Dert, dermandır

Derdin biteceğini bil, onu nasıl bitireceğini tasarla! Bu dert bittiğinde bir yere varacaksın. Sen şimdi bu dert hâlindeyken, kalbin hüzünlü, gözün yaşlıyken, bil ki, Allah seni Kendine bekliyor. Sarıl duâya, ibâdette nefes al… Şükret, sadaka ver… “Yandım” de, “Yanıldım” deme!

EBU Hureyre ve Ebu Said’den (ra) rivâyetle, Resûlullah (asm) şöyle buyurmuştur: “Mü'min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü, hattâ bir ufak tasa isabet edecek olsa, Allah onun sebebiyle mü’minin günahından bir kısmını mağfiret buyurur.” (Buharî)

“Başta peygamberler olmak üzere Allah, herkesi bir belâ ile denemektedir. Özellikle mutasavvıfların üzerinde önemle durdukları bir hadîse göre, en şiddetli belâlara uğrayanlar önce peygamberler, sonra da onlara en çok benzeyenlerdir.” (Tirmizî, Zühd, 56; İbn Mâce, Fiten, 23; Dârimî, Reḳāʾiḳ, 67; Buhârî, Merḍâ, 3)

“Hastalığa müptelâ olan mü’minin günahları affa uğrar.” (el-Muvaṭṭa’, Ayn, 8; Müsned, VI, 157)

***

Dert derman, hastalık şifâ, ayrılık vuslat, ölüm hayattır.

İnsan maddî varlık, sıhhat ve zevk-sefâ içinde yaşadığı, kesintiye uğramamış bir zaman diliminde, gitgide dünyanın esiri olur. İlk bakışta lûtuf gibi görünse de içten içe bir kaybediştir.

Bir soruya odaklanmak gerekiyor; hakikatin ayırdına varabilmede çok önemli bir soru ve cevabı, büyük tespitlerin kaynağı: Bir dert, bittiğinde bizden ne aldı, bize ne verdi?

Şöyle bir bakıyorum da, hastalık, hüzün ya da keder uğradığında kalbime, hep bir adım daha yaklaşmışım Rabbime. Üzüldükçe O’na ağlamışım, yandıkça “Allah” demişim.

Sonra biraz daha geniş açıdan bakıyorum. Çevremdeki insanlara, uzaklara… Nerede bir dert varsa, orada haset bitmiş, nereye bir hastalık uğrasa dünya malına temayül son bulmuş, nerede bir hüzne denk geldiysem, orada bir kabir azâbı sönmüş…

Derde düşünce derman aramak ve hastalıkta şifâ beklemek kadar insanî ve kaçınılmaz bir tutum yoktur herhâlde. Bu elbette böyle olmalı ve olacak. Fakat bütün o dert ve hastalık boyunca insanın geçtiği evreleri de teşhis etmek gerekiyor.

“Dertle yoğrulmak” diye bir tâbir var. İnsan ham hâliyle dünyaya kanmaya en yakın yerde duruyor. Sonra dertler ve hüzünler insanı yoğurup bu hamlıktan kurtarıyor; bir dert bittiğinde, o insan başka bir evreye geçiş yapıyor.

Burada incecik bir çizgi ile çok keskin bir ayrılık mevzubahis. Dert ve keder, muhakkak bitecek. Fakat o yaşanması kaçınılmaz vetire, bizim tercihlerimizle, sonundaki evrenin sıfatını belirleyecek. Derdini, dert vererek geçen de var, dertliyken derman olan da. Hastayken Allah’a yaklaşan da var, hastalığını isyanla lekeleyen de…

Hem akla yatkın oluşuna güvenerek, hem de tecrübe etmişliğin verdiği yetkiyle diyorum ki, “Dertler ve hastalıkların en belirgin ortak özelliği, var oldukları süre boyunca verdikleri duygu bakımından hiç bitmeyecekmiş gibi gelmeleridir”. Bunun da yine anlayabileceğimiz bir nedeni bulunuyor…

Dertler, insanı çâresiz hissettiren olgulardır. Bu çâresizlik, daha ziyâde bitişi, yolun sona erdiği aydınlığı o anki hâlde görememekten kaynaklanır. Bu göremeyiş, tıpkı bir âmânın ruh hâlince yankılanır zihinde. Derman, ister rengârenk ve aydınlık bir hâlde göz önünde dursun, isterse fersahlarca uzakta ve karanlıkta saklansın, derdin tam zirvesinde görünmez. İnsanı sadece içinde bulunduğu tükenmez ve dermana ermez bir dertlenme hâline mahkûm eder.

Zaten derdi dert yapan da, dermanının -o an için- tahayyül edilemiyor oluşudur.

Buradan da şu sonuç çıkıyor: Bir derde dûçar olduğumuzda, bunun hiç bitmeyecekmiş gibi gelmesi, derdin ana karakteridir. Bitmeyeceği için değil, bitmeyecekmiş gibi gelmesi, derde dâhil olduğu içindir.

Ne kadar karanlık hissettirse de, bakabildiğin uzaklar boyunca tek bir umut ışığı görünmese de, kalbini acıtırken yaşattığı en hâkim duygu “bunun sonsuz bir kederle hemhâl olduğu” yönündeyse de, Allah için söylüyorum, o dert muhakkak bitecek!

Üzülmemek, ağlamamak, hayıflanmamak mümkün olmayacaktır. Bu da derdin öncelikli etkileşimidir zaten.

Birkaç inceliğe dikkat kesilmek gerekiyor: Derdin biteceğini bil, onu nasıl bitireceğini tasarla! Bu dert bittiğinde bir yere varacaksın. Sen şimdi bu dert hâlindeyken, kalbin hüzünlü, gözün yaşlıyken, bil ki, Allah seni Kendine bekliyor. Sarıl duâya, ibâdette nefes al… Şükret, sadaka ver… “Yandım” de, “Yanıldım” deme!

Öyleyse ne zaman bir derde düşse kalbimiz, biliriz ki, bu, bizi daha Allah’a yakın bir ömre bağlayacak.

Dert dermana erdiğinde, insan evrilmiş ve yoğrulmuş olacak.

İnşallah!