EBU Hureyre ve Ebu
Said’den (ra) rivâyetle, Resûlullah (asm) şöyle buyurmuştur: “Mü'min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir
hastalık, bir üzüntü, hattâ bir ufak tasa isabet edecek olsa, Allah onun
sebebiyle mü’minin günahından bir kısmını mağfiret buyurur.” (Buharî)
“Başta
peygamberler olmak üzere Allah, herkesi bir belâ ile denemektedir. Özellikle
mutasavvıfların üzerinde önemle durdukları bir hadîse göre, en şiddetli belâlara
uğrayanlar önce peygamberler, sonra da onlara en çok benzeyenlerdir.” (Tirmizî, Zühd, 56; İbn Mâce, Fiten, 23;
Dârimî, Reḳāʾiḳ, 67; Buhârî, Merḍâ, 3)
“Hastalığa
müptelâ olan mü’minin günahları affa uğrar.” (el-Muvaṭṭa’, Ayn, 8; Müsned, VI, 157)
***
Dert derman, hastalık şifâ, ayrılık vuslat, ölüm hayattır.
İnsan maddî varlık, sıhhat ve zevk-sefâ içinde yaşadığı, kesintiye
uğramamış bir zaman diliminde, gitgide dünyanın esiri olur. İlk bakışta lûtuf
gibi görünse de içten içe bir kaybediştir.
Bir soruya odaklanmak gerekiyor; hakikatin ayırdına varabilmede çok önemli
bir soru ve cevabı, büyük tespitlerin kaynağı: Bir dert, bittiğinde bizden ne
aldı, bize ne verdi?
Şöyle bir bakıyorum da, hastalık, hüzün ya da keder uğradığında kalbime,
hep bir adım daha yaklaşmışım Rabbime. Üzüldükçe O’na ağlamışım, yandıkça “Allah”
demişim.
Sonra biraz daha geniş açıdan bakıyorum. Çevremdeki insanlara, uzaklara…
Nerede bir dert varsa, orada haset bitmiş, nereye bir hastalık uğrasa dünya
malına temayül son bulmuş, nerede bir hüzne denk geldiysem, orada bir kabir azâbı
sönmüş…
Derde düşünce derman aramak ve hastalıkta şifâ beklemek kadar insanî ve kaçınılmaz
bir tutum yoktur herhâlde. Bu elbette böyle olmalı ve olacak. Fakat bütün o
dert ve hastalık boyunca insanın geçtiği evreleri de teşhis etmek gerekiyor.
“Dertle yoğrulmak” diye bir tâbir var. İnsan ham hâliyle dünyaya kanmaya en
yakın yerde duruyor. Sonra dertler ve hüzünler insanı yoğurup bu hamlıktan
kurtarıyor; bir dert bittiğinde, o insan başka bir evreye geçiş yapıyor.
Burada incecik bir çizgi ile çok keskin bir ayrılık mevzubahis. Dert ve keder,
muhakkak bitecek. Fakat o yaşanması kaçınılmaz vetire, bizim tercihlerimizle,
sonundaki evrenin sıfatını belirleyecek. Derdini, dert vererek geçen de var,
dertliyken derman olan da. Hastayken Allah’a yaklaşan da var, hastalığını
isyanla lekeleyen de…
Hem akla yatkın oluşuna güvenerek, hem de tecrübe etmişliğin verdiği
yetkiyle diyorum ki, “Dertler ve hastalıkların en belirgin ortak özelliği, var
oldukları süre boyunca verdikleri duygu bakımından hiç bitmeyecekmiş gibi
gelmeleridir”. Bunun da yine anlayabileceğimiz bir nedeni bulunuyor…
Dertler, insanı çâresiz hissettiren olgulardır. Bu çâresizlik, daha ziyâde
bitişi, yolun sona erdiği aydınlığı o anki hâlde görememekten kaynaklanır. Bu
göremeyiş, tıpkı bir âmânın ruh hâlince yankılanır zihinde. Derman, ister rengârenk
ve aydınlık bir hâlde göz önünde dursun, isterse fersahlarca uzakta ve
karanlıkta saklansın, derdin tam zirvesinde görünmez. İnsanı sadece içinde
bulunduğu tükenmez ve dermana ermez bir dertlenme hâline mahkûm eder.
Zaten derdi dert yapan da, dermanının -o an için- tahayyül edilemiyor
oluşudur.
Buradan da şu sonuç çıkıyor: Bir derde dûçar olduğumuzda, bunun hiç
bitmeyecekmiş gibi gelmesi, derdin ana karakteridir. Bitmeyeceği için değil,
bitmeyecekmiş gibi gelmesi, derde dâhil olduğu içindir.
Ne kadar karanlık hissettirse de, bakabildiğin uzaklar boyunca tek bir umut
ışığı görünmese de, kalbini acıtırken yaşattığı en hâkim duygu “bunun sonsuz
bir kederle hemhâl olduğu” yönündeyse de, Allah için söylüyorum, o dert
muhakkak bitecek!
Üzülmemek, ağlamamak, hayıflanmamak mümkün olmayacaktır. Bu da derdin
öncelikli etkileşimidir zaten.
Birkaç inceliğe dikkat kesilmek gerekiyor: Derdin biteceğini bil, onu nasıl
bitireceğini tasarla! Bu dert bittiğinde bir yere varacaksın. Sen şimdi bu dert
hâlindeyken, kalbin hüzünlü, gözün yaşlıyken, bil ki, Allah seni Kendine
bekliyor. Sarıl duâya, ibâdette nefes al… Şükret, sadaka ver… “Yandım” de, “Yanıldım”
deme!
Öyleyse ne zaman bir derde düşse kalbimiz, biliriz ki, bu, bizi daha
Allah’a yakın bir ömre bağlayacak.
Dert
dermana erdiğinde, insan evrilmiş ve yoğrulmuş olacak.
İnşallah!