndâr bir âdem olan köhne gözdemüz Puluçdâr’un Türkiyâ’da bulunmayacagı bir takvîme göre a’yârlanması mühimdür.’ Daytın, senün bu cümleden birbiriyle kesişen bir târîh çıkarman gerekir idi. Söyle bakalum, Yimemoglı’nun kendi ehmaklugın memleketün hâkimlerinde görerek anlara bu sıfat ile hakâret itmesinün duruşması ne zemân olacak idi?”.

Daytın, otagda yürür vaz’iyyet alup, gidüp masadaki defterinün bir gûşesine bakdı ve “14 Aralık efendüm” didi. Marul Hanum cevâbdan pek keyiflenüp tekrâr su’âl itdi: “Peka’lâ söyle imdi, Puluç’un Cermenistân’a gidüp Genemi Rıfkı ile buluşması ne zemân?”

Marul burada Daytın’un cevâbını beklemeyerek gevrek bir kahkaha atdı: “Bre Daytın, üstâzlarumuzun zeyrekligine bak, bunlar iblîse pâpûşlarını ters geydürürler vallâhi. Dânişmend liderün ayagına gelmeyor da lider dânişmendün ayagına gideyor. Genemi Rıfkı’nun Puluçdâr’a 14 Aralık’da Cermenistân’da buluşma ahdi virmesi ne ma’nâya gelür? Elbette ki Puluçdâr’ı buradan söküp alma ve meydânı Yimemoglı ile bana bırakma ma’nâsına gelür. Puluçdâr dilküsi ol târîhde burada olsa Yimemoglı ile bana şov yapma imkânı virür mi? Aslâ. Anladun mı şimdi ulu böyüklerümüzün fendlerini?”

Daytın ile Hünsâ aynı anda “Harika bir oyun” didiler. Marul günündeydi, devâm itdi:

“Ulumuzun, ‘Ânî bir mahkûmiyyet tertîp idilerek yeni bir magdûriyyet ihdâs idilecekdür’ dimesi, ‘Yargıdaki gri iptelere ta’lîmât virdük, Yimem’i mahkûm iderek anı Puluçdâr’un karşısına güçlenmiş bir hüviyyet ile çıkaracaguz’ dimekdür. Ma’lûm, Puluçdâr, ‘Yanumda mısunuz degül misünüz?’ diyerek Ankara ve İstanbul şehremînlerinden bi’at almış ve bunları o taktik ile sindürmiş idi. Üstâzlar, Yimemoglı’nun üzerine sinmiş maglûbiyyet duygusını ve onu bir kenâra atmış olan Dilkü Puluç’ı tasfiyye itmek içün asıl roli bana biçmişler.

Bre dostlar, bana rol diyün, geri durun! Ben oyun kurmaya başladugumda cânbâzlar ipten, süvârîler atdan düşerler. Ablanuzun mâzîde Sakarya ve Kocaeli havâlisinde ne ihbârî ve siyâsî tarrâhlıklar itdügin bir bilsenüz, hayretden kûçek dilinüzi yudarsunuz. 28 Şubat Darbesi’nde cesûr ama magdûr roli ile imajum öyle parladılmış idi ki güneşe, ‘Sen doğma, âleme ben yeterüm’ diyesüm gelür idi. Uzun lâfun kısası, arkadaşlar, dimek ki 14 Aralık güni yargıda uyuyan hücreler harekete geçerek Yimemoglı’na mahkûmiyyet karârı vireceklerdür. Bizüm ol günün ferdâsı, bir tesânüd ve dayanışma nümâyişi tertîp itmemüz ve altılı masanun kendilerini bir matah sanan dîger zâ’id unsurların ol nümâyişe da’vet itmemüz lâzımdur. İmdi bu iş içün Cumhûriyyeti Helâk Fırkası’nun o gün bir meydânda nümâyiş izni alması gerekdür. Yalnuz bu meydân fazla böyük olmasun, dolduramaz isek rezîl oluruz. Mesela Saraçhâne bu işe çok münâsib düşen bir meydândur. Orada altı fırka yigirmi, bilemedün yigirmibeş bin âdem cem’ itse biz bunı ‘İki yüz elli bindi’ diye çok râhat bâzârlaruz. Zîrâ dar meydândur ve az gâlebeligi çok gâlebelik gibi arz itsek sezâdur...”

