CİHANŞÜMÛL olması, İslâmî hükümlerin belirli bir bölge veya belirli bir çağ veya insan topluluğu için değil, evrensel olduğunu gösterir. Daha ilk tatbikatında çeyrek asır bile sürmeyen bir zaman diliminde, kutlu bir millet ve Asr-ı Saadet ortaya koyan İslâm Devleti’nin yaptıkları, yapacaklarının her zaman garantisidir.
İslâm Devleti ne seçici, ne de seçmecidir. Hiçbir ahvalde bir başka devlet ve millet anlayışı ile terkib-i kabili telif değildir. İslâm Devleti kendi nevi şahsına münhasır olması cihetiyle kendisinden önceki ve sonraki bütün devlet düzenlerinden ayrılır. Zira İslâmî devlet anlayışı Vahye, diğer devletler ise tamamen beşerî akla müsteniddirler. Binaenaleyh, arada o nispette fark vardır.
İslâm, kendisinin getirdiği sosyal, ahlâkî ve entelektüel özellikleri olan adaletli bir yönetimi savunur ve yönetimde adalete ibadet kadar önem verir. Adil olmayan bir yönetim ve tutum, İslâm’a uygun değildir. Çünkü Allah, her şeyden evvel, bir şeye hüküm verildiği zaman adaletle hükmedilmesini ister (Nahl, 90).
Anlaşmazlığa düşen iki topluluk arasında (Hucurat, 9), insanlar arasında vuku bulacak anlaşmazlıkların giderilmesinde (Nisa, 58), her türlü borç, vade, alışveriş, ticaret ve şahitlikte (Bakara, 282) veya kadınlara karşı takınılacak tutumun belirlenmesinde (Nisa, 129) adaletli bir yönetimin takip edilmesi, hukukun korunması ve hakkaniyetin tesisi için vazgeçilmez bir ilkedir.
İslâm’a göre adil bir yönetimden saptıran ana faktör, kendi istek ve tutkularını ön plâna geçirerek (Nisa, 135) Allah’ın gösterdiği şekilde hareket etmeyi ihmâl etmektir. İlâhî hukukun öngördüğü ilke, kural ve hükümlere riayet, hukukî bir yönetimin tecellisinin mümkün olan tek yolu ve teminatıdır.
Bugün değişik kalıplar içinde sunulan lâiklik, demokrasi ve benzeri ifadelerin Müslümanlara karşı kurulan Batı tipi bir kandırmaca olduğu kanaatimi arz etmeliyim. Çünkü İslâm dini Allah’ın (cc) indirdiği ile hükmetmektir ki esasen “adalet” budur. İnsanlar arası ilişkileri tanzim etmekte en çok üzerinde durulan kavram, adalet kavramıdır. “Hakkı teslim etmek ve hakka/hukuka riayet etmek” demek olan adalet, insanların haklarına saygı göstermek, herkese lâyık olduğu ve hak ettiğinin karşılığını vermek gibi erdemleri içerir.
Adalet ahlâkî, hukukî, dinî ve aynı zamanda evrensel bir değerdir. Bu nedenle adalet, toplumsal hayatın esası ve mülkün temeli sayılmıştır. Kur’ân ve Sünnet’te Allah’ın (cc) adaletle hükmettiği, adaleti emrettiği ve adaletle davranmak gerektiğine dair çok sayıda mesajın yer alması, sosyal barışı sağlamak için adalet ilkesinin mutlaka hâkim kılınması gerektiğini ortaya koymaktadır.
İslâmî yönetim amaç değil, araçtır. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü de bundandır. İslâmî yönetim ilme ve barışa önem veren özgün ve evrensel bir sistemdir. Dünya ve ahiret ayrımı gibi düalist bir anlayışa sahip değildir. “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, yarın ölecek gibi ahiret için çalışmayı” esas alır.
İslâm, halkın temel hak ve hürriyetlerini koruyup her ne sebeple olursa olsun zulme asla rıza göstermez. Fırsat ve kanun karşısındaki eşitlik prensibi olmazsa olmaz şartıdır. İslâm Devleti, yönetilenler arasında güven, kardeşlik, dayanışma, hakkı gözetme ve hoşgörünün yayılmasını hedeflemiş, bunun toplumsal bazda ete kemiğe bürünmüş şekli olan “Hisbe” teşkilatını kurmuştur.
İslâmî idare, insan patentli hiçbir rejime benzemez, tamamen kendi nevi şahsına münhasır olup, onda hâkimiyet bilâkayd u şart Allah’ındır. Devlete düşen ise Allah’ın ahkâmını tanzim ve tatbiktir. Vesselâm…