DEVLETLERDEN daha çok
istihbarata, paraya ve sivil insan kaynağına dolaylı olarak sahip olan küresel
şirketlerin tek eksiği, silahlı güç ve ordu. Paralı asker, terörist gruplar,
çeteler ve sözde bazı ülkelerin ordularını el altından kullanabilen bu güçlerin
meşru bir orduya sahip olmaları mümkün mü?
Birçok
devletten daha büyük bütçeli teknoloji şirketleri, milyarlarca üyesi olan dijital
sosyal ağların sağladığı istihbarat, milyarlarca müşterisi olan satış ve
dağıtım ağlarını yöneten dijital pazarlar ve tüm iletişim sistemlerinin
erişilebilir olduğu sanal dünyamızda yaşanan olaylar, acaba doğal mecrasında mı
ilerliyor?
Başta
ABD başkanlık seçimleri olmak üzere tüm dünyada siyâsetin manipüle edilmek istenmesinin
arka plânında bu kavga var. ABD ya da diğer herhangi bir devlet, kendi millî
çıkarlarına göre mi karar alacak, yoksa siyâsî aktörleri mâlî kriz, salgın,
sokak olayları, terör ve savaşlarla korkutulup baskı altına almak isteyen
küresel şirket ya da grupların gizli egemenliğine mi teslim olunacak?
Bazı
şirketlerin kabiliyetleri, devletlerin çok ötesine ulaşmış durumda. Örneğin SpaceX,
bu hafta tek seferde 143 uyduyu tek seferde uzaya taşıdı ve dünya yörüngesine
yerleştirdi. Eskiden sadece devletlerin tekelinde olan bir mecra olan uzaya
erişimin bu kadar kolay olması son derece düşündürücü ve ürkütücü.
Diğer
yandan ilâç şirketlerince virüse karşı geliştirilen aşı teknolojilerinin
devletleri dize getirmek için bir tehdit ve şantaj aracı olarak kullanılması,
kredi kaynakları ve mâlî imkânların devletlerden çok tercih edilmiş şirketler
ve yatırımcıların emrine sunulması, G7, G20, NATO, BM, AB gibi tüm uluslararası
kurumların etkisizleştirilmesi de bu tehdidin birer göstergesi.
Öyle
ki, ABD’de başkanlık seçimleri sonrası yaşanan olaylar, seçim hileleri, medya
desteği, Kongre’nin işgali ve toplumsal tartışmalar alttan alta devam ederken,
Rusya ve Avrupa’da da sular durulmuyor.
Rusya’da
muhalif siyâsî lider Aleksey Navalny’nin tutuklanmasından dolayı başlayan
gösteriler birçok şehirde devam ediyor. Navalny için destek sağlayan
bağışçıların BitCoin gibi dijital para araçlarını kullandıkları söyleniyor. Ki
dijital para trafiğinin kara para aklama ve gizli faaliyetleri finanse etmede
kullanılan bir araç olması her geçen gün dikkat çekiyor.
Hollanda’da
başlayan Covid-19 tedbirlerine yönelik sokak olaylarında, marketler ve
işyerleri yağmalandı, polis araçları yakıldı, bir köprü havaya uçuruldu, birçok
şehirde sokağa çıkma yasağı uygulandı. Durumun ciddiyetini şöyle anlayabiliriz
ki; İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Hollanda ilk kez sokağa çıkma yasağı
uyguluyor.
Fransa’da
ardı arkası kesilmeyen sokak olayları ve ekonomik krizler üzerine kamu borç
oranı ve mâlî riskler o kadar yükseldi ki IMF Fransa için uyarı ve yardım
teklifi yaptı. IMF’nin son yıllarda Yunanistan’a yaptıklarını bilen Fransızlar,
IMF’ye teslim olunmaması gerektiğini konuşuyorlar.
İtalya’da
üst üste yaşanan sokak olayları, gösteriler, aşılama ve salgın tedbirlerinde
sağlık sisteminin yetersizliği ve ekonomik sorunlar hükûmet krizine dönüştü.
Üst üste kurulan hükûmetler ardı ardına istifa ediyor.
İngiltere’de
Covid-19 tedbirlerine rağmen artan ölüm ve vaka sayılarına ilâve olarak Brexit
sonrası AB ile yaşanan ticâret zorlukları, adada bağımsızlıkçı İskoç ve
İrlandalıların sesini yükseltmeye başladı.
Düne
kadar insan haklarının en iyi yaşatıldığı ve refahıyla ünlü AB ve Avrupa, son
zamanlarda yaşanan sokak olayları ve toplumsal çalkantılarla gündemde.
Avrupa’da
en stabil ülke olarak görünen Almanya ise yüksek üretim gücü ve ekonomik yapısı
sebebiyle şimdilik AB’nin geleceğini belirleyecek önemli güç olmakla beraber,
önümüzdeki yıllarda Merkel’siz bir döneme geçeceği için kendine has belirsizlikler
barındırıyor.