Devletlü kâri’lerüm, Devrân Çelebi karındaşunuz ol dümenler otagında medîd müddet beklemiş olmasından sebeb hapşırıvirmeyeyüm mi? Otagdaki üç kafâdâr, korku ile irkildiler. Marul Hanum, “Sanki gözüme bir çarık ilişdi gibi oldı” diyince Hünsâ ve Daytın, “Hâyır efendüm, biz bir sarık gördük” deyü düzeltmeye kalkışdılar. Daytın, “Efendüm, Acur Hanum, Bidon Kralun diyârında iken Osmanlı asırlarından taşra kaçmış Devrân Çelebi nâm bir seyyâh tarâfından ta’kîb idildüklerin söylemiş idi. CIA mükelleb ajanları, bu âdemün Fidânîler tarâfından ilm-i cifr ile ol asırdan taşra çeküldigine kân’i imişler. Zîra çarık ve sarıkdan başka bir nesne görülmez ve anlar da bir ân içinde görünürler imiş” diyincek, Marul Hanum, “La’net olsun ol Fidânîlere, dünyâda adım atacak yirümüz kalmadı anlar yüzinden” diyü şekvâya kuvvet virdi.

İsmetlu okurlarum, Marul’un didügi gibi, 14 Aralık güninün kurulan zenberegi boşandı. Türkiyâ’daki re’îslik intihâblarınun koşar adımlarla yaklaşdugı bir zemânda dâhilî ve hâricî şer şerîklerinün bu nâzük zemân içün uyutdugı gri ipteler uyarıldı. Ol günde Puluçdâr hayâlinde kendini altun klozetli (!) külliyede re’îs olmış olarak tahayyül idüp bu tahayyülün altun kilîdlerinden biri sandugı Genemi Rıfkı ile mülâkî olmak ve yapup ideceklerinün harîta-yı tarîkin âşikâr itmek içün Cermen Şansölyeligine dogrı uçdı. Anun Cermenistân’a uçdugın duyan FİT-O unsurları, dört yıldur ol rafdan bu rafa daşıdukları Yimemoglı’nun “ahmâk” serlevhalı dosyasınun önceden aralarında takarrur itmiş hükmini, yeni virilmiş bir hüküm gibi tedâvüle sokdılar. Yimemoglı, eger yirsek, iki sene ve dahı yidi mâh cezâya mahkûm oldı.

Cezânun i’lâm idildügi gün bir de bakduk ki Marul Hanum solugı, bir tesâdüf-i müstesnâ ile İstanbul Bilâdiyyesinde almış. Kameralar kayıtta. Mâtem hevâsında olması lâzım gelen ortamda düğün sevinci içün bir tabıl ile bir sûr-ı nây eksük. Karâr i’lâm idileyor, Marul Hanum makâmda Hızır gibi hâzır. “Yeni başlayor, yeni başlayor” diyü ayaga kalkayor ve Yimemoglı’na dogrı bîmuvâzene bedenin ileri atayor. Aynı lâfı papagan gibi tekrâr iden Yimemoglı’na Kel Aliço’nun Filiz Nurî’ye daldugı gibi haydarâne bir hamle ile dalayor. İkisinün de ağızları kulaklarında. İkisi de mahkûmiyyetün getürecegi magdûriyyet rûzigârı ile sermest. Biri kendin Bidon yirine koyayor, dîgeri Cemîle Harîs yirine. Marul düzeninün en mühim cümlesin bu esnâda servis ideyor: “Sen degül on altı milyonun, seksen beş milyonun başkanısun.”

Puluçdâr mukîm oldugı otelün lobisinde bu mahkûmiyyet karârın ögrenince eline igne batmış derzi çıragı gibi yerinden sıçradı. Kan beynine mi, pâyinün dabanlarıa mı gitti, bilemedi: “Bre Tiriktırak, hani Yimemoglı’nun da’vâsında tûp yine tâca atılacakdı, bak hem de tam doksandan bizüm kal’amuza girmiş. İmdi bu goli nasıl çıkaracaguz? Bu Marul’un fendi cümlemizi yendi. Şu düzenbâza bak, bizüm ahmâkın za’aflarını ve hırslarını ‘Sen seksen beş milyonun başkanısun’ diye nasıl da deşeyor! Ne itmelüyüm ki bu tertîbâtdan en az yara ile kurtulayum?”

Tiriktırak, “Vallahi efendüm, nutkum dutuldı, idrâküm bulandı. Bizi fırka olarak hâdiseye dâhil olmaya mecbûr ideyorlar. Sâhib çıkmasak ‘Masa çatladı’ diyecekler. En iyisi fırkamuz bu iş için, yarından tezi yok, Yenikapu’da bir nümâyiş tertîp itsün, masanun dîger uzuvlarına da haber virelüm. Ol nümâyişe nasıl olsa bu kadar gaza rağmen ancak yigirmi bin nefer gelür. Yenikapu’nun ulu meydânında oncagız nefer ancak at kulagında sinek gibi görünecegi içün rakîb medya bunı ‘Yimemoglı umdugı destegi bulamadı’ diye afişe idecek ve bu da bizüm etmegümüze yag sürecekdür” didi. Puluç, “Temâm Tiriktırak, bu tedbîr münâsibdür, hemân yirine getirile!” diyü tasdîk itdi.

15 Aralık güni Helâk Fırkası’nun Yenikapu’da nümâyiş itmek talebin gören Marul, Yimemoglı’nı aradı: “Bre üstâzum, Puluçdâr dilküsi bize Yenikapu’da bir duzak kurmış, sen nümâyişi daha önce didügüm gibi Saraçhâne’de tertîp it. Ma’lûm, İstanbul ehâlisi sana ziyâde mesâfelüdür. Ol meydânda sayılı sogan ü dikili sarımsak gibi kalmayalum.”

Yimemoglı, “Merâk buyurmayun Hanum Agam! Puluç dilkü ise biz de anun kuyrugıyuz. Bak, onı yarın nümâyiş meydânında ne hâle sokacaguz” diyince liseli veledler gibi kıkırdaşdılar. Ben dahı boş bulunup gülince, Marul, “Üstâzum, Fidânîler bizleri dinleyor olsalar gerek, nümâyişde görüşürüz” diyü tüllü-fonı kapatdı.

“Biz biz biz idük…”

Târîh 15 Aralık. Soguk ve kasavetli bir Saraçhâne akşamı. Meydâna ancak yigirmi bin civârında bir gâlebelik gelmiş. İlk Yimemoglı çıkıyor sahneye, içi boş, kof bir nutuk atayor ahâliye. Muhtevâsız nutkı, çiğnenmiş sakıza dönen “Her şey güzel olacak” yâvesinin fâsid dâ’iresinde eriyüp gideyor. Ama ne gam! Yimemoglı’nun agzı kulaklarında. Altılı masayı kerhen de olsa tesbîh dâneleri gibi dizmiş sahneye. Nutk sırası Puluçdâr’da. Puluç bir oyuna gelmenün öfkesi ile ditreyor. Aklına hiçbir şey gelemeyecegi korkusuyla elinde bir tûmâr kâged ile sahne alayor; nutkına ne kendisi inanayor, ne de dinleyenler. Buz gibi ineyor sahneden. Mikrofon Bebecin’de. Onda da derin bir sükût-ı hayâl. Puluç’dan daha berbâd bir nutk îrâd ideyor; nutk atmayor, cânhırâş feryâtlar ideyor. Bilindik gurûr ve kibri yer ile yeksân. Sahnede Dividoglı ise kekere kükere. Sap yiyüp saman i’mâl ideyor. İçlerinde en heyecânlısı Küldiken. Demokrat Fırkası olarak meydânlarda yüz âdemi bir arada görmemiş oldugıçün nutkun dadını çıkarayor. Göremolla’nun bu tertîbden haberdâr olınca şeker ve tansiyonı fırladugı için bir mu’âvin göndereyor sahneye. Ammâ asıl şovı, bir gün evvel oldugı gibi yine Marul yapayor. Evden getürdügi bir atkıyı dallayup budaklayup bir Yimemoglı medhiyyesine tahvîl ideyor. Yimemoglı’nun elin dutup sırtın sıvazlayarak masa erbâbına ve gâlebelige yutdurmak hevesinde iyi çalışılmış bir mizansen…

Nümâyiş biteyor. Sıra â’ile sûreti çekdürmede. Sahnede Marul ve Yimemoglı dışında beş canlı cenâze var. İçlerinde deli küfürler, yüzlerinde asabî gülüşler. Puluçdâr ve diger sahne süsi masa uzuvları soguk soguk objektiflere gülerlerken, birden hâtırına ilk mektebde okudukları bir bilmece tekerlemesi düşeyor: “Biz biz biz idük/ Otuz iki kız idük/ Ezildük büzüldük/ Bir dîvâra (yok yok, Yimemoglı ile Marul’un tezgâhına) dizildük...”