
DÜNYA tarihinde eşi ve benzerine çok ama çok nadir rastlanacak bir felâket yaşandı. 6 Şubat 2023 sabahı, saat 04:17’de ülkemiz derinden sarsıldı.
Kahramanmaraş merkezli 7,7 büyüklüğündeki deprem 11 ilimizi etkiledi. Hatay’dan Malatya’ya uzanan fay hattında büyük bir acı tablo ortaya çıktı. 11 ilimizde yükselen feryatların acısı tüm ülkemizde yürekten hissedildi.
Depremin ilk şoku atlatılıp gerek Devlet, gerek millet olarak reaksiyon gösterilmeye başlanmıştı ki beklenmedik bir şey daha oldu; öğle saat 13:24’te yine Kahramanmaraş merkezli ve büyüklüğü 7,6 olan ikinci deprem meydana geldi. Ve ortaya “asrın felâketi” çıktı. Elbette yazılan neyse yaşanacak olan odur; iman ile kabul ettik. Hakk’tan gelene “Hayır” diyecek kudrette kimse yoktur. İnanan herkes bilir ki, O’ndan gelene “Hayır” demek, isyan etmektir. Oysa Rabbim, “Başınıza gelen felâketlere sabredin, Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” diyerek uyarıyor.
İkinci büyük deprem herkesi şaşkınlığa uğrattı lâkin felâketin boyutunu yüzde yüzden daha fazla artırdı. Neticede yara almış olan 11 ilimizde ilk deprem sonrası geçen yaklaşık 9 saatte bir yol alınmaya başlanmış, bir harekât plânı belirlenmiş, halk Devlet ile el ele müdahaleye başlamıştı. Ülkenin her yerinden ekipler hazırlanıp yola koyulmuş, Ordumuz bir yandan asayişi sağlarken diğer yandan enkaz kurtarma çalışmalarına katılmıştı. Ancak ikinci büyük sarsıntı tüm bu plânları bozdu. Yıkımlar iki kat arttı. Sağlam olan yollar, havalimanları, demiryolları yıkıma uğradı. Artık işler olduğundan çok daha karmaşık hâle gelmişti.
Yeryüzü adeta yarılmış, ülkenin haritadaki konumunda kaymalar olmuştu. Bölgede derinliği 30 metreyi bulan, kilometrelerce uzunluktaki toprak yarılmaları ve kaymaları oldu. Tarlaları, evleri, yamaçları birbirinden ayıran o büyük çatlak, insan dimağında karşılıksız kalıp hayretle karşılandı.
Kasabalar yıkılmış, şehirler yerle yeksan olmuştu. Binlerce yıllık kayıtlarda hemen hemen aynı merkezli ve bu denli büyük çaplı deprem oluşumuna benzer veriler tahminlere göre iki veya üçtür. Afetin büyüklüğü ve elli binden fazla canımıza mâl olması ise ne yazık ki yerine koyamayacağımız bir kayıptır. Haklı olarak yaşananlara “asrın felâketi” denildi.
Depremin ilk anından başlamak kaydıyla Devlet bütün unsurlarıyla millet ile el ele verip bir işin ucundan tutma gayretine girişti. Kısa sürede dünyanın hemen hemen her ülkesinden ekipler yola düştü ve insanlık namına yardıma koştular. Diplomatik sınırları kapanmış olan devletler bile gemilerle yardım malzemesi hazırlayıp yola düşmeden önce arama kurtarma faaliyetleri için ekipler gönderdiler. Masuma, mazluma el uzatmak, yaraları sarmak, kederi paylaşmak ve dakika harcamadan enkaz altında kalan vatandaşlarımıza ulaşma gayreti tüm dünyayı bir araya getirdi.
Acı büyüktü, yıkım daha da büyüktü. Lâkin o günlerden geriye kalan asıl yara bunlar olmadı. Gönülleri kıran, yürekleri dağlayan asıl yarayı başka yerden, içimizdeki vicdan ve iman yoksunlarından aldık. Sosyal medyada enkaz altında olduğunu söyleyenlerin büyük kısmının deprem bölgesinde olmadığı, bir kısmının ise deprem bölgesinde ama herhangi bir yıkıma uğramadığı veya yaralanmasının dahi olmaması milletin gönlünde bıçakla kesilmiş bir yara oluşturdu. O yaraya, “Ordu yok, devlet yok!” mesnetli cümleleriyle ülke gündemine oturan ünlüler ikinci bir yara daha açtılar. Milletin ferasetini, inanç ve itikadını yok sayarak yaşananları başka boyutlara taşımaya gayret edenler üçüncü yarayı açtılar.