Birlik
görüntüsünden hızla uzaklaşan ve maske konusunda olduğu gibi aşı paylaşımında
da birbirine giren AB ülkeleri, fırsatçılık ve karşılıklı güvensizlik sebebiyle
ayrı ayrı çözümlerle Avrupa dışı ortak arayışına girmiş durumdalar.
Eğer
“millî devlet” kavramına sahip çıkamazsak ve millet olarak kendi göbeğimizi
kesemezsek, birkaç sözde uluslararası kuruluşun ve global şirketlerin pençesine
düşmek birkaç yıl bile sürmeyecek. Başsız bir canavar gibi her koldan, her
cepheden, görünür görünmez tüm mecralardan faaliyete geçen, ortak aklı olan ama
vücûdu olmayan bir düşmanla karşı karşıyayız. Kullandığı insanlar, gruplar, araçlar
ve yapıların bile bazen neye hizmet ettiğini tam olarak bilmediği ya da
önemsemediği bir ortak yaşam biçimi ile karşı karşıyayız. Tüm dünyada bireyleri
sözde özgürleştirme vaadiyle ailesinden, toplumundan, milletinden ve
devletinden koparan ve karşılığında kariyer, şöhret ya da para kazandırmayı
vaat eden bir hayâlî düşmanla nasıl mücadele edilebilir?
Bu
kadar kompleks bir düşmanı ancak devlet aklı ve kurumsal kabiliyetini diri bir
şekilde yaşamsal kılarak belki etkisizleştirebiliriz. Çünkü yok edilebilir
olmayan ancak belirli koşullarda ehlileştirilebilir ya da belki kontrol altında
tutulabilir, kaotik, çok merkezli, sanal, vücûtsuz ve açgözlü bir anlayışla
karşı karşıyayız.
İşte
bu yüzden Türkiye, Mavi Vatan, Ana Vatan, Siber Vatan, Uzay Vatan kavramlarıyla
yeni mücadele alanlarını doktrin olarak tanımlamaya çalışıyor. Hepsi bir bütün,
hepsi vatanımızın parçası, hepsi egemenlik alanımızın birer yansıması ama hepsi
için ayrı ve farklı mücadele konsepti geliştirmekteyiz. Her bir alanda verilen
mücadeleyi birbiri ile uyumlu ortak vizyon ve hedeflere göre senkronize olarak kullanmaya
devam etmeliyiz.
Örneğin
Türkiye, tüm ülkeler gibi Covid-19 küresel pandemisinden her anlamda
etkilenmesine rağmen kendine has avantajlarını en iyi şekilde yönetmekle öne
çıkıyor. Kriz durumlarına belirli oranda bağışıklık kazanmış bir ülke olan
Türkiye (toplumu), âdeta zorluklardan güç alan bir duyguyla krizleri fırsata
çevirmekte, kendi kapasitesini farklı ülkeler ve ittifaklarla entegre
edebilmektedir.
Maske,
solunum cihazı ve Covid-19 tedavisi için ilâç ihtiyacını kendisi karşılayan
Türkiye, 17 ayrı aşı çalışmasıyla da aşı rekabetinde kimseye bel bağlamamıştır.
Diğer yandan, daha erken üretilen Çin aşısını tedarik ederken Rusya ile ortak
üretim anlaşması, Almanya ile de aşı tedarik anlaşması yapmış ve bu programı kendi
aşı programına uyarlamıştır.
Ekonomik
programında tasarruf, mâlî disiplin ve reform yaparak yabancı yatırımcının yeniden
ilgisini ve dikkatini çeken Türkiye, birçok ürün ve alanda yeni ihracat
pazarlarını zorlamaya devam ediyor.
Hızla
değişen çevresel, bölgesel ve küresel şartlara uyum sağlamanın yanında uzun
vadeli kalıcı stratejik hedeflerini de terk etmeyen bir anlayışla kademeli ilerleme
stratejisi izlemekteyiz. Bu doğrultuda, örneğin Afrika kıtası, Arap coğrafyası,
Balkanlar ve Doğu Avrupa, Kafkasya ve de Orta Asya, Akdeniz, Karadeniz ve
Adalar Denizi’ne de dâhil birçok alanda ve coğrafyada attığı adımlar, insanî
yardımlar, askerî ittifaklar ve ticârî ilişkiler meyvelerini vermeye başlamıştır.
Türkiye
ve Türk insanı olarak artık sadece kendi gündemimizi takip etmek, bugünü
anlamaya ve yarını plânlamaya yeterli değildir. Tüm dünyayı her yönüyle
anlamak, analiz ve takip etmek, kendi plânlarımızı sürekli güncellemek
zorundayız.
Dayanışma,
birlikte mücadele, ortak geleceğe olan inanç, Devletimize ve Liderine olan
güven, bizim en stratejik gücümüzdür.
Şirketlere teslim olmamak için Devletimize ve kendi yerli şirketlerimize daha çok sahip çıkmalıyız.