Devlet aklı kaç dillidir? Devlet dilinin kemiği var mıdır?

Rusya-Ukrayna olayının da bir dili var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğiyle ilgili sözleri de aynı dilden. Oysa tarih bize bir şey öğretmiştir: İnsan da, devlet de çok dilli olmalı. Fakat “resmî dil” bir tanedir. Türk devlet aklının acaba “resmî dili” nedir? NATO mu? O, ABD’nin dilidir. NATO üyesi olarak biz bir “yabancı dil” biliyor oluyoruz ve o dilden anlayıp konuşarak ilişkiyi sürdürüyoruz.

“BİR lisan, bir insan” sözü, insanı çoğaltan yola işaret eder; duygu, düşünce, eylem olarak insanı çoğaltan… Peki, “bir lisan” kaç devlet eder? Veya “Bir lisan, bir devlet” diyebilir miyiz?

Bir de dil üzere atasözlerimiz vardır. Atasözlerininse ortak bir vurgusu; “Dilin kemiği yoktur” ve “Ne gelirse başa, dil yüzündendir” gibi… Hatta şu tespiti yapabiliriz: Dil, genellikle “kontrolü zor” bir organdır. Fakat dil, sonuçta iletişim organıdır ve dilsiz kalındığında meseleyi anlatmak diğer organlara kalır. Ancak hiçbiri dilin yerini tutamaz. Hatta her şeyi yazarak iletişim kursak bile, hiçbiri dil kadar kıvrak ve etkili değildir.

Devletin de organları vardır ve dil işlevinde kullandığı bir organı mevcuttur: “Hükûmet”… Yani iktidar… Oysa galat-ı meşhur olarak devletin beyni sanılır iktidar. Öyle değildir. Evet, ikisi de “kafa”da olur ama hükûmet/iktidar, devletin sadece dil organıdır. Zaten hiçbirimiz “devlet aklı” derken hükûmeti kastetmeyiz. Öyle olsaydı, her hükûmet değişikliğinde “beyin nakli” gerçekleşirdi.

O zaman odaklanmamız gereken şudur: “Beyin ve dil ilişkisi”...

Meselâ bir hükûmet sözcüsü tarafından, “Milletvekili arkadaşımızın fikirleri partimizin görüşlerini yansıtmamaktadır” deniliyor. Fakat sıcağı sıcağına, o milletvekili ya uyarı cezası alıyor veya bir statüsü varsa elinden alınıyor. Neden? Çünkü devlet aklı yani beyin ile dil arasında bir uyumsuzluk görüntüsü oluşuyor. Tıpkı dili dönmeyen birinin iyice dili kaydığında bu durumun bir beyin kanamasına işaret etmesi gibi...

Peki, özgür düşünce ve özgür ifade, nasıl devletin garantisi altında kalabilir?

Meselâ devlet, kendi adına konuşmayan her dili “Diline kurban!” diye destekliyor mu? Tabiî ki hayır! Devlet, kendi aklına uymayan her dili ya susturur, ya koparır ya da en hafifiyle o dile bir dilaltı hapı verir.

Örneğin, özellikle bu aralar, devlet aklı NATO karşıtlığına ve ülkenin müttefikleri aleyhinde dillerin uzamasına izin verir mi? Vermez. Kaldı ki, devletler birbirlerinin dilinden anlarlar ve bu şekilde konuşurlar. O zaman “Dili olan konuşuyor” kampanyasına katılan birçok insanın derdest edilmesini nasıl yorumlayacağız?

Örneğin bir galat-ı meşhur daha: Gazeteciler kendilerini “toplumun dili” diye sunuyorlar. Yani devlet aklı ile bağlantısız toplum aklının dili diye kendilerini pazarlıyorlar. Peki, gazeteciler hapse atılınca, devlet, toplumu susturmuş mu oluyor?

Demek ki burada bir paradoks var. Veya devletin dilinden, toplumun dilinden anlamayanlar var. Veya bizdeki İngilizce sendromu gibi bir dil sendromu söz konusu.

Devlet aklının kullandığı dil hükûmet ise, o zaman her hükûmet, aslında devlet aklına tâbi demektir. Oysa hükûmeti halk seçiyor. Yani hükûmetin bizzat toplumun dili olması ve öyle kalması gerekiyor. Ancak hükûmet olununca toplumun dili nedense gazeteciler oluveriyor? Zaten “özgür basın” etiketlemesi de bu yüzden kullanılıyor. Oysa “parti disiplini” adı altında bir “susturucu” kullanılıyor. Peki, tetiği kim çekiyor? Devlet mi? Yani devlet aklı, istediği dili hükûmet üzerinden mi koparıyor? Ve dilin kemiği olmadığı için, çoğu zaman dil kazası bu yüzden mi yaşanıyor? Meselâ muhalefet partilerine, “Bu mesele, devlet meselesidir, ortak dil olmalı!” dediğimizde, muhalefetin de aslında devlet aklına tâbi olması gerektiğini mi hatırlatıyoruz?

Mısır, BAE, Suudi Arabistan ve hatta yavaş yavaş ABD ile ilişkilerdeki dil sürçmesi veya dilin dönmesi, bu bağlamda yani beyin-dil ilişkisinde mi izahını bulmaktadır? “Devletler arasında ebedî dostluk ve ebedî düşmanlık olmaz” tecrübesi dahi dile verilen bir esneklik midir?

Oysa bizim bildiğimiz kadarıyla devlet aklının da, onun dilinin de kemiği vardır. En azından kemik kadar sert ve hatta daha zor kırılan bir kıkırdak yapısı mevcuttur. Dolayısıyla bu dili evirip çevirmek her babayiğidin harcı değildir!

Tabiî bu arada, dil organı ile “lisan” anlamındaki bu organın marifetlerini ayırarak devam edelim yazımızın başında sorduğumuz üzere “Devlet kaç dillidir?” diyerek...

Şöyle dile getirelim: TRT World, TRT Arabic, TRT Kürdi, TRT French var. Fakat TRT Chinese, TRT Farsi veya TRT Russian yok meselâ. Neden? Dilimiz mi dönmüyor, yoksa bu diller konusunda “Anlıyorum fakat konuşamıyorum” eşiğinde miyiz?

Türkiye’nin artık bir NATO meselesi var ve bu konuda dili döndüğünce konuşmak durumunda. Hatırlar mısınız, Macron bile dilini uzatmış, “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir!” demişti de ABD hemen Macron’un diline biber sürmüştü. Çünkü ABD devlet aklının hükûmeti NATO’dur! NATO dili ABD beyni ile ilişkili konuşursa sorun olmuyor, ancak dil ve beyin arasında uyum olmazsa, o zaman bu durum bir soruna işaret ediyor.

Rusya-Ukrayna olayının da bir dili var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğiyle ilgili sözleri de aynı dilden. Oysa tarih bize bir şey öğretmiştir: İnsan da, devlet de çok dilli olmalı. Fakat “resmî dil” bir tanedir. Türk devlet aklının acaba “resmî dili” nedir? NATO mu? O, ABD’nin dilidir. NATO üyesi olarak biz bir “yabancı dil” biliyor oluyoruz ve o dilden anlayıp konuşarak ilişkiyi sürdürüyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, acaba “Dünya 5’ten büyüktür!” derken resmî dili mi kullanıyor? Çünkü 5’in dışındaki dünyayı yüzlerce yıl Türk Devleti yönetti. Ve dediğimiz gibi, dilin kemiği yok fakat devlet dilinin kemiği var!