Devlet hayatında tesadüflere yer yoktur!

Bu karar daha da fazlasıyla, sabır ve akılla hareket eden, sadece bugünü değil, geleceği işaret eden bir devlet aklının ürünüdür. İlgilenenler, 10 Temmuz 2020 tarihli Danıştay 10’uncu Dairesi’nin dosya karar gerekçelerini okumalıdırlar. İdarî yargılama usûlünün incelikleri, vakıf hukukunun üstünlükleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay içtihatlarının ilkesellikleri... Hepsi gerekçede yer bulmuş!

15 Temmuz darbe girişimine karşı millî duruş ve de “darbe” başlıklı bir işgale karşı milletimizin canı pahasına sahip çıktığı bağımsızlık ruhu ile can bulan bir sürecin meyvesidir “Ayasofya Camii”...

Selçuklu dönemine ait bir atasözü der ki, “Sabır, ikinci akıldır”.

Atasözünde işaret edildiği gibi, devlet hayatı da sabır ve akılla şekillenir, tesadüflerle değil!

Danıştay’a yapılan başvuru üzerine verilen karar hukukîdir, ancak etkileri itibariyle siyâsî sonuçları vardır. İşte bu sebeple Danıştay kararı her iki yönüyle de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kararıdır.

Öyle ki, zaman içerisinde küresel etkileşimlerini izlediğimizde, kararın, taşıdığı anlam ve etki gücü itibariyle yurtiçinden daha çok yurtdışına hitap ettiğini göreceğiz. Kısa vadeli siyâsî etkileşimler açısından yurtiçine dönük olarak yorumlansa bile geniş zamanda ve global ölçekte kelebek etkisi ya da derin dalgayla ulaşacağı yerlerdeki sosyal, siyâsî ve psikolojik etkilerinin daha uzun vadeli ve kalıcı sonuçlar üreteceği beklenmelidir.

Çünkü Türkiye’nin tarihî perspektifi ve coğrafî etkileşimi çok geniş bir alanda sosyal dinamikler üretme kapasitesine sahiptir. Bu etkileşim ve dinamiklerin ürettiği moral etki ile geleceğe dönük oluşan mesajın üstleneceği misyon, başka bir ülke, millet ya da devlette olmayan ve devredilemez bir konumdadır.

Bu etkileri aylar ve yıllar içinde hep birlikte izleyip göreceğiz. Ancak bu kararı 15 Temmuz 2016 gecesi gerçekleşen darbe ve işgal girişiminin dördüncü yıldönümünden bağımsız okumak ve yorumlamak yetersiz olur.

Çünkü bu, sadece bir mahkeme kararı, milletimizin hasretinin sona ermesi ya da ecdâdımız Fatih Sultan Mehmed Han’ın vakfiyesinin gereği değildir. Bu karar daha da fazlasıyla, sabır ve akılla hareket eden, sadece bugünü değil, geleceği işaret eden bir devlet aklının ürünüdür.

İlgilenenler, 10 Temmuz 2020 tarihli Danıştay 10’uncu Dairesi’nin dosya karar gerekçelerini okumalıdırlar.
İdarî yargılama usûlünün incelikleri, vakıf hukukunun üstünlükleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay içtihatlarının ilkesellikleri... Hepsi gerekçede yer bulmuş!

Ayasofya Camii hakkında alınmış olan karara yansıyan teknik ve hukukî kısımların yanı sıra, karara yansımayan ama kararın rûhuna can veren ve hattâ alınmasının iklim şartlarını oluşturan bir devlet ve siyaset aklı vardır.
Anayasa’ya, kanunlara ve hukuka bağlı ama bağımsız karakteriyle, millet adına karar alan yüksek yargı kurumlarımızdan biri olarak Danıştay’ın bu bağımsız siyâsî iklimden güç almaması ise mümkün değildir. Karar için mücadele verilmesine ve müspet yönde çıkmasının hukukî ve de teknik olarak gerekli olmasına rağmen siyâsî iklim şartlarının oluşması için çok uzun yıllar geçmesi gerekmiştir. Tabiî ki Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, iç ve dış odakların baskı ve tehditlerine karşı duracağından emin olunmasaydı, bu kararın alınması ve hayata geçmesi başka bir baharı beklerdi. Ama bu karar muhakkak çıkar, yine de ecdat yadigârı ve fethin sembolü mabedimiz milletimizle er ya da geç kavuşurdu.

15 Temmuz’dan Ayasofya kararına bağlanan psikoloji

10 Temmuz 2020 günü millet ve hattâ ümmet olarak büyük bir sevinç yaşadık, bir kavuşma, buluşma üzere heyecanlandık. Yıllarca Ayasofya Camii’nin müze olması hâline, vakfiyesine ve vakıf hukukuna rağmen, milletimizin beklentisine uygun olmayan bir şekilde hem hukukî, hem de vicdanî açıdan son derece tartışmalı bir uygulamaya son verilerek, vakfedildiği yönde hizmet etmesi için karar verildi. Hemen sonrasında da Cumhurbaşkanlığı Kararnâmesi ile ibadete açılması ve dinî fonksiyonları bakımından yetki ve sorumluluğu Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilmesi önemliydi.

15 Temmuz darbe ve işgal girişiminin yapıldığı haftaya denk gelen 10 Temmuz 2020 tarihli Danıştay kararı ile bir bakıma; 15 Temmuz’daki hâdiseye “darbe” diyemeyenlerin, 15 Temmuz’da FETÖ ve işbirlikçi hainlerin yabancı odaklarla birlikte bu vatana, devletimize kurduğu tuzağa karşı açıkça sesini yükseltemeyenlerin, 15 Temmuz’a “kontrollü darbe” diyerek hedef saptırmak veya olayı hafifletmek isteyenlerin, 15 Temmuz sonrası devletimizin -milletimizin desteği ile- olağanüstü hâl ilân ederek hızla ve topyekûn mücadelesini sözde bir “sivil darbe” olarak tanımlayıp kahramanca verilen demokrasi mücadelesini gölgelemek isteyenlerin, 15 Temmuz gecesi darbecileri alkışlayıp sevinçle başarılı olmasını dileyenlerin ve yine o gece sabaha kadar sessizce ve hattâ umutla darbecilerin başarılı olmasını pusuda bekleyen iç ve dış odakların, “15 Temmuz kime yaradı?” diyerek karnından konuşanların, darbecilere/FETÖ’ye ve darbeye karşı net ve de ilkeli bir şekilde vatansever bir tavır alamayanların, siyaset üstü bir anlayışla devletinin ve milletinin ve de şehitlerinin yanında duramayıp kendi değerleriyle barışamayanların bu karara da yine çeşitli şekillerde itiraz ettiklerini görüyoruz.

İşte bu tip millet düşmanları ile darbe sevici ve millet iradesini sindiremeyen anti-demokratlar, son olarak Ayasofya Camii hakkındaki Danıştay kararı ile bir kez daha ifşa oldular!

Ayasofya Camii hakkındaki Danıştay kararı ve Cumhurbaşkanlığı Kararnâmesi, bir yanıyla 15 Temmuz 2016’da ülkemizi işgal etmek isteyenlere içten içe sahip çıkan, teslimiyetçi ve işbirlikçilerin bir kez daha gözlerine âdeta far tutmuş, onlar da birer tavşan gibi açığa çıkarak yakalanmışlardır.

Aslında milletimizin büyük oranda memnun olduğu, toplam siyaset ve devlet aklının onayı ve kabulüyle ortaya çıkan bu karar, son derece haklı, vicdani ve hukuki dayanakları olmasına rağmen, siyaset ve fikir hayatının bazı kirli yüzlerini yeniden köpürterek yüzeye çıkarmıştır.

Tarihî heyecana şâhit olmak

Açıkçası karar için Temmuz ayı son derece isabetli olmuştur. Bilinir ki, devlet hayatında tesadüflere yer yoktur ve milletimizin yüzyıllar boyunca koruduğu bağımsız karakterinin gereği olarak bu karar alınmıştır.

Bu karar, sadece İstanbul’un Fethi’nde şehit düşenlerin değil, Çanakkale ve İstiklâl Savaşı gibi harpler ile 15 Temmuz darbe ve işgal girişimine ve teröre karşı verilen tüm mücadeleler de dâhil olmak üzere vatanı ve İstanbul’u müdafaa eden tüm şehitlerimize borçlu olunan bir karardı. Alınan kararın, bugüne kadar bağımsızlığımız ve istiklâlimiz için şehit düşmüş olanlarla beraber 15 Temmuz gecesi ile sembolleşen bağımsızlık şehitlerimize hürmetin gereği Temmuz ayında alınmış olması, son derece anlamlı olmuştur!

Evet, Danıştay’ın kararı hukukîdir, ancak sonuçları ve geçmişi itibariyle doğrudan bağımsızlığımızın bir işareti, egemenliğimizin gereği ve milletimizin talebi için alınması gereken, zamanı gelmiş bir karardır. Tüm yönleriyle yerinde olan bu haklı karar, hukukî, siyâsî, sosyolojik, idarî ve diplomatik etkileri ile elbette düşünülmüştür.

Devletimizin ve milletimizin yüksek bağımsızlık anlayışının ve karakterinin gereği olarak, 15 Temmuz darbe ve işgal girişimine karşı yapılan mücadele hiçbir şekilde tavsamamalı, hafife alınmamalı, tamamlanmış ve geride kalmış bir tehdit olarak görülmemelidir.

Tarihimizde yaşadığımız tüm bâdireler, savaşlar, tehditler ve ihanetlerden aldığımız dersler gibi, 15 Temmuz darbesinin, bin yılın en öğretici ihaneti, saldırısı ve olayı olarak her yönüyle bugün ve yarın, daima dikkate alınması gerekmektedir!

10 Temmuz 2020’de Ayasofya Camii hakkındaki kararın alınmasını sağlayan en önemli unsurlar; yüce milletimizin yüksek karakteri, bağımsızlığına düşkünlüğü, farklı inançlara karşı hoşgörülü beşerî hayatından aldığı cesaret ve özgüvendir. Tüm dinlerin özgürce yaşanabildiği nâdir bir ülke olan Türkiye’ye karşı bu yönüyle bir üstünlük sağlayabilecek tek bir devlet, millet ya da şehir yoktur.

Yeryüzünde inanç özgürlüğü konusunda en iddialı, geçmişi temiz, alnı ak, kendisinden emin tek millet ve devlet, Türkler ve Türkiye’dir.

Tüm yönleriyle Danıştay’ın ve Cumhurbaşkanımızın kararı ile Ayasofya Camii’nin yeniden ibadete açılması ve cami olarak iade-i itibarının gerçekleşmesi, Fatih Sultan Mehmed Han’ın vakfiyesi gereğidir ve yapının kültür mîrası yönüyle ziyaretine ve kültür varlığı olarak korunup yaşatılmasına engel değildir.

İnanıyorum ki, İstiklâl Şairimizin, Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?/ Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ” mısralarında ifade edilen tüm şehitlerimiz, Ayasofya Camii ile beraber ülke sınırlarımız içinde özgürce ibadetini yapan Müslim ve gayr-i Müslim tüm insanlarımızın hayır duâsından nasibini alacaktır.

Gayr-i Müslim de olsa, bu vatanda yaşayan herkes, şehitlerimizin sayesinde özgürce inancını yaşamakta ve ibadetini edâ etmektedir. Onlar isteseler de, istemeseler de, özellikle şehitlerimize duâ etseler de, etmeseler de bu topraklar için şehit olan ceddin ve neslin her biri, bu topraklardan ortaya çıkan her türlü iyilikten, hayırdan ve duâdan nasibini alacaktır inşallah. Nasıl ki diktiğiniz bir ağacın bile meyvelerinden, gölgesinden ve çeşitli şekillerde insana, hayvana, kurda veya kuşa faydasından oluşan sevabının kişi ölmüşse bile amel defterine sevap olarak yazıldığı söylenir, zaten Cennet ile müjdelenmiş şehitlerimiz de bu cennet vatanda yaşanan her iyilikten payına düşen mutluluğu yaşamaktadır inşallah.

Bu vesileyle, Ayasofya Camii’nin yeniden hizmete açılması ve 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü sebebiyle tüm milletimizi yürekten tebrik ediyor, gelmiş geçmiş tüm şehitlerimize rahmet diliyor ve gazilerimize minnetlerimi sunuyorum.