“Devlet nerede” mi!?

Aziz okurlar, endişe etmeyin ve korkmayın! Bu millet, sadece Allah’tan korkar. Bu savaş da sadece Allah’tan korkanlar ile Allah’tan korkmayanlar arasındadır. Üzerimize ekonomik olarak, kaos ve kargaşa olarak gelecekler ama nafile! Bu ülke, Mevlâna’nın kavliyle her bahar için yaprak dökerek büyüyen bir ulu ağaç gibi gölgesini yine mazlumların ve masumların üzerine salacaktır. Türklük ve İslâm güneşi yine Tanrı dağlarından doğup Adriyatik Denizi’nden batacaktır. Afrika’nın kara bahtı yine Türk devlet kuşu olan SİHA’larla aydınlanacaktır. Bu ülke, tarih ve coğrafyaya Selçuklu ve Osmanlı’dan daha güçlü dönecektir, sakın umutsuz olmayın!

TÜRKİYE, 6 Şubat 2023 sabahı “Asrın Felâketi” olarak adlandırılan bir depreme uyandı. Tam uykumuzda yakalandığımız bu felâkete gözlerimizi açtığımızda, Türkiye’nin sekizde birine tekabül eden bir coğrafyasını ve on üç buçuk milyonluk bir nüfusunu, deprem ahtapotunun helak edici kollarında zebun olmuş gördük.

6 Şubat sabahı, Kahramanmaraş Pazarcık merkezli 7,7 ve 6,6 şiddetinde iki ve dokuz saat sonra Kahramanmaraş Elbistan merkezli 7,6 şiddetinde bir olmak üzere aynı gün içinde üç dehşetli deprem yaşadık. Bunlara, depremin birinci günü ve onu takip eden günlerdeki -şiddetleri dört ilâ altı arasında ölçülen- artçı zelzele dalgalarını dâhil bile etmiyorum. 

Şimdi haritanın başına geçelim ve felâketin şiddet ve büyüklüğünü kavramaya çalışalım:

Bulgaristan’dan daha büyük bir coğrafya ve onlarca Avrupa ülkesinin nüfusundan daha büyük bir nüfusun üzerinden yıkıcı bir deprem geçmiş; Kahramanmaraş, Malatya, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adıyaman, Gaziantep, Kilis, Osmaniye, Hatay ve Adana doğrudan bu büyük felâkete maruz kalmış, depreme maruz kalan bölgenin mücavir illeri olan Sivas, Kayseri, Elazığ, Niğde ve Mersin, depremin üssünü kendi illeri sanarak can havliyle canlarını dışarı atmış, depremin bir kolu Suriye’nin güneybatısını yıkıp dökerek gidip Lübnan’ı vurmuş, İran ve Mısır’da ahali sokaklara dökülmüş... İşte size bu depreme neden “Asrın Felâketi” denildiğinin coğrafya üzerinden bir fotoğrafı!            

AFAD Risk Azaltma Genel Müdürü Orhan Tatar Hoca, “Asrın Felâketi” olarak nitelenen bu depremde ortaya çıkan enerjiyi, beş yüz atom bombasının ürettiği etkiye eş olarak gösterdi. Sanırım bu bombaların üç yüz ellisini sabah, yüz ellisini de öğleyin deneyimledik. Ama ne deneyimleme!

Depremin ilk üssü olan Pazarcık’a dört yüz doksan kilometre mesafedeki Niğde’de yaşayan bendeniz, midesi ağzına gelmiş ve başı ayağına inmiş bir vaziyette yataktan fırlayıp nerede olduğumu kavramaya çalışırken, varın depremin ocağındaki Kahramanmaraşlı kardeşlerimizin hâlini buna kıyas edin.

Bu büyüklük, bu şiddet ve bu yıkıcılıkta bir deprem, dünyanın istisnasız her ülkesinin anında müdahale kapasitesini aşar. İçimizde “istemezükçü” kafaların gözlerinde çok büyüttükleri efendicikleri ABD’nin 29 Ağustos 2005’te yaşadığı Katrina Kasırgası’nda nasıl eli kolu bağlı bir hâlde felâketi izlediğine ve dev imkânlarına rağmen organizasyon zaafından dolayı nasıl acz içinde çırpındığını yakından izlemiştik. Bizim yaşadığımız felâketin yanında devede kulak bile olmayan New Orleans’taki bu âfette ABD, devlet olarak âfet bölgesine ancak dört gün sonra ulaşmış ve bölge bu süre zarfında yağmacıların insafına terk edilmişti. 13 Eylül 2005’te Bush, ezik bir şekilde basının karşısına çıkarak devletin gösterdiği aczin sorumluluğunu üstlendiğini beyan etmişti.

Yine bizim “istemezükçü”lerin bir kısmının tasmasını elinde tutan Almanya, 14-15 Temmuz 2021’deki Rhineland-Palatinate eyaletinde yaşadığı sel felâketinde devlet olarak tam bir şaşkın ördeğe dönmüş, başı dururken kıçıyla suya dalmaya çalışmıştı. Bir gözünüzde büyüttüğünüz Almanya’nın o seldeki düşkün performansına bakın, bir de bizim Devletimizin 11 Ağustos 2021’de yaşadığı Kastamonu Bozkurt sel felâketindeki üstün performasına bakın! Türk Devleti’nin felâket karşısındaki kabiliyeti ile Almanya’nın durumu, küheylan ile topal eşeğin yarışından farksızdı.   

6 Şubat’ı yönetmek

Şimdi gelelim o büyük deprem felâketinin yaşandığı 6 Şubat sabahına…

Pazarcık merkezli depremin üzerinden daha yarım saat bile geçmemiş. Başkan Yardımcısı Fuat Oktay ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu AFAD merkezinde. Bölgeden gelen ilk istihbarat bilgileri ışığında felâketin büyüklüğü kavranır kavranmaz hemen uluslararası yardım çağrısını içeren dördüncü seviyede alarm veriliyor. Derhâl arama kurtarma ekipleri bölgeye seferber ediliyor. Bölgedeki arama kurtarma ekipleri doğal olarak depreme maruz kaldıkları için, kapasitelerini o an kullanamıyorlar; bunun yanında, bölgenin aldığı hasardan dolayı en yakın arama kurtarma ekibi, deprem mahalline en az beş yüz ilâ yedi yüz kilometre uzakta.

İlk ekipler Kayseri, Yozgat, Tokat, Niğde, Batman, Mardin, Elazığ ve Mersin gibi mücavir bölgelerden harekete geçiyorlar. Hatay Havaalanı depremden dolayı iptal olmuş. Demiryolları bükülmüş, karayolları yarılmış, üstündeki viyadük ve köprüler de hasar görmüş. İskenderun limanı alev alev yanıyor ve kıyısını deniz basmış. Bölge yağmur, kar, sis ve soğuk istilası altında. Ama hiçbir engel ve engelleyiciye bakmayarak devlet ve millet, ele ele verip bölgeye bir sel gibi akmaya başlamış.

Ekipler, henüz yoldayken Elbistan merkezli 7,6 depremine yakalanıyorlar. Yolda seyir hâlindeki araçların bazıları, depremin şiddetinden kaynaklı taklalar atıp yan yatıyor ve yolları kapatıyor. Bölgeye, âdetâ kusursuz işleyen bir felâket senaryosu hâkim. Buna rağmen devlet-millet seli durmuyor. Havadan uçak, helikopter ve SİHA’lar; denizden bot, gemi ve kruvazörler; karadan otomobil, otobüs, minibüs, kamyon, kamyonet, tır, iş makinası ve çekiciler tali yollardan, patikalardan, dağlardan, yarlardan geçerek olağanüstü bir gayretle yollarına devam ediyorlar. Elbette saatler kayboluyor; bir saatlik yol, en az altı yedi saatte alınıyor ama ne iradelerinde bir gevşeklik, ne de azimlerinde bir kesel var.

Bölgede binlerce konut, bağımsız birim, ahır ve dam yıkılmış. Her yer bir enkaz ormanını andırıyor. İlk ulaşan birimler hemen arama kurtarma çalışmalarına geçiyorlar ve daha ısınmadan ikinci deprem... İlk iki deprem ve artçıların yorduğu binalar, ilkinden daha şiddetli bir yıkım manzarası arz ediyor. Milyonlarca insan ayakta. Telefon hatlarında sıkıntı var. Gıda, giysi, battaniye ve çadır ihtiyacı hâd safhada ve üstelik bütün bu ihtiyaçlar aynı anda oluşmuş durumda!

Devlet ve millet milyonlarca çıplak bedeni giydirmek, milyonlarca ağzı doyurmak, yüz binlerce aileyi güvenli bir çatı altına almak zorunda. Enkazdan kurtarılan her cana bir ambulans ve sağlık ekibi tahsis etmek, her cansız bedene kimliklendirme sürecini takiben usulüne uygun bir defin yeri bulmak, her sahipsiz bebeğe müşfik bir sahiplenici bulmak zorunda.

Bunların yanında, kimi boş enkazın başında Devlet’i acz içinde göstermeye çalışan bazı habis emelli istihbaratların gizli açık aparat ve maşalarının algı oyunlarını göğüslemek, boşluğu görünce lağım faresi gibi ortalığa çıkan hırsız ve yağmacıların tepesine şahin gibi çökmek durumunda.

Aziz okurlar, kim ne derse desin, hiç kulak asmayın! Devlet ve millet ele ele verdi, milyonlarca aç ve çıplağı giydirdi. Milyonlarca aç ağza sıcak çorba sundu. Yüz binlerce aileyi emniyetli bir çadır ve çatı altına aldı. Enkazdan kurtardığı her canı memleketin her bucağındaki bir hastaneye mutlaka ulaştırdı. Devlet’i acz içinde göstermeye çalışan bedbahtların ağzını tıkayıp yalanlarının hesabını sordu. Hırsız ve yağmacılara Devlet’in asırlık adil demir yumruğunun tadını yakinen tattırdı.

Bazı kripto unsurların propaganda elemanları ile onların amaçlarına hizmet eden bazı sosyal medya şebekleri ve ucuz siyâsî ataklarla lehlerine PR yapmaya çalışan bazı politika hödükleri, işin doğasından kaynaklanan aksamaları istismar ederek koro hâlinde bir “Nerede bu devlet?” teranesi tutturdular. Nerede bu devlet ha? Bu gafillerin bakar görmez gözlerine parmaklarını sokacak kadar yakın olan Devlet’in nerede olduğunu söyleyelim de duysunlar…


Devlet nerede miydi?

A nimet nankörü istemezükçü! Devlet senin “nerede” diye boğazının deliğine kadar açılan şom ağzının tam ortasına, tependeki SİHA’lara yüklediği MAM-T’leri “Buradayım” diye tıkmamak için “Ya Sabır!” çeken SİHA operatörünün kamerasındaydı. Ortalığı boş bulduğunu sanan birkaç baldırı çıplağın bir araya gelerek orayı burayı yağmalamaya çalışırken tepelerine binen üç harflilerin (JÖH-PÖH) çelik kollarında ve müşfik coplarındaydı. “Baraj patlamış, burayı basacakmış, kaçın!” diye milleti galeyana getirmek isteyen insan kılıklı hınzırların algı oyununu bozan İletişim Başkanlığı’nın odasındaydı. “Biz buradayız, sakallı ve cübbeliler nerede?” diyerek vatan ve milletine bağlı müminleri karalamaya çalışan arsızlara inat her enkazın üstünde erdem sınavı veren ve kendini öne çıkarmaktan kaçınan inanç erlerinin dillerindeki duada ve ellerindeki kudretteydi Devlet.

Devlet, enkazdan çıkarılan yetim yavruları kapmak için “Ben babasıyım, ben amcasıyım” diye ileri atılan sahtekârların akıllarını başlarından alan ve onları doğduğuna pişman eden yol ve yöntemlerdeydi. Kurtarma ekipleri ile dostluk kılığında ülkeye gelen bazı art niyetli ülke casuslarının, maşalarıyla temas kurmak için aynı enkazda kazı yapma numarası çekerken kulağına eğilip “Coni, Hans, Abraham veya Larcani, rahat dur, çivilerim” diyen istihbaratçının tehdidindeydi. “Burada çadır yok” iftirası atarken kamerası ardındaki çadır ormanına takılan maksatlı habercinin objektifindeydi. “Burayı benim belediyem onardı” yalanını yutkunmadan söyleyen siyasinin daha lafını bitirmeden yüzlerce Devlet aracının har har çalışmasını gösteren tekzip zarafetindeydi.

Devlet, topladığı üç kuruşla kendini paralel devlet hâline getirmeye çalışanların oltasına takılan sicili bozuk bir şarkıcı bozuntusunu ve ardındaki çapulcuları “Tekyürek Türkiye” ile 115 milyar nakit ve dokuz milyon SMS ile boğan akıldaydı! 

Devlet neredeydi ha? Söyleyelim:

Kumbarasını alıp kaymakamlığa koşan Kars Digorlu küçük çocuğun gönül rahatlığındaydı Devlet. Boğasını satıp parasını depremzedelere gönderen Artvinli teyzenin fedakârlığındaydı. Oyuncaklarını ve parasını giysilerine ekledikleri “Yanınızdayız” notuyla gönderen Bingöl Adaklı’daki küçük kızların gönül zenginliklerindeydi. Topladığı yardım paralarıyla bin beş yüz uyku tulumu diktirip bölgeye gönderen ve orada tuvalet eksiğini görünce yüz seyyar tuvalet yaptırıp tırlara yükleyen Nedim abinin teşkilatçı ruhundaydı. Bayırbucak Türkmenlerinin depremdeki perişan hâllerini görünce Adana’dan ihtiyaçlarını karşılayarak kamyon sırtında gün boyu çile çekip menzile ulaştıran Fethi dostumun inisiyatifindeydi.

Devlet, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi’ni bir lojistik merkezi hâline getirerek AFAD’ın ihtiyaç listesine göre hazırladığı tırları ardı ardına kardeş üniversite Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’ne sevk eden Türkiye’nin en genç rektörü Hasan Uslu’nun ulema cedlerine yaraşır genindeydi. Topladıkları nakdî yardımları, bölgede depremden etkilenen kırk üç öğrencisine anında aktaran Niğde İletişim Fakültesi’nin idealist öğretim üyelerinin şefkatli sinelerindeydi.

Devlet, kazdığı tünellere domuz damı denen sistemle girerek canlar kurtaran Zonguldaklı madencilerin kask ışıklarındaydı. Enkazdan canlı kurtardığı her birey için gözyaşı döken JAK timlerinin asaletindeydi. Selçuk Bayraktar’ı sahada görünce, “Sen git, uçaklarını uçur, biz buraya yeteriz” diyen depremzedenin engin ferasetindeydi. Vatandaşının “Sana zahmet oldu yavrum” hitabına, “Ne zahmeti anacığım, biz senin hizmetkârınız” diyen AFAD görevlisinin vazife şuurundaydı. Kırşehir Kaman Sarıömerli köyünden kalkıp Maraş’ta enkaz kazan muhtar Abdullah’ın hizmet aşkındaydı.

Devlet, emanet aldığı bir tır dolusu yükü, önüne çıkan çapulculara karşı canını ortaya koyarak müdafaa eden şoförün emanet ahlâkındaydı. Adıyaman’ın girişine seyyar mutfaklar kurarak sıcak aş dağıtan Mardinli hayırseverin diğerkâmlığındaydı. Emanet aldığı erzak deposunu baldırı çıplak yağmacılara karşı elindeki sopa ile koruyan koca yürekli şair Mehmet Baş’ın cesaretindeydi.        

Devlet neredeydi ha? Söyleyelim:

Türkiye’nin yardım çağrısına, derme çatma arabasına çektiği Türk bayrağıyla yardım toplayan Azerbaycanlı fukara Server Beşirli’nin yüreğindeydi. Kosova Prizren’de toplanan yardımlara yüzük ve küpesini bağışlayan evlâd-ı fatihan kızının cömertliğindeydi. Aldığı emekli maaşını bağışlamak için bastonuna dayanarak düşe kalka bağış merkezine yürüyen Iraklı ninenin gayretindeydi. Sanki Türkiye’de bir spor salonuymuş gibi iğne atsan yere düşmez insanların Bakü, Taşkent, Almatı ve Bişkek’teki yardım kolilerini istif eden kardeşliklerindeydi. Otuz milyon dolarını büyük bir vakarla bağışlayıp elçiliğimizden ayrılan meçhul Pakistanlının hamiyetindeydi.

Ey dünyanın en kadim devletlerinden biri olmuş bu devleti acz içinde göstermeye çalışan istemezükçü! Bil ki, bu devlet eli kolu budandığında dahi Ergenekon’una sığınarak yaralarını sarıp cihana hükmetmiş bir mefkûrenin çocuğudur. Pandemide herkesin birbirine kapılarını kapadığı bir dönemde ceddi Mevlâna’nın “Umutsuzluk içinde umutlar parlar” sözüyle tüm dünyaya gönül kapılarını açan ve cümle mazlumlarla gönül köprüleri kuran bir anlayışın vârisidir.

Ey istemezükçü, bir bak şu deprem münasebetiyle bize candan yardım eden ülkelere! Hepsi de yüreği olup imkânı olmayan dünya ülkeleri. Tamamı mazlum ve masum ülkeler. Bu kadar mazlum ülke sesi, vicdanı ve bayrağı olarak kimi görüyor? Sadece bu ülkeyi!

İyi bak ey aymaz! Turan eller bizim derdimizle dertleniyor, bizim sevincimizle seviniyor. Balkanlarda beklenen tek şey Osmanlı asırlarının yani Osmanlı adaletinin geri gelmesi. Bunun teminatı kim? Bu ülke elbet!

Şu fakir Arnavutluk’a bak! Devlet Başkanı’nın mahcup ifadeleri ile bize 1 milyon avro bağışlıyor. Bu 1 milyon avro, ABD ve AB’nin milyar dolarlarından efdâl değil midir?  

Şu Afrika’ya bak, paraları yok ama bizim için duaya çıkmışlar, bundan büyük yardım olur mu hiç? Lâtin Amerika’ya bak, yürekleri bizim için çarpmıyor mu? Arap yönetimleri bizden uzaksa ne gam, Kâbe imamı “Türkiye” deyince giryan olmuyor mu? Söyle gafil, masum gönüllerde sevgisi böylesine yoğun tüten ikinci bir ülke var mıdır?  

Aziz okurlar, endişe etmeyin ve korkmayın! Bu millet sadece Allah’tan korkar. Bu savaş da sadece Allah’tan korkanlar ile Allah’tan korkmayanlar arasındadır. Üzerimize ekonomik olarak, kaos ve kargaşa olarak gelecekler ama nafile! Bu ülke, Mevlâna’nın kavliyle her bahar için yaprak dökerek büyüyen bir ulu ağaç gibi gölgesini yine mazlumların ve masumların üzerine salacaktır. Türklük ve İslâm güneşi yine Tanrı dağlarından doğup Adriyatik Denizi’nden batacaktır. Afrika’nın kara bahtı yine Türk devlet kuşu olan SİHA’larla aydınlanacaktır. Bu ülke, tarih ve coğrafyaya Selçuklu ve Osmanlı’dan daha güçlü dönecektir, sakın umutsuz olmayın!

“Deprem ve yaraları” mı dediniz? Merak etmeyin, Kahramanmaraş yine gözü kara yiğitleriyle gururumuz olacak, Malatya’nın kayısıları daha gümrah meyve verecek, Gaziantep Kalesi eskisinden daha heybetli duracak, Adıyaman’ın yaman bahtı yahşi olacak, Hatay hatalarından ders alıp Habib-i Neccar asaletine bürünecek, Osmaniye Amanosların kilidi olmaya devam edecek, Kilis’te kiliseleri yıkan bir iman hareketi filizlenecek, Adana gaflet gömleğini çıkarıp gayret gömleği giyecek, Şanlıurfa Nemrutlara geçit vermeyecek, Diyarbakır makus talihine galebe çalacaktır.

Aziz okurlarım, fitnenin artması sizi endişelendirmesin! Malûm, karıncanın kanatlanması, zevalinin geldiğine işarettir. Vesselâm…