Devlet mi, levent mi?

110 saatte 80 binden fazla insan enkazdan çıkarıldı. Saatte 730 insan enkazdan çıkarıldı. Dakikada 12 insan enkazdan çıkarıldı. 5 saniyede bir 1 insan enkazdan çıkarıldı. “Ortada devlet yok” naraları her atıldığında bir insan daha enkazdan kurtarılmış oluyor! Tuhaf olan, hiçbir kurtarma ekibinde hiçbir canı göçükten çıkarmamış Haluk Levent ve Oğuzhan Uğur, tüm bölgenin Superman’i ilân edilmeye çalışılıyor.

MİLLETLERİN tarihinde bin yılda bir yaşanabilecek büyük bir felâketle sınanıyoruz.

Büyük felâketler ya büyük toplumsal çözülmeleri ve kaosu, ardından topyekûn yıkılışı veya azim ve şaşaalı bir yeniden doğuşu işaret eder. Bilinen üç bin yıllık tarihiyle Türk milleti, bu felâketlerin büktüğü belini, tamamından da büyük kazanımlarla doğrultarak çıkmıştır.

Selçuklu atalarımızın uğradığı Moğol istilâsı ve bunun getirdiği kaos netice olarak Osmanlı Beyliği ile Türk cihan hâkimiyetini doğurmuş; 20’nci asrın başlarında İslâm’ın ve Türklüğün en son ocağını istilâ eden Batılı emperyallerin dişleri arasından da Anadolu’yu son ocak olarak kurtarabilmişiz.

Dünyanın yeniden kurulduğu şu hengâmda “merkezî ülke” iddiası olan bir büyük millet hâlinde yürüyüşümüz sürerken 6 Şubat’ta deprem felâketini yaşadık.

Hiç şüphesiz bu İlâhî bir takdirdir ve Allah’ın (cc) hiçbir fiili hikmetten hâli değildir.

Etrafımızı kuşatan asırlık emperyal vahşilerin kan sızan dişleri arasından akan salya, bu depremin onlarda uyandırdığı cesaretle artmış görünüyor. Bu meyanda, içimizde Batı’yı kıble edinen siyasal ve toplumsal gruplar/oluşumlar, dışarıdan aldıkları yerli işbirlikçilik görevini canhıraş şekilde ifa ederek var güçleriyle “Hükümet/Devlet düşmanlığı” yapıyorlar. Felâket bölgesinde yaşanan nizamsızlık ve olumsuzlukları yalanlarla birleştirerek “Nerede devlet?” algısına abanıyorlar.

Oysa deprem sahasında 160 bin personel, kurtarma ve iyileştirme çalışmalarını sürdürüyor. Deniz Kuvvetleri 24 gemi ve 5 helikopterle Hatay’dan Mersin’e yaralı taşıyor. Hava Kuvvetleri 69 nakliye uçağıyla Ankara ve İstanbul’a yaralı götürüyor. Kara Kuvvetleri 39 tabur ve arama kurtarma ekipleriyle gece gündüz çalışıyor. AFAD, UMKE, AKUT, Madenciler Grubu, il ve ilçe belediyelerinin arama kurtarma grupları sahada görev yapıyor.

Sahada 30’dan fazla vakıf ve dernek de barınma, giysi, sağlık ve gıda yardımı için çırpınıyor.

Ama çoğu Fetöcü on binlerce sahte hesabın, ekşi suratlı genetik artıkların, Millet İttifakı mensubu belediyelerce fonlanan çapsız ve ahlâksız kiralık kalemlerin domine ettiği sosyal medya marifetiyle çocuklar ve gençler, on binlerce kahramanı es geçip Haluk Levent ve pornografik ağızlı Oğuzhan’ı kahraman sanıyor.

110 saatte 80 binden fazla insan enkazdan çıkarıldı. Saatte 730 insan enkazdan çıkarıldı. Dakikada 12 insan enkazdan çıkarıldı. 5 saniyede bir 1 insan enkazdan çıkarıldı. “Ortada devlet yok” naraları her atıldığında bir insan daha enkazdan kurtarılmış oluyor! Tuhaf olan, hiçbir kurtarma ekibinde hiçbir canı göçükten çıkarmamış Haluk Levent ve Oğuzhan Uğur, tüm bölgenin Superman’i ilân edilmeye çalışılıyor. Sahadaki 160 bin kahramanın hakkına girilerek hem de…

Peki, yalancılar, kötüler nasıl bu kadar pervasız olabiliyorlar?

Çünkü onların kaybedebilecekleri bir vatanları yok. Vatansızların

kaybedebilecekleri bir şerefleri yok. Şerefsizler!

Burası Türkiye! Çocukların kalp ve beyinlerinin güpegündüz yağmalandığı, haysiyet ve ahlâkın “siyâsî ranta” kurban edildiği, hırsızın, talancının, yerli işbirlikçinin “milliyetçi, ahlâklı, kurtarıcı siyâsî muhalif” rolü kestiği, kripto kimliklerin, kızıl kinli dönmelerin Türk taklidi yaptığı, alenen bölücü ve zımnen terörist vatan hainlerinin ezilmiş, fukara, halkçı duyarlıklar kustuğu, dindar kisvesiyle İslâmî jargonu ağızlarından düşürmeyen vaiz görünümlü kardinali peygamberden üstün tutan ve Müslümanlardan daha çok sevdiği gâvurları babasından önce Cennet’e sokmaya çalışan ABD’nin muteber elemanlarının koro hâlinde “Adalet!” diye havladığı bir garip ülke…

Dahası, halkının ekseriyeti Müslüman olan bu ülkede deprem, seküler imansızlık tarzını dayatmanın bir aracı yapılıyor. “Doğal afet” ifadesi bile “İlâhî takdir” ilkesini silmiş bir zihnin ürünü. Seküler cemaat, misal, Japonya güzellemesi yaparken, onların “Müslüman” olmamasını, bizimse Müslümanlığımızı imansızlıklarının dayanağı yapıyor.

Halkın taze acıları ve bina enkazı üzerinde tepinen güruhun görünürdeki profili “siyâsî muhalif”. Oysa derinlere inildikçe bu tiplerin yerli işbirlikçi kimlikleri inkâr edilemez netliğe kavuşuyor. Kimi bir siyâsî parti örgütünün üst düzey temsilcisi, kimi “çağdaş, Kemalist, lâik” duyarlıklarla kurulmuş bir derneğin yöneticisi, kimi “bağımsız” medya çalışanı/muhabiri kılığında milletimizin yaşadığı bin yılın en büyük felâketini siyâsî rantın da ötesine geçip “işgal edilmeye hazır bir ülke” ortamı sağlamanın fırsatı olarak görme derdinde.

Deprem bu alçaklar için bir fırsat idi; iç savaş ve kargaşa, yönetilemez bir afet, yönetilemeyen Türkiye… Yağmalar ve sair beklentilerle, açık yaralarımızı kanatmaya, enfekte etmeye canhıraş bir tavırla yöneldiler. Fakat eksiklerine rağmen Hükümet, milletle el ele bu sorunu iyi kötü yönetiyor ve yerli işbirlikçi hainlerin elleri böğründe kaldı. Oysa ABD’ye de güvenmişlerdi. Dezenformasyon ve manipülasyon ile soslanmış, iftira ve yalan olduğu dakikasında ifşa edilen haberler onlara bekledikleri altın vuruşu yaptıramadı. Bu yüzden çok öfkeliler.