Depremin mânâ ve mazmunu

Deprem, ufak kıyamet hatırlatıcısı olarak görülmelidir. İnsanın daha önce hiç duymadığı ve kulak zarlarını delecek kadar şiddetli depremler ise büyük kıyametin ayak sesleri olacaktır.

EVRENDE her şey madde ve mânâ dengesi üzerine kuruludur. Maddenin bir anlam ifade etmemesi durumunda varlığı şüphelidir. Zira gözlemlenemeyen maddenin varlığı hakkında kesin bilgi sahibi bile değiliz. Böylesi bir acziyet içindeki insanoğlunun bilimsel çalışmaları, aklın gözü hükmündedir.

İnsanoğlunun her devirdeki evren tasavvuru daha geniş yelpaze ve derinliğe erişmiştir. Günümüzde atom altı parçacıklardan (zerre) galaksilere kadar geniş bir kâinat tasavvuru idrak edilmektedir. Madde çerçevesince bakıldığında ışık hızından düşük ve atomik boyutlardan büyük bir madde boyutu, ışık hızından daha hızlı bir olaylar dizini, atom altı parçacıkların hâlleri ve ışıktan daha hızlı hareket eden maddî parçacıkların oluşturduğu bir evrenin mevcudiyetine şahidiz.

“Kâinat/evren” denen kocaman bir maddî varlık denizi, aslında duyular veya akıl yoluyla kavranabilen, mevcudiyeti düşünülebilen, Allah’ın (cc) dışındaki varlık ve olayların tamamına karşılık gelir. Günümüzde bu evrenin bir başlangıcı olduğunu en azından bilimsel (Büyük Patlama Teorisi, Big Bang) yol ile biliyoruz. Bu kâinat içinde şu ana kadar bilinen hiç şüphesiz en güzide gök cismi Dünya, canlı varlık ise insandır.

Evrenin başlangıcı öncesine dair bir görüş Batı dünyasında yoktur. Zira bu pencere bilimsel olarak düşünülmez. Ancak Doğu medeniyetinde bir binanın mimarî projesi olduğu gibi, kâinatın da evveliyatının olması akla ters değildir. Bu durum fizik ötesi olarak görülebilir. Diğer bir ifadeyle, maddî varlığa damlamamış bir evren tasavvuru yanlış olmaz.

Günümüzde “madde” kavramı, çevrede gördüğümüz varlıklar olarak düşünülmektir. Ancak, kâinatın yapıtaşı, varlığın şekil almamış belirsiz hâli gibi durumları ifade eden bir kelime olarak görmek de doğrudur.

Kâinatın bir başlangıcı olduğu bilgisinin temelinde “genişleyen evren” tespiti yatar. Evrenin genişlemesi ise tam olarak “harmonik hareket” diye adlandırılan, tekrarlanabilen dalga özelliğinin farklı bir yansımadır. Kâinat içerisinde bütün varlıklar bu “dalga” özelliğinin farklı türlerine göre mevcudiyet gösterirler. Bu durum bilimsel olarak maddî bir bilimsel akıl işine yardım ederken, metafizik anlamda evrenin öncesine de işaret eder. Birbirini tekrarlama olayının bir kasıt ve irade işi olduğu şüpheden varestedir.

Günümüzde “her şeyin” denklemini arayanlar her defasında mutlaka bir dalga denklemi ile karşılaşırlar. Bu dalga hareketini bir maddenin titreşimi veya birbirini tekrar eden periyodik hareket olarak görmek de mümkündür. Çevremizde durağan olarak gördüğümüz maddeler atomik düzeyde aslında mükemmel şekilde evrenin hareketine benzer hareket yapmaktadırlar. Öyle hızlı hareket ederler ki bizler maddeleri sabit/durağan gibi görürüz. Çünkü hareketleri insanların görme sınırlarını aşacak derecede hızlıdır.

Cisimlerin bu tür hareketlerinin zamanla birbirini tekrar ediyor olması “tam dalgaları” yani “duran dalgaları” gösterir. Günümüz dünyasında genelde tam dalgalar olarak ifade edilen kavram, “dalga” olarak insanlara görünen hareketten başkası değildir. Bu aşikâr oluş, aslında kendinin anlamlandırılmasını yani okunmasını ister gibi bir durumdur. Evrenin kendi hareketi ve atom altı parçacıklardan elektron gibilerin hareketi hep aynı imzaya işaret ediyor. Bir Yüce Yaratıcının kudret kaleminin Kayyum yansıması gibi...

Aslında maddeden kasıt, hareketinin mânâ düzeyidir. Bu hareket tekrar ederken yazboz tahtası icraat hâlinde olup, insanlık içinde “bilimsel” meşgale ortaya çıkıyor. İnsanlık sadece bilimsel meşgaleye takılı kalıp dünyalık işlerde boğulursa mânâda kaybolur.

Yazımızın ana omurgasında katı cisimler, şekil değiştiren maddeler ve akışkanlar olarak ifade edilebilecek mekanik olaylar görünüyor. Bunlar içerisinde ortak yön, hepsinin matematiksel ifadesinin aynı kalemden çıkmış olmasıdır. Katı cisimler statik ve dinamik durumları ifade eder.

Statik durumlar özellikle mühendislik alanında ciddî matematiksel derinlikle işlenir. Ancak mukavemet işlendiği ölçekte inşaat mühendisliği ve mimarî alanlarda “dinamik” işlenmez. Çünkü bina durağan/statik mantığa göre yapılıyor. Oysa statik, mekanik ölçekte hareketin devamının muhafazası ve koordinat sisteminin bir durumudur. İnşaatın temelinde olmazsa olmaz bir durum olan “dinamik” bilim, nedense derslerde derinlemesine işlenmez. Çünkü inşaat alanında veya binalar için deprem olmadığı sürece “dinamik” sisteme de gerek yoktur. Peki, hiç düşünülmeyen deprem dalgaları harekete geçtiğinde ne olacak?    

Statik olanı harekete göre ele almak

Gerek evrenin hareketi, gerek atom altı parçacıkların hareketi ve gerekse diğer bütün cisimlerin hareketleri bir dalga olarak tezahür ediyor. Kâinat içerinde güzide olan ve insanlara konaklama yeri olan Dünya gezegeninin Güneş Sistemi ve galaksinin hareketleri de dalga şeklindedir. Ayrıca Dünya’nın kabuk kısmı “magma” denen sıvı üzerinde yüzer gibidir. Denizler de yerkabuğunun üzerinde teşkil etmiştir. Yerkürenin kabukları insanın kafatası gibi parçalı bir yapıdadır. Bu yapı, Dünya üzerindeki en yavaş ama dinamik yapıdır. Deprem olmadan önce statik konumunda duran kabuk, dinamik olduğunda dalga üretir. Dalgaların hepsi bir titreşim etkisine göre oluşur.

Titreşim doğrultusuna göre üç çeşit dalga vardır: Bunlar enine dalgalar, boyuna dalgalar ve hem enine hem de boyuna dalgalar olmaktadır. Enine dalgalar deprem, yay, su ve elektromanyetik dalgalardır. Boyuna dalgalar ise deprem, yay, su ve ses dalgalarıdır.

Taşıdıkları enerjiye göre dalgalar iki çeşittir: Birincisi yay, su, ses ve deprem dalgaları olan mekanik dalgadır. İkincisi ise taşıdıkları ışık tanecikleri (foton) nedeniyle enerjileri bulunan elektromanyetik dalgalardır. Elektromanyetik dalgalar radyo dalgası, mikrodalga, kızılötesi ışık, görünür ışık, mor ötesi ışık, X-ışınları ve gama ışınlarından oluşur. Elektromanyetik dalgaların asla deprem dalgalarına etki etmesi yani tesirinin olması düşünülemez.

Deprem dalgaları enerji taşıdıklarından yıkıcı özelliklere sahiptir ve genel olarak iki gruba ayrılır: Birincisi yıkım gücü düşük olan ve her ortamda yayılabilen, enine ve boyuna şeklinde oluşan cisim dalgalarıdır. İkincisi ise etkisi ve hızı en büyük olan, sırasıyla Rayleigh ve Love dalgalarıdır. Kahramanmaraş merkezli depremler, yerkürenin “levha” adı verilen iç içe geçmiş ama aslında birbirinden ayrı parçalardan oluşan katı levhaların yüzeye yakın yerde meydana gelen, ayrıca çok sayıda dalgayı birlikte üreten yıkıcı dalgalardandır.

Deprem dalgasının ve dolayısıyla depremin nasıl oluştuğuna odaklanmamız gerekiyor. Üzerinde yaşadığımız yerkürenin kabuk kısmı, yaklaşık yüz kilometre kadardır. Yine insanların yaşadığı atmosfer tabakası da ortalama yüz kilometre kadardır. Bunun haricinde insan hayatının koskoca evrende idame etmesi mümkün değildir. Şimdilik Dünya gezegeni haricinde de hayat olan bir yer yoktur. Böyle bir yerin koskoca evrende özel seçildiği kesindir.

Yerkabuğunun altında “magma” denen yerdeki hareketlilik uzun zaman içerisinde günden güne hareketini kabuktaki levhalara yansıtır. Levhaların birbirlerine değdikleri yerlerde sürtünmeler, sıkışmalar, zorlamalar ve benzer olaylar olabileceği gibi, kabuk, zamanla yorulur. Levhalar temas noktalarına sürtünme, sıkışma gibi hareketlerle durulmayı arzu eder, kararlı olmak isterler. Böylece üzerinde yaşadığımız yerkürenin yüz kilometrelik kabuk kısmında zamanla kırılmalar olur. Bu kırılmalar titreşim yayar. Bu titreşimler farklı dalgalar şeklinde yer yüzeyini sarsarlar. İşte enerji taşıyan bu dalgaların yeryüzünü sarsmasına “deprem” denir.

Depremle ilgili olarak oluşum, yayılma, ölçme ve kaydetme gibi deprem özelliklerini inceleyen bilim ise sismolojidir. Yerkürenin levhalarının hareketi nedeniyle oluşan depremler “tektonik depremler” olarak bilinir ve bunlar levha sınırlarında oluşur. Kahramanmaraş merkezli deprem bu tür bir doğal afet çerçevesince olan deprem türlerinden biridir. Bu anlamda biz de, levhalar yüksek enerjili dalga ürettiği için enerjilerini diğer levhalara ilettiğinde peş peşe depremleri yaşadık.

Diğer deprem türlerinden biri de volkanik depremlerdir. Adından anlaşılacağı üzere, yerin magma kısmındaki sıvının yer kabuğunu yanardağlar şeklinde tetikleyerek levhaların titreşim hareketine neden olarak açığa çıkan deprem türleridir bunlar. Yerkabuğunda oluşan çökme ve başkalaşım gibi nedenlerden dolayı oluşan az miktarda deprem de vardır. Ancak Türkiye’deki depremlerin yüzde doksanı tektonik depremlerdir. Levhaların birleştiği yer olan faylar kırılır, titreşim hareketi meydana çıkar ve deprem oluşur. Büyük kütlenin taşıdığı enerji de büyük olduğundan yıkım fazla olur.


Zilzal

Zilzal, “sarsıntı, deprem” demektir. Ve “Zilzal”, Kıyamet gününde yaşanacak olan sıkıntı ve dehşet verici hâllerin anlatıldığı, dünyada işlenen hayır veya şerrin karşılığının ahirette olacağını anlatan Kur’ân-ı Kerîm’in doksan dokuzuncu sûresinin de adıdır. Bu sûre sekiz ayet olup fâsıla olarak zikredilen bölümleri aslında üç harften teşkil olunmuştur. Bunlar; elif, mim ve hu...

Elif harfinin metafizik âlemdeki Allah (cc) lafzı, fizik âlemde besmelede “be” harfi olarak inkişaf ediyor. Ki bu durum fizik âlemin bütün maddelerini ve dinamik yapılarını temsil eden nokta ile açığa çıkıyor. Buradaki nokta hava zerreleri için “hu” anlamındaki zerrelere yani atom altındaki parçacıklara da işaret ediyor.

Zilzal Sûresi’nin elif faslı, insanı ve içindeki benlikle birlikte “ene”yi de temsil ederek kulluk görevinin lâyıkıyla yapılmasına işarettir. Bu işaret fizik âlemdeki fen olaylarını fiilî dua olarak idrak etmeyi gerekli kılarken, “hu” anlamındaki zerrelere atıf yaparak maddenin kapısını çalmayı ama sonuçları Allah’a (cc) bırakmayı, O’ndan bilmeyi gösteriyor. Mim ise, insanın fizik âlemdeki kulluğunun nihayet derecede olmasına bir işaret olarak anlaşılabilir.

Peygamber Efendimizin, Zilzal Sûresi’nin Kâfirûn Sûresi’nin dörtte birine, İhlâs’ın üçte birine, Kur’ân-ı Kerîm’in de yarısına denk geldiğini söylediği rivayet edilir. Bunun özünde sûrenin ilk ayetinin son kelimesi olan zilzal (deprem) kavramı olabileceği ve bunun adımlarının da “elif”, “mim” ve “hu” ile döşenmiş olduğu düşünülebilir. Zira insanın bu dünyada misafir olduğundan kimsenin şüphesi yoktur. “Vurmak, şiddetle sarsmak ve bir şeyi hareket ettirmek” anlamındaki zelzele, “fay kırıkları üzerinde biriken enerjinin boşalması sonucu meydana gelen yer değiştirmenin neden olduğu dalga hareketleri” şeklinde tanımlanır. Bu yönüyle deprem ve zelzelenin aynı anlama geldiğini görüyoruz.

Zelzele veya depremlerin birer İlâhî ihtar olduğu noktasında görüş birliği vardır. Ancak bu durumun dikkatle ortaya konulması gerekir. Böyle bir duruma birkaç pencereden bakılmalıdır. Depremin hangi şartlarda İlâhî ikaz, nerede imtihan sırrı ve nerede tokat niteliğinde olduğu önemlidir.

Zilzal ve Hac Sûrelerinin ilk ayetindeki “zelzele” kelimesi, deprem anlamındaki yer sarsıntısını ifade eder ve gerçekten büyük bir olay olduğu ortaya konulur. Deprem/zelzele kelimesi bu iki ayette doğrudan kıyamet ile ilişkilendirilmiştir. Zilzal Sûresi’ndeki “elif”, “mim” ve “hu” ile insanın kulluğunun yol ve hudutları çizilirken, Hac Sûresi’nin ilk ayetindeki deprem kavramıyla Allah’ın (cc) “yöneticilik, yaratıcılık, sahiplik ve terbiye edicilik” özellikleri vurgulanır. Bu özelliğin Allah’ın (cc) “Rab” olmasıyla irtibatlandırılarak vurgu yapılması, insanın kendi benliğinde Allah (cc) şuurunu canlı tutması ve şirk koşmaktan şiddetle kaçınması gerektiğini ortaya koyuyor.

Allah’ın (cc) şirk haricindeki günahları affedebildiğini biliyoruz. Yapılan hataların bir toplumun genelini ilgilendiren irtikap neticesinde ceza veya terbiye tarafları olduğu ortaya çıkıyor. İnsanlar kazandıkları malları mezara götüremeyeceklerini biliyorlar. Bunun anlamı, malın bedenin hizmetinde olmasıdır. Benzer şekilde, ruha da bedenin hizmet etmesi gerekir.

Depremi inançlılar için ikaz, inançsızlar için bir tokat gibi görmek doğru görünüyor. İkaz noktasının nedenleri arasında, toplumun genelini ilgilendiren ve devlet, millet, fert ve cemiyet olarak işlediğimiz hatalar ve günahlar sayılabilir. Bunlar arasında da iki nokta öne çıkıyor: Birincisi, kötülükler olmadan önce yardımlaşmayı, fakir ve fukarayı gözetmeyi unutmamak gerektiğidir. İkincisi ise fiilî dua olarak görülen işlerdeki duanın noksan kalmasıdır.

Bu noktadan fiilî dua niteliğindeki yerlere odaklanıldığında, insanın hizmetindeki doğanın diline uygun bir yapılaşmaya işareti görmek gerektir. Dere yataklarına ev yapmamak, mühendislik biliminin bütün kurallarına uymak ve toplum arazilerini şahıslara tahsis etmemek gibi durumlar bundan sayılabilir.

İkaz noktasında önemli durumlardan biri de şükrün azalması olarak düşünülebilir. Zira insan hayatının zeminde ve atmosferde yüzer kilometrelik alanında küçücük bir hayat filizlendiren Yüce Yaratıcı’nın koskoca evrende insanı önