29 Kasım 1987 Genel Seçimleri
1983 yılında iktidara gelen Anavatan Partisi, 29 Kasım 1987 günü
gerçekleştirilen seçimlerde sandıktan daha güçlü çıkıyor, iktidarını beş yıl
daha sürdürme izni alıyordu. Yapılan seçimlerde 450 milletvekilinin 292’sini
ANAP, 99’unu SHP, 59’unu ise DYP kazanmıştı. ANAP, oyların yüzde 36’sını, SHP
yüzde 24’ünü, DYP ise yüzde 19’unu almıştı. 12 Eylül öncesinin üç partisinin
devamı olan Refah Partisi yüzde 7, DSP yüzde 8 ve MÇP ise yüzde 3 oy almıştı.
Dönemin
yakın şâhitlerinden biri olan Kamran İnan, seçim sonrası yaşananları şöyle
anlatır: “Seçim kampanyası siyâsî
kavgaya, 12 Eylül’e karşı intikama dönüştü; yasakların kalkmasıyla eski
liderler seçimlere giriyordu. Ancak beklediklerini bulamadılar. 29 Kasım Seçimleri
sonunda ANAP 292, SHP 99, DYP 59 milletvekili çıkardı. Diğerleri barajı
geçemedi. Bitlis, Van, Muş ve Ağrı’da ANAP tam liste çıkardı. SHP en çok Tunceli
ve Çankaya’dan oy aldı; devlet nimetlerini en az görenlerle en çok görenler…
Mağlûbiyeti kabul etmek medenî cesaretini kimse gösteremiyor. Ecevit, eşi ile
beraber politikadan çekilebileceğini beyan etti.” (İnan, 2003:50)
Yeni seçimin ardından daha güçlü
bir şekilde iktidara gelen ANAP’ta kanatlar çatışması ise bir türlü bitmek
bilmiyordu. Sağlık Bakanı Bülent Akarcalı, partisini kutsal ittifakı
gerçekleştirmekle suçladığı için görevinden alınırken, kendisine bakanlık
görevi teklif edilen Necmettin Karaduman ise bu görevi kabul etmiyordu.
Özal ise bu arada eşi ile
birlikte Hacc vazîfesini ifa için Suudi Arabistan’a gidiyor, DYP’li Kamer Genç
tarafından, “Türkiye Cumhuriyeti’nin
Başbakanı Hacca gidemez. Gidiyorsa istifa etmelidir” sözleriyle
eleştiriliyordu.
Aynı tarihlerde SHP Büyük
Kongresi’nde Erdal İnönü yeniden Genel Başkanlığa seçilirken, Deniz Baykal da
Genel Sekreterliğe getiriliyordu.
Bu arada garip bir şey olmuş,
yüzde 10 barajını aşamadığı için parlamentoya giremeyen DSP Genel Başkanı
Bülent Ecevit, siyaseti bıraktığını açıklamıştı.
Başbakan Özal’a suikast
18 Haziran 1988 günü Ankara
Atatürk Spor Salonu’nda gerçekleşen ANAP Kongresi sırasında Başbakan Özal’a
karşı bir suikast gerçekleştirilmişti. Eski sabıkalı Kartal Demirağ tarafından
gerçekleştirilen suikastte Başbakan Özal parmağından yaralanmış, saldırgan
yakalanmıştı. Ahmet Özal’a göre “suikastin
arkasında Genelkurmay Başkanı olmayı hedefleyen, ancak Özal tarafından önü
kesilen, dönemin MGK Genel Sekreteri, eski Özel Harpçi bir general vardı” (Özal, 2012).
Yapılan suikast, Özal’ın siyasetten ve
Cumhurbaşkanlığı adaylığından tasfiye edilmesine yönelik bir plânın parçasıydı.
Özel Kalem Müdürü Feyzi İşbaşaran, bu plândan şöyle bahseder: “Parti içinden de, dışından da, hattâ bazı
askerler, Özal’ın Köşk’e çıkmasını istemiyordu. Derin güçler kendisinin geri
adım atmadığını gördüklerinde bu kez İhsan Doğramacı’nın ismini getirdiler. Ama
kabul etmedi ve Köşk’e çıktı. Yıllar sonra Doğramacı’ya sordum bu olayı, bana, ‘Evet,
öyle bir şey vardı’ yanıtını verdi.” (İşbaşaran, 2010)
Kamran
İnan, o tarihî ânı şöyle anlatıyor:
“Özal konuşmasına devam
ederken, birdenbire iki patlama sesi oldu. Özal kürsünün arkasına indi ve
arkasından yaylım ateş… Özal’ın koruma görevlilerinden bazıları tavana ateş
ederken, bazıları da kalabalığın üzerine mermi yağdırıyordu. Herkes yere yattı,
sıraların arkasına saklandı. Biri beni korumak için önüme el çantası tuttu.
Bu arada vurulanlar,
yerde çırpınanlar vardı. Bir ara panik, kapıya hücûm başladı. Nihâyet Özal
kürsünün arkasından gözüktü, konuşmasına devam edeceğini söyledi ve 15 dakika
daha konuştuktan sonra âniden kesti ve toplantıya ara verildi; başparmağından vurulduğu
henüz pek fark edilmiyordu.
Öğleden sonra parmağı
sarılı olarak ailesiyle birlikte geldi. Henüz olay açıklık kazanmadı. Yanına
giderek kendilerine ‘Geçmiş olsun’ dedim. Rengi sararmıştı. Yanında oturan
Korkut Özal, beni yanına aldı, yakınlık gösterdi; kurşunlardan birinin
mikrofona isabet ettiğini söyledi.” (İnan, 2003:53-54)
Kartal Demirağ’ın Turgut Özal’a suikast girişimini
değerlendiren Özel Kalem Müdürü Feyzi İşbaşaran, Demirağ olayını şöyle anlatır:
“Bir
gün ben ve bazı arkadaşlar ‘Hesaplaşalım’ dediğimde, Özal şunları söyledi: ‘Çocuklar,
çok gençsiniz! Hesaplaşmaya girersek ülke kaybeder, ülke karışır. Tehdit
altındayım, önümüzdeki bir yılı atlatmamız lâzım.
Bizim
bu olayı çözdüğümüzü, bunu yaptıranlar biliyorlar. Tekrar girişimde
bulunamazlar.
Can
güvenliğinizin teminatı benim. Dertleri beni tasfiye etmek. 292 vekil bunların
gözlerini korkuttu. Anayasa’yı değiştireceğimizi düşünüyorlar. Bu işi unutun ve
sakin olun. Bu bir yıl içinde bunlarla kavgaya girersek, kaybederiz.”
(İşbaşaran, 2010)
Bütün bu organizasyonların
gerisinde olduğu düşünülen MİT, tıpkı askerlerin kıta hizmetine dönmüştü o
günlerde. Çalışanların yüzde doksanı emekli askerdi. Böyle bir kurumda Özal’ın
sivilleştirmeye gideceği haberi Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ’a ulaşınca,
Üruğ, MİT’in siyasileşeceğini belirtmişti.
Özal, bu yapıyı bozmak için
uğraşıyor, kendine çeşitli yöntemler arıyordu. 1988’de piyasaya sızdırılan ünlü
MİT raporu, Özal’ın bu konudaki çabalarına önemli bir katkı sağladı. “Kimilerine
göre bu rapor, Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ’a Çankaya’nın yolunu kapama
girişimiydi” (Arcayürek, 1989:278).
Evren, dönemin önemli şâhitlerinden biri olan eski
Sıkıyönetim Savcısı Faik Tarımcıoğlu ile yaptığı görüşmede, “12 Eylül hakkında ne
düşünüyorsun?” diye sormuş, Tarımcıoğlu, “Terör
ile anarşiyi karıştırdınız” cevabını vermişti. Evren’in,
“Peki, MİT raporu hakkında ne düşünüyorsun?” sorusuna ise
Tarımcıoğlu, Necdet Üruğ’un MİT raporu üzerine el yazısı ile kendisine bir
mektup yazdığını söyledikten sonra, “Bu
mektup ordu içindeki paşaların Cumhurbaşkanlığı mücadelesinin bir yansımasıdır.
Haydar Saltık kanadı ile Necdet Üruğ arasında bir iktidar kavgasıdır”
demiş, Evren de bu görüşe katılmıştı (Tarımcıoğlu, 2016).
Özal’ın mücadelesi
MİT’i sivilleştirme plânları
çerçevesinde Özal, MİT Müsteşar Yardımcılığına, bir sivil olan Hiram Abas’ı
atadı. “Özal, çevresindekilere her fırsatta, ‘Güçlü,
kuvvetli bir MİT yapacağız’ demekte, zemin kollamakta, servisi kafasındaki öze
çevirmeye gayret etmekteydi” (Arcayürek, 1989:331).
Başbakanlık’a bağlı
askerleşmiş MİT’in siyasileşmesi, o günlerde hâfızaların alabildiği bir şey
değildi.
Seçimlerden önce dalga dalga
başlayan ve yeniden Türkiye’nin gündemine oturan başörtüsü yasağı, Türkiye’nin
enerjisini almaya devam ediyordu. 1 Kasım 1988 tarihinde ANAP grubunda
başörtüsü yasağı ile ilgili önemli bir konuşma yapan Malatya Milletvekili
Bülent Çaparoğlu, bilâhare bu konunun takipçiliğini de üstlenmişti.
Yapılan çalışmalar sonucu YÖK
Kanunu’nun 10’uncu maddesinin h fıkrasına yapılan ilâve ile üniversitelerde
başörtülü öğrencilere özgürlük sağlanmasının yolu açılmıştı. Ancak Meclis’ten
geçen bu kanun, Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından veto edilerek Meclis’e
geri gönderilmişti.
Bunun üzerine Evren, Özal ve
YÖK Başkanı, YÖK öğrenci disiplin yönetmeliğindeki 7/4 fıkrasına parantez
içinde, “Dinî inanç nedeniyle boyun ve saçlar örtü veya türbanla kapatılabilir”
ifadesini koymuşlardı. Ne var ki, 11 profesör bu yönetmelik değişikliği için
Danıştay’a başvurmuşlardı.
Bunun üzerine Başbakan Özal’ın,
“Cumhurbaşkanı ile mutabık olduğumuz metni kanuna aynen koyun” (Çaparoğlu, 1999:37)
talimatı üzerine yeni bir kanun hazırlığına girişilmiş, Ek 16’ncı madde, “Dinî
inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir” ilâvesi
ile yeniden yapılmıştı.
Uzun görüşmelerin ardından 28
Aralık 1988 günü yürürlüğe giren kanunu Cumhurbaşkanı Kenan Evren, kendisi ile mutabık
kalınmasına rağmen Anayasa Mahkemesi’ne götürmüştü. Kanunu inceleyen Anayasa
Mahkemesi, 7.3.1989’da Ek 16’ncı maddeyi iptal ettiğini gerekçesiz olarak usûle
aykırı bir şekilde açıklamış, bu karar bütün ülkede büyük bir tepkiye sebep
olmuştu.
Yasağı aşamayan kanun, 1989
Yerel Seçimleri öncesi ANAP’ın önemli ölçüde yıpratılmasını sağlamış, nitekim
1989 Seçimleri, ANAP için tam bir hezimet olmuştu!
Aynı yılın Kasım ayında
Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in görev süresi de dolmaktaydı. Yeni cumhurbaşkanı
olarak, başta Başbakan Özal olmak üzere birçok kişinin ismi şimdiden geçmeye
başlamıştı.
Özal’ın Cumhurbaşkanlığı için
isminin geçmesinden itibaren bazı zinde odaklar korku siyaseti yapmaya ve “Darbe olacak!” dedikoduları yaymaya
başlamışlardı. Demirel de, “Durup dururken böyle bir şey söyleniyorsa vardır
bunun bir sebebi” (Mangırcı, 1999:150) diyerek zinde odaklara prim veriyordu.
Amaç, bir suikastle önü kesilemeyen
Başbakan Özal’ın darbe söylentileriyle önünün kesilmesiydi!
Ancak Başbakan Turgut Özal kararlıydı.
31 Ekim günü yapılan son oylamada Özal, 263 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin
Sekizinci Cumhurbaşkanı oldu.
6
Kasım 1989 günü yapılan ant içme törenine muhalefet katılmamıştı. Gariptir,
1970’lerde Plânlama Müsteşarı’yken “takunyalı” diye horlanan ve sonunda atılan
Özal, o gün Türkiye’nin 8’inci Cumhurbaşkanı olmuştu.
9 Kasım 1989 günü düzenlenen
törenin ardından Özal mâkâmına oturmuştu. Çankaya, tarihinde ilk defa, sadece sivil
birisini değil, aynı zamanda namaz kılan ve oruç tutan sivil birisini ağırladı (Ertunç,
2010:474).
Türkiye için yeni bir dönem
başlamış, muhafazakâr bir partinin “Hacı” Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı olmuştu.
“Özal,
Çankaya’ya çıkmadan Meclis’te yaptığı son konuşmada partili arkadaşlarına üç
temel hürriyeti vasiyet olarak bırakır. Bunlar; ifade hürriyeti, teşebbüs
hürriyeti, din ve vicdan hürriyetidir” (Doğan, 1994:202).
Kaynaklar
Arcayürek Cüneyt, (1989), Darbeler ve Gizli Servisler, Ankara: Bilgi Yay.
Çaparoğlu Bülent, (1999), Meclis Hatıraları, İstanbul: Şule Yay.
Doğan Kutlay, (1994), Özal Belgeseli, Ankara: TEHA Yay.
Ertunç Ahmet Cemil, (2010), Cumhuriyetin Tarihi,
İstanbul, Pınar Yay.
İnan Kâmran, (2003),Siyaset Yılları, İstanbul,
Timaş Yay.
İşbaşaran Fevzi, (2010), Sabah, 15.10.2010
Mangırcı Faruk, (1999), Çankaya Savaşları, Ankara
Özal Ahmet, (2012), Milliyet,25.09.2012
Tarımcıoğlu Faik, (2016),
07.12.2106 tarihli görüşme