Devlet, tüm gücüyle deprem bölgesine gidip bir yandan kışın zorlu şartlarına karşı vatandaşları hayatta tutmaya, diğer yandan enkaz kaldırma ve arama kurtarma faaliyetlerini yürütmeye, bir başka yandan hasta, yaralı ve enkazdan kurtarılan vatandaşların sağlığını koruyup düzeltmeye, öte yandan su, gıda, temel ihtiyaçlar, konteynır ve çadır temini, tıbbî malzeme ihtiyacı, çalışmalara katılmak için iş makinesi ihtiyacını karşılamak üzere pek çok koldan çalışmaya koyulmuşken, bir de bu sahte gündemle mücadele etme ihtiyacı hissetti.
Milletimiz bu tür şeyleri daha önce de gördü. Geçtiğimiz yıllarda yaşanan büyük çaplı orman yangınları esnasında video çekerek “Burada bir tane helikopter, itfaiye aracı ve ekibi yok. Nerede bu devlet!” diyenleri başka bir vatandaşımız daha geriden video çekerek ifşa etmişti. Öyle ki, video çekenlerin sağında ve solunda yangına müdahale eden binlerce devlet görevlisi, vatandaş ve onlarca araç görülüyordu. İşte tam olarak bu fikriyatta olanlar sayesinde asrın felâketinde de benzer kareleri yaşadık. Bir yanda iş makinelerini bir an evvel bölgeye ulaştırma gayretiyle kış şartlarına rağmen tekerleri alev alıp yanma noktasına gelen ve kendi hayatlarını hiçe sayarak yola devam eden şoför kardeşlerimiz varken, diğer yanda “Baraj yıkıldı” yalanıyla şehirde büyük bir karmaşaya neden olanların olduğunu millet olarak gördük, izledik.
Kişi olarak sabır sınırlarının aşıldığı bir zamanda Devlet, aklıselim davranarak bunların hiçbirine kulak asmadı. Görevlerini yerine getirme gayretiyle hep deprem bölgesinde kaldı ve her geçen gün bir öncekinden daha iyi olacak şekilde ilerleme kaydedildi.
Depremin ilk günlerinde her türlü sebep için bölgede olanlar, her nasılsa kısa süre içinde ortadan kayboldular. Bazıları depremi, orada yok olan şehirleri ve kaybettiğimiz on binlerce canı unutup kendi yaşamına döndü. Oysa depremden 300 saat sonra bile enkaz altından hayatta kalan insanlar çıkarılıyordu. Onlar acaba neye kızmıştı ki? Enkazdan günler sonra çıkarılanların hayatta kalabilmesi ancak Allah’ın inayetiyle olacağını ve bu mucizenin de ancak “Tekbir” ile karşılanabileceğini yok sayarak insanların getirdiği tekbirlere mi kızmışlardı? Öyle olmadığına inanmak istiyorum lâkin bu kez önüme başka bir tablo çıkıyor: Aynı çevreler Ukraynalı çocukların öldürülmesini kıyım olarak görürlerken, Gazze ve Suriyeli çocukların öldürülmelerini görmediler bile.
Devlet’i, depremin ilk anından sonra orada her türlü duruma el uzatıp milletiyle birlikte mücadele ederken izledik. Kaldırılan enkazlar, kurulan çadır ve konteynır kentler, ulaştırılan yardımlar, açılan sahra hastaneleri, vatandaşın hizmetine sunulan askerî çıkarma gemileri, insanları soğukta bırakmamak adına oraya gönderilen yolcu vagonları herkesin gözü önünde oldu.
O günlerde acil ihtiyaçlardan biri de hastane binalarıydı. Yıkım almış Defne Devlet Hastanesini yeniden inşâ etmek için kolları sıvayan devlet yetkililerine, “Ekranlar önünde bir miktar yeri iş makineleriyle düzelterek hastane yapılmaz, milleti kandırmayın!” diyeceklerdi ama Devlet 2 ay gibi kısa bir sürede o hastaneyi milletinin hizmetine sundu. “Depremin yıldönümünde binlerce aileyi yeniden inşâ edilecek evlerine yerleştireceğiz” diyen Cumhurbaşkanı’na demedik lâf bırakmayanları unutmadık elbette. Lâkin Devlet bunları da duymadı. Ve depremin birinci yılı dolmadan gerçekten de binlerce aileyi yeniden inşâ edilen evlere yerleştirdi. Yine aynı Devlet, yeniden inşâ edilen hastaneleri -ki içlerinden biri, bölgenin en büyük sağlık yerleşkesidir- daha geçtiğimiz günlerde hizmete aldı.
Esnafların bir şehrin can damarı olduğunu bilen Devlet, esnaflar için konteynır çarşılar inşâ etti ve borçlarını sildi. Destek paketleriyle milyarlarca liralık yardımı esnafa ulaştırdı, diğer yandan faizsiz kredi verdi. Bugünlerde bölgeden gelen görüntülere bakıldığında, elbette eskiye nazaran çok eksiğimiz olduğu görünmektedir ancak o topraklarda yaşam devam ediyor. Esnafıyla, kamu hizmetiyle, vatandaşıyla herkes acısını unutmadan, yitirdiklerini her daim yüreklerinde diri tutarak hayatına devam ediyor.
O yüzler yıllar boyunca içtenlikle gülümseyemeyecek, acı hep yürekte saklı kalacak ama yine de bugünlerde, oralarda insanların gülümseyebilmesini görmek gerçekten büyük mutluluk.
Depremde en büyük yarayı malûmunuz çocuklar aldı. Kimi ailesini kaybetti, kimi yakınlarını veya sahip oldukları her şeyi yitirdi. Her bir çocuk o kızılca kıyameti yaşadı. Büyük bir travmaydı ama Devlet çocuklarımızı da unutmadı. Okullar, psikolojik destek ve oyun alanları gibi çocuklarımızın ihtiyacı olan hizmetleri vererek bir nebze de olsa acılarını dindirmeye gayret etti.
Depremi herkesin unuttuğu bir zamanda Devlet yine deprem bölgesindeydi ve her gün taş üstüne taş koymaya devam ederek milletini yalnız bırakmadı. Gördük, duyduk, yaşadık. İnkâr eden yalancı, görmeyen kör, duymayan sağırdır. Rabbim gerçek mânâda körlükten, sağırlıktan ve inkârcılıktan uzak tutsun!
Asrın felâketinin üzerinden 1 yıl geçti. Geriye dönüp bakıldığında, bir yıllık sürede gerek dünya, gerekse ülkemizde başka olaylar yaşandı. Kimi zaman depremi unuttuk, alıştık ve sıradanlaştırdık. Lâkin Devlet bunların hiçbirini yapmadı. Bugün yükselen konutlara yerleştirilen vatandaşlar, açılışı yapılan hastaneler, yeniden imar edilen iş yerleri, ibadethaneler ve restore edilmeye başlanan tarihî mekânlar ile şehirler yeniden ayağa kalkıyor. Yeterli mi? Tabiî ki değil. Eksiğimiz var mı? Elbette. Yetişilemeyen çok iş var. Ancak dünyada benzeri olmayan bir felâket sonrası bu kadar kısa sürede böylesi merhale kaydedebilen başka bir devlet yoktur!
İmrenerek baktığımız “büyük” adıyla anılan devletlerde yaşanan felâketlerden sonra bu denli hummalı bir çalışma pek görülmüş değildir.
Devlet milletindir, millet ise Devlet’in gerçek sahibidir. Bu nedenle Devlet’in yaptığı çalışmalar göğsümüzü kabartıyor. Hükümet’i destekleyip desteklememek kişilerin fikri ve tercihidir. Saygı duymak durumundayız. Ama Devlet olarak yapılan bu denli büyük çalışmaları küçümseme gayretinde olanların varlığı aklımıza tabiî ki farklı düşünceleri düşürmektedir. Oysa el ele verildiğinde kısa sürede ne büyük işleri başarabildiğimiz gün gibi ortadadır.
Mutlaka bazı konularda anlaşmazlıklar olacak, ihtilaflar yaşanacaktır. Fikrî iklimde bunların olmasından daha doğal ne olabilir? Mesele farklı düşünce ve fikirlerin olması değildir. Mesele, Devlet’in karşısında olan fikirlerin rağbet görüyor olmasıdır.
Hükümetler kişilerden oluşur ve kişiler geçicidir. Tarihe bakıldığında, yeryüzüne iz bırakmış yüzlerce isim sayılabilir. Geriye onlardan, bıraktıkları eserler dışında başka bir şey kalmamıştır. Oysa devletler kalıcıdır. Asırlık çınarımızın kökü binlerce yıllık maziye ulaşır. İnşallah binlerce yıl daha Devletimiz ayakta kalacaktır. Cümlelerimi, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen Şeyh Edebalı’nın öğüdü ile noktalıyor ve asrın felâketinde yitirdiğimiz her cana Allah’tan rahmet diliyorum.