İNSAN psikolojisi
abartıyı ve abartmayı çok sever. Hep gösterişten yanadır. Hele de terbiye
edilmemiş bir nefse sahipse, büyüklenme, kibirlenme kaçınılmaz olur ve hep “Ben”
der.
Terbiye
edilmemiş benlik duygusu “İblisî” bir duygudur ve bu tür benlik duygusu “en’âniyet”,
“egosantrizm”, “narsisizm” gibi duyguları sürekli olarak besler.
Aynı
zamanda insanoğlu hevâ ve heveslerine düşkün bir varlıktır. Dünyevîleşmeyi çok
sever. İktidar, güç ve servet tutkunudur. Hiç ölmeyecekmiş gibi bir psikoz
içinde yaşar. Kur’ân’da geçen Firavun, Karûn ve Hâmân üçlemesi, bu hususlara
tipik bir örneklik teşkil eder.
İnsanlık
tarihine baktığımız zaman iktidarı, gücü ve serveti elinde bulunduran
muktedirlerin kibir ve büyüklenme kompleksi ve psikolojisiyle nice devâsâ
yapıtlar, görkemli binâlar, gökdelenler ve kuleler inşâ ettirdiklerini görürüz.
Mısır
Kahire Giza’daki Firavun mezarları (Keops, Kefren ve diğerleri), İtalya’daki
Pisa Kulesi, Fransa’daki Eyfel Kulesi bunların en meşhurlarındandır.
Bunların
yanında son yıllarda inşâ edilen daha nice görkemli yapıtlar ve devâsâ kuleler
vardır. Bunlar, bir güç gösterisi ve güç yarışı şeklinde çeşitli ülkelerde inşâ
edilmiştir, hâlen de inşâ edilmeye devam edilmektedir.
Amerika,
Çin, Japonya, Malezya, Singapur, Tayvan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap
Emirlikleri, Kuveyt ve Mısır gibi ülkelerde bunların örneklerine rastlamak her
zaman mümkündür. Tıpkı Firavun’un, “Mûsâ’nın İlâhı”nı gökte arayıp bulabilmesi
için Hâmân’dan bir kule yapmasını istediği gibi (Kasas, 38)…
Evet,
ülkemizde de son yıllarda devâsâ yapıtlar, görkemli binalar ve göğe yükselen
kuleler yapıldı, yapılmaya da devam edilmektedir. Dünyanın en büyük köprüsü,
dünyanın ikinci büyük tüneli, dünyanın üçüncü büyük kulesi, dünyanın dördüncü
büyük câmisi gibi… İyi güzel de, gerçekten bunlar kibirlenme ve büyüklenme
duygusu ile değil de salt vatandaşa ve insanlığa hizmet aşkı ile gösterişten ve
şatafattan uzak bir şekilde ve israfa kaçmadan, aynı zamanda birilerini servet sahibi
yapmak amacıyla değil de âcil ihtiyaçtan ve “Beytü’l mal”a da zarar
vermeden yapılıyorsa ne âlâ…
Yoksa
onca iş, onca emek ve onca para boşa gider. Milletin âhı da yana kâr kalır. Bir
daha söylüyorum: Yapılan eserler insanlara hizmet ediyor, onların yaşamını
kolaylaştırıyor ve onları maddî ve manevî açıdan sıkıntıya sokmuyor ise, “Bunu
yapanlardan ve buna vesile olanlardan Allah razı olsun!” demekten başka
elden ne gelir?
Bu
durumu taraf tutmadan ve objektif bir şekilde insanların vicdanlarına ve adâlet
duygularına havâle ediyorum.
Ama
her ne olursa olsun, bunlar bir yere kadardır. Siz insanları, gençleri,
öğrencileri insânî, ahlâkî, ilim-bilim-teknoloji, düşünce ve fikrî boyutta
yeterli derecede eğitemezseniz, dürüst bir şahsiyet, mümeyyiz bir kişilik, “üsve-i
hasene (güzel örnek)” olacak bir insan olarak yetiştiremezseniz, bütün
bunları da gerçekleştirecek pedagojik, didaktik, sosyolojik, psikolojik,
rehberlik temel alt sistemlerini kuramazsanız, müfredat programlarının değişim
ve dönüşümlerini uydurulmuş ve sahte dînî ve mânevî argümanlarla değil de
İslâm’ın Kur’ânî boyuttaki temel ilkelerinden hareketle, bilimin ve çağdaş
düşüncenin evrensel parametrelerinden de taviz vermeden bütün bunları hayata
geçirecek çalışmaları yapamazsanız, isterseniz dünyanın en büyük köprüsünü, en
büyük câmisini, en büyük okulunu, en büyük üniversitesini yapın, en büyük
kulesini dikin, neticede hiçbir işe yaramayacaktır.
Belki
de o zaman sizin ülkenizden dünyanın en büyük ahlâksızları, en büyük hırsızları,
en büyük arsızları, en büyük namussuzları, en büyük zânileri, en büyük
zebânileri, en büyük esvablı şeytanları, en büyük sahtekârları, en büyük
düzenbazları, en büyük yalancıları, en büyük güvenilmezleri, en büyük mafya
babaları yâni başka bir deyişle devâsâ yapıtlara rağmen cüceleşmiş en büyük
insanları çıkacaktır.
Onun
için asıl olan insandır. Ama nasıl bir insan? Edepli, terbiyeli, ahlâklı,
şahsiyetli, haysiyetli, adâletli, helâli haramı bilen, hak ve hukuku gözeten, küçüğünü
büyüğünü seven ve sayan, aile terbiyesi görmüş, hâddini hududunu bilen,
bilgili, görgülü, kaliteli, kültürlü, asâletli ve medenî olabilen bir insan…
Yâni
asıl olan, insan gibi insan, adam gibi adamlar yetiştirebilmektir. “Vali
olursun”, her şey olursun, ama adam gibi adam olamazsan ne işe yarar. Onun
için “insanı yaşat ki devlet yaşasın”!
Yoksa ne kadar büyük yaparsan yap, ne kadar büyük dikersen dik, sonuç değişmez ey insanoğlu! Neticede ben (!) bile seni kurtaramam! Bunu da böylece bilmiş ol!