“BİR lisan, bir insan”
sözü, insanı çoğaltan yola işaret eder; duygu, düşünce, eylem olarak insanı
çoğaltan… Peki, “bir lisan” kaç devlet eder? Veya “Bir lisan, bir devlet”
diyebilir miyiz?
Bir
de dil üzere atasözlerimiz vardır. Atasözlerininse ortak bir vurgusu; “Dilin
kemiği yoktur” ve “Ne gelirse başa, dil yüzündendir” gibi… Hatta şu tespiti
yapabiliriz: Dil, genellikle “kontrolü zor” bir organdır. Fakat dil, sonuçta
iletişim organıdır ve dilsiz kalındığında meseleyi anlatmak diğer organlara
kalır. Ancak hiçbiri dilin yerini tutamaz. Hatta her şeyi yazarak iletişim
kursak bile, hiçbiri dil kadar kıvrak ve etkili değildir.
Devletin
de organları vardır ve dil işlevinde kullandığı bir organı mevcuttur:
“Hükûmet”… Yani iktidar… Oysa galat-ı meşhur olarak devletin beyni sanılır
iktidar. Öyle değildir. Evet, ikisi de “kafa”da olur ama hükûmet/iktidar,
devletin sadece dil organıdır. Zaten hiçbirimiz “devlet aklı” derken hükûmeti
kastetmeyiz. Öyle olsaydı, her hükûmet değişikliğinde “beyin nakli”
gerçekleşirdi.
O
zaman odaklanmamız gereken şudur: “Beyin ve dil ilişkisi”...
Meselâ
bir hükûmet sözcüsü tarafından, “Milletvekili arkadaşımızın fikirleri
partimizin görüşlerini yansıtmamaktadır” deniliyor. Fakat sıcağı sıcağına, o
milletvekili ya uyarı cezası alıyor veya bir statüsü varsa elinden alınıyor.
Neden? Çünkü devlet aklı yani beyin ile dil arasında bir uyumsuzluk görüntüsü
oluşuyor. Tıpkı dili dönmeyen birinin iyice dili kaydığında bu durumun bir
beyin kanamasına işaret etmesi gibi...
Peki,
özgür düşünce ve özgür ifade, nasıl devletin garantisi altında kalabilir?
Meselâ
devlet, kendi adına konuşmayan her dili “Diline kurban!” diye destekliyor mu?
Tabiî ki hayır! Devlet, kendi aklına uymayan her dili ya susturur, ya koparır ya
da en hafifiyle o dile bir dilaltı hapı verir.
Örneğin,
özellikle bu aralar, devlet aklı NATO karşıtlığına ve ülkenin müttefikleri
aleyhinde dillerin uzamasına izin verir mi? Vermez. Kaldı ki, devletler
birbirlerinin dilinden anlarlar ve bu şekilde konuşurlar. O zaman “Dili olan
konuşuyor” kampanyasına katılan birçok insanın derdest edilmesini nasıl
yorumlayacağız?
Örneğin
bir galat-ı meşhur daha: Gazeteciler kendilerini “toplumun dili” diye
sunuyorlar. Yani devlet aklı ile bağlantısız toplum aklının dili diye
kendilerini pazarlıyorlar. Peki, gazeteciler hapse atılınca, devlet, toplumu
susturmuş mu oluyor?
Demek
ki burada bir paradoks var. Veya devletin dilinden, toplumun dilinden
anlamayanlar var. Veya bizdeki İngilizce sendromu gibi bir dil sendromu söz
konusu.
Devlet
aklının kullandığı dil hükûmet ise, o zaman her hükûmet, aslında devlet aklına
tâbi demektir. Oysa hükûmeti halk seçiyor. Yani hükûmetin bizzat toplumun dili
olması ve öyle kalması gerekiyor. Ancak hükûmet olununca toplumun dili nedense
gazeteciler oluveriyor? Zaten “özgür basın” etiketlemesi de bu yüzden
kullanılıyor. Oysa “parti disiplini” adı altında bir “susturucu” kullanılıyor.
Peki, tetiği kim çekiyor? Devlet mi? Yani devlet aklı, istediği dili hükûmet
üzerinden mi koparıyor? Ve dilin kemiği olmadığı için, çoğu zaman dil kazası bu
yüzden mi yaşanıyor? Meselâ muhalefet partilerine, “Bu mesele, devlet
meselesidir, ortak dil olmalı!” dediğimizde, muhalefetin de aslında devlet
aklına tâbi olması gerektiğini mi hatırlatıyoruz?
Mısır,
BAE, Suudi Arabistan ve hatta yavaş yavaş ABD ile ilişkilerdeki dil sürçmesi
veya dilin dönmesi, bu bağlamda yani beyin-dil ilişkisinde mi izahını
bulmaktadır? “Devletler arasında ebedî dostluk ve ebedî düşmanlık olmaz”
tecrübesi dahi dile verilen bir esneklik midir?
Oysa
bizim bildiğimiz kadarıyla devlet aklının da, onun dilinin de kemiği vardır. En
azından kemik kadar sert ve hatta daha zor kırılan bir kıkırdak yapısı
mevcuttur. Dolayısıyla bu dili evirip çevirmek her babayiğidin harcı değildir!
Tabiî
bu arada, dil organı ile “lisan” anlamındaki bu organın marifetlerini ayırarak
devam edelim yazımızın başında sorduğumuz üzere “Devlet kaç dillidir?” diyerek...
Şöyle
dile getirelim: TRT World, TRT Arabic, TRT Kürdi, TRT French var. Fakat TRT Chinese,
TRT Farsi veya TRT Russian yok meselâ. Neden? Dilimiz mi dönmüyor, yoksa bu
diller konusunda “Anlıyorum fakat konuşamıyorum” eşiğinde miyiz?
Türkiye’nin
artık bir NATO meselesi var ve bu konuda dili döndüğünce konuşmak durumunda.
Hatırlar mısınız, Macron bile dilini uzatmış, “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir!”
demişti de ABD hemen Macron’un diline biber sürmüştü. Çünkü ABD devlet aklının
hükûmeti NATO’dur! NATO dili ABD beyni ile ilişkili konuşursa sorun olmuyor,
ancak dil ve beyin arasında uyum olmazsa, o zaman bu durum bir soruna işaret
ediyor.
Rusya-Ukrayna
olayının da bir dili var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın
NATO üyeliğiyle ilgili sözleri de aynı dilden. Oysa tarih bize bir şey öğretmiştir:
İnsan da, devlet de çok dilli olmalı. Fakat “resmî dil” bir tanedir. Türk
devlet aklının acaba “resmî dili” nedir? NATO mu? O, ABD’nin dilidir. NATO
üyesi olarak biz bir “yabancı dil” biliyor oluyoruz ve o dilden anlayıp
konuşarak ilişkiyi sürdürüyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, acaba “Dünya 5’ten büyüktür!” derken resmî dili mi kullanıyor? Çünkü 5’in dışındaki dünyayı yüzlerce yıl Türk Devleti yönetti. Ve dediğimiz gibi, dilin kemiği yok fakat devlet dilinin kemiği var!