Depremin öğrettikleri ya da Japon mucizesi

Hükümet cari giderlerin dışında bütün yatırımları durdurmalı, Deprem İşleri ya da Doğal Afetler Bakanlığı kurarak şehirlerin yeniden, en az Richter ölçeğine göre sekiz şiddetindeki depremlere dayanıklı olacak sağlamlıkta yapılar inşâ etmelidir. Bu işin görevlileri kendilerine Japon mühendis Kishi Ryoichi’nin sorumluluk duygusu ve ahlâkını örnek almalıdırlar.

“YER sarsıntısı” ya da “zelzele” olarak bildiğimiz deprem, yer küre içinde biriken enerjinin yer kabuğunu sarsmasıdır. Dünya var olduğu günden beri yer sarsılmaya devam etmektedir. Elbette bu sarsıntılar yer kürenin her yerinde aynı derecede değildir. Bazı yerlerde az, bazı yerlerde ise büyük can kayıplarına yol açacak şiddette olmaktadır.

Türkiye’nin coğrafî konumu ise depremleri neredeyse hayatın bir parçası saydıracak ölçüde sıkça yaşanmasına yol açmaktadır. Türkiye’de ciddî bir depremle karşılaşmayan kuşak yoktur. Hemen her kuşağın hayatında depremin tayin edici, üzücü, can yakan örnekleri vardır.

Türkiye tarihi, aynı zamanda depremlerin tarihidir. Her deprem felâketi bir sonraki için daha hazırlıklı olmayı icap ettiren bir uyarı olarak dikkate alınması lâzımken, yeni bir depremle, hayatta kalanların çok da hazırlıklı olmadıkları görülmektedir.

Türkiye’de yaşayanların ezici çoğunluğu Müslümandır. Kur’ân’da “deprem” (Zilzal) adıyla bir sûre vardır. Yer sarsıntılarından haber verilmektedir. Bu durumda Müslüman olanların deprem işine merak salıp daha çok malûmat sahibi olmaları gerekmez miydi? Ancak maalesef bu konuda yeterince malûmat sahibi değiliz.

Özetle hem inançlarımız gereği, hem de büyük can kayıpları ile yaşadığımız tecrübelerden dolayı deprem hakkında daha çok malûmat ve bunun sonunda ciddî bir hazırlığımızın olması icap ederdi.

Birer gün arayla (6-7 Şubat 2023) Pazarcık Elbistan merkezli depremler, on bir ili içine alacak şekilde geniş bir alanda, karakışın ortasında büyük yıkımlara ve can kayıplarına sebep oldu. Coğrafyanın kader olduğu gerçeğini bir türlü hazmedemedik. Kavrayamadık. Madem bu coğrafyada belirli aralıklarla deprem olmaktadır, o hâlde bizim hazırlıklarımızın da buna göre olması kaçınılmazdır.

Evet, 1999 Depremi’ne göre Devlet’in daha hazırlıklı olduğu görüldü. Ancak deprem on bir ilde olunca, Devlet’in hazırlıkları yetersiz kaldı. Hem enkaz altında kalanlar, hem de enkazın başında çaresiz bir şekilde bekleyenler için karakış şartları öldürücü oldu. Depremin üzerinden bir tam gün geçtikten sonra başta İstanbul olmak üzere pek çok ilden binlerce arama kurtarma ekipleri yola çıkarıldı. Oysa böylesi ekiplerin birkaç saat içinde yola çıkarılmaları hayatî derecede önemlidir. Bir tam gün geçtikten sonra o ekiplerin enkazın altından yaralı kurtarmak yerine cenaze çıkarma ihtimâli çok daha artmıştır. Bu sonuç oldukça üzücüdür.

Deprem bölgesinde toplanan ihtiyaç malzemelerinin tamamını zamanında ve yeteri kadar ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak çok ciddî bir sorundur. Bir yerde ihtiyaçtan fazla malzeme yığılırken, başka bir yerde karakış şartlarında onun sıkıntısının çekilmesi sadece sorumluları değil, hepimizi utandırması gereken bir sonuçtur.

Bir ilde olan deprem için hazırlıklı, donanımlı olan AFAD gibi kuruluşların on bir ilde ve ilçelerinde aynı anda ortaya çıkan deprem felâketi için zorlandığı görüldü. Deprem için AFAD’ın hazırlıklarından önce, şehirlerin imar faaliyetlerinde ciddî bir tedbirin olmadığı bir kere daha görüldü.

1999’da Yalova, Gölcük gibi yerlerde görülen beş on katlı binaların yerle bir olarak enkaz yığını hâline gelmeleri, şimdi Kahramanmaraş’ta, Adana’da, Diyarbakır gibi yerlerde tekrarlandı. Oysa 1999’da imar mevzuatında değişiklik yapılarak yapı denetimi zorunlu hâle getirilmiştir. İnşaatların imar mevzuatına göre yapılıp yapılmadıklarının denetimi öngörülmüştür. Bu denetim işi, inşaat maliyetinin neredeyse yüzde onu kadar bir fiyata ulaşmaktadır. Deprem bölgesinde ortaya çıkan yıkım manzaraları göstermektedir ki böyle bir yapı denetimi ya hiç olmamış ya da yetersiz kalmıştır.

Türkiye coğrafyasında meydana gelen yıkıcı depremler, tarih boyunca 7-8 aralığında olmuştur. Demek ki inşaat faaliyetleri buna göre yapılmış ve yapı denetimlerinde de işin bu tarafına özen gösterilmiş olsaydı bu yıkımlar, bu can kayıpları ya hiç yaşanmazdı ya da en azla yaşanmış olurdu.

Deprem gibi doğal olayları Türkiye gibi yerlerde belirli aralıklarla tekrarlanan olaylar diye bilerek ona göre önleyici tedbirler almak, buna rağmen meydana gelmesinden sonraki arama kurtarma işleri içinde hazırlıklı olmak herkes, en çok da yönetici sınıfı (umera) için öncelikli bir görevdir. Açıkça görev ihmâli yapanların bunun için sorumlu tutulmaları yerine böyle felâketleri kaderle açıklamaları, İslâm inançlarına karşı işlenmiş bir cürümdür. Felâket öncesinde önleyici tedbirler (dayanıklı sağlam binalar yapmak gibi) ve felâketten sonra da arama kurtarma için lâzım gelen hazırlıkların yapılmış olmasını kader bilmek yerine iğreti yapılar için on binlerin ölüme terk edilmesine kader demek ayıptır, günahtır. Felâketin suç ve sorumluluğunu kadere, İlâhî İradeye yükleme cingözlüğüdür.

1999 felâketinden sonra getirilen yapı denetimi demek ki yeterince işlememiştir. Mimar ve mühendis odaları bu görevlerini yapmak yerine Kemalist mitoloji muhafızlığını seçmişlerdir. Mimarlar, mühendisler bu denetim işlerinden dolayı bir yan ve önemli gelir kaynağı bulmuşlardır. Ancak görünen odur ki, işin denetim kısmı yoktur, gelir kısmı vardır.

Mimarlar, mühendisler, bu görev kusurunu işlemiştir ama karton bir maket gibi yerle yeksan olan o binaların müteahhitleri, bu kusurun belki en büyük suç ortaklarıdır. O binalara yapı ruhsatı veren belediyeler, bu suçların değişmez ortaklarıdır. Bu tür yıkım ve felâket işlerinden dolayı doğrudan doğruya yapı denetimcisini, belediye başkanını, imar müdürünü ve müteahhidini hesaba çeken bir yaptırım olmadıkça benzeri felâketleri çokça yaşamamız kaçınılmazdır.

Üstelik yaşadığımız bu felâketlerden sonra herkes bir Japon mucizesinden söz etmektedir. “Japonya’da benzeri büyüklükteki, hatta daha büyük ölçekli depremlerde can kaybı yaşanmazken, Türkiye’de neden yaşanmaktadır?” diye herkes birbirine bu tür soruları tekrarlamaktadır. Oysa Japonya’da acaba böyle bir yapı denetimsizliği var mıdır? Olabilir mi? Osmangazi Köprüsü’nün ayaklarını birbirine bağlayan halat koptuğu için 51 yaşındaki Japon mühendis Kishi Ryoichi Mart 2015’te “Sorumlu benim” diyerek intihar etmişti. Üstelik halatın kopmasından dolayı bir can kaybı yaşanmamıştı. Türkiye’de ise on binleri bulan can kayıpları için hiçbir yetkili kendini sorumlu tutmamaktadır.

Deprem bölgesindeki bütün vali, belediye başkanı ve kaymakam gibi yetkililerin kendini sorumlu tutarak intihar etmesi beklenmemelidir. O kadarı bizim için fazladır. Ancak hiç olmazsa kendini sorumlu tutarak istifa etme ya da bir özür dileme örneğinin bile olmayışı, ahlâkımız adına hüzün vericidir. Japonların ahlâk/görev anlayışı ile bizim ahlâk ve görev anlayışımız arasında dağlar kadar fark vardır.

Deprem felâketi için önleyici tedbir olarak sıkı bir imar mevzuatı ve yapı denetimi kaçınılmazdır. Merkezî idarenin bunu yapmadığı gibi sık aralıklarla imar affı çıkarması, mevzuata aykırı ve kaçak yapılaşmayı özendirmektedir. İmar mevzuatını çiğneyerek kaçak yapanlar ödüllendirilmiş olmaktadır. Her imar affı potansiyel olarak bir sonraki depremin önleyici tedbirlerini ortadan kaldırdığı gibi, felâketin boyutlarını da genişletmektedir. Merkezî idarenin böyle bir işe hakkı da yetkisi de yoktur, olmamalıdır.

Bugün deprem felâketinden ortaya çıkan kayıplar nedeniyle Hükümet’i suçlayan muhalefet, yarın öbür gün TBMM’ye bir imar affı geldiğinde, geçmiş dönemlerde görüldüğü gibi itiraz etmeyecektir. Aksine imar affı bekleyenlerin oyunu almak için muhalefet olmasını unutarak iktidarla imar affı çıkarma hakkında yarışacaktır.

Bir de işin saha çalışanları, kahramanları vardır. Her deprem felâketinden sonra on binlerce ton enkazı didik didik ederek hayatları pahasına can kurtaran fedakâr arama-kurtarmacıların imrenilecek, hayranlık duyulacak bu çalışmalarına göz kapamak, görmemek tarifsiz bir nankörlüktür. Üstelik bu insanların kurtarma çalışmaları sonunda enkazdan bir canlı çıkardıklarında içten gelen bir heyecanla tekbir getirmelerini (Merdan Yanardağ-Memduh Bayraktar gibi) bazı ipsiz sapsızların alaya almaları, “Siyasal İslâm dedikleri anlayışa göre slogan attılar” diye eleştirmeleri utanç vericidir!

Türk halkının sabrı inkâr edilemez. Felâket günlerinde gösterdiği dayanışma ve fedakârlığı yok sayılamaz. Ancak iktidarı ve muhalefetiyle ahlâk ve görev anlayışımız bakımından çok ciddî sorunlarımızın, görev ihmâllerimizin olduğu açıktır. Herkes olup bitenlerden bulunduğu yere göre üstlendiği görev ve taşıdığı sorumluluk kadarıyla mesuldür. Felâketleri kaderle açıklamak, kadere de, İlâhî İradeye de bühtandır.

Kaybedilen canlar geri gelmeyecektir. Onların yerini hiçbir şey telâfi etmeyecektir. Allah kendilerine rahmet etsin, mekânları Cennet olsun. Ancak iktidar, hiçbir şekilde imar affı çıkarmamalıdır. İmar mevzuatında aksayan yönler varsa gidermeli ve bu mevzuatın sıkı bir takipçisi olmalıdır. O mevzuatın rağmına iş yapan belediye başkanı, vali, kaymakam, imar müdürü, yapı denetimcisi, müteahhit her kim varsa mümkün olan en ağır cezaları almasını sağlamalıdır.

Türkiye bir deprem ülkesidir. “Depremlere alışmalıyız” gibi boş sözleri bırakmalı, depremlere hazırlıklı olmalıyız. Hükümet cari giderlerin dışında bütün yatırımları durdurmalı, Deprem İşleri ya da Doğal Afetler Bakanlığı kurarak şehirlerin yeniden, en az Richter ölçeğine göre sekiz şiddetindeki depremlere dayanıklı olacak sağlamlıkta yapılar inşâ etmelidir. Bu işin görevlileri kendilerine Japon mühendis Kishi Ryoichi’nin sorumluluk duygusu ve ahlâkını örnek almalıdırlar. Kishi Ryoichi’yi kendimize örnek almadıkça bu felâketleri, can kayıplarını tekrar tekrar yaşayacağız.