BAZI iktidar sahipleri
tarafından zulme uğrayıp da iktidara geldiğinizde onların uyguladığı zulmü
uygularsanız, yenilmiş olursunuz…
İktidara
gelindiğinde tarafınızca edilen zulüm, sadece size düşman kazandırmaz, ayrıca
devlet algısında da çarpıklığa yol açar.
15
Temmuz öncesinde, “En İğrenç Strateji” başlığıyla bir yazı kaleme almıştım.
Yazıda kısaca, FETÖ ve benzeri örgütlerin sızdıkları alanlar bakımından çok
sinsi bir plânı yürüttüklerini anlatmış, FETÖ ve benzeri örgütlerin
mensuplarını karşı uygulanan yanlış yargılama yöntemleri nedeniyle
kendilerinden sonraki nesillerin devlete düşman olacaklarını ifade etmiştim.
Şöyle
ki, Ergenekon sürecinde de gördük, FETÖ sürecinde de, devlet memuru olarak
görev yapan özellikle bir askeri, polisi, istihbaratçıyı ve diplomatı yargılarken
o kişinin ailesine, özellikle çocuklarına karşı bütün verileriyle şeffaf olmaz
ve o aileye, özellikle çocuklara psikolojik işkence yaptığınızı bir de belli
ederseniz, zamanında devleti ve milleti koruduğunu düşündüğü “kahraman”
babasının ve annesinin bu devlet ve bu millet tarafından vefasızlığa uğradığını
düşünen yeni nesil, bu devlete ve bu millete düşman olur.
Dün
bir camide itikafa girenlerin polis tarafından zorla camiden dışarı atıldıklarına
şahit olduk.
Deniliyor
ki, “Sokağa çıkma yasağına rağmen bunu yaptıkları için polis müdahale etti”.
Geçiniz!
Deniliyor
ki, “Onlar falanca cemaatin, hatta örgütün üyeleriydi, provokasyon
yapıyorlardı”. Geçiniz!
Gezi
Olayları’nın başladığı günün bir gece öncesinde, polis ve zabıta, Gezi Parkı ve
civarında sözde ağaçların kesilmesini engellemek üzere kurulan çadırları ateşe
vermişti. Bu öyle alçak bir hamleydi ki Devletimize günlerce problem çıkaracak
bir kalkışmanın asıl fitili böylece yakılmıştı.
Yine
Gezi Olayları sırasında bir camiye sözde sığınan ve güya yaralıları tedavi eden
göstericiler polis müdahalesiyle camiden çıkarılmış, bu müdahale günlerce
konuşulmuş, cami imamının ifadeleri ve görevden alınması büyük tartışmalara
neden olmuştu.
Bu
tuzakları ve iktidar partisinin sürekli bu tuzaklara düşen tavrını bir kenara
bırakalım ve en iğrenç stratejinin ikinci ayağında, dün camide itikafa girmiş
kişilerin çocuklarının ne düşüneceklerini kısaca hayâl edelim:
“Tam kapanma olmuş
ve de Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’nın ortak kararıyla
turistlere yönelik hiçbir yaptırıma yer olmadığına karar verilmişti o günlerde…
Evet, Ramazan’dı. Ramazan günlerinde Müslüman ülke Türkiye’de alkol satışı bir
hak olarak görülüyor ve satış yasağı konusu tartışılıyor, turistler o Ramazan
günlerinde diledikleri gibi eğlenirlerken ülke vatandaşları izinsiz dışarı
çıktıklarında cezaya uğruyorlardı. Babam gibi bir grup Müslüman, Kadir
Gecesi’nin arandığı Ramazan’ın son on gününü itikafta geçirmek üzere camiye gitti.
Ne mi oldu? Bu devletin polisleri onları yaka paça Allah’ın evinden çıkardı,
gazlı müdahalede bulundu. Hatta bazılarının anlattıklarına göre polisler
postallarıyla girmişlerdi camiye… O gün karar verdim ki, babam ve yanındakiler
İslâm’ın asıl gür sedasıdırlar. Ve ben, onların haklarını söke söke alacağım!”
Belli
ki tuzağa düşmek, birilerinin hoşuna gidiyor. Diyorlar ki, “Her gün bir Amr
çıksın karşımıza, mızrağının ucuna Mushaf’ı takıp takıp gelsin”…
Yalnız
tuzağa düşenler de üçe ayrılıyor: Birincisi, meselâ camidekilere müdahale
ederken ölçüyü kaçıranlar… İkincisi, meselâ camidekilere müdahale edilmesi
kararını alanlar ve onay verenler… Üçüncüsü, meselâ camidekilere müdahale
edilmesi kararını alıp onay verenleri o mâkâmlara oturtanlar…
Müslüman
bir yerinden iki kez ısırılmaz, öyle mi?
Hadis okumak kolay, Yaşayan Kur’ân’a uymak çok mu zor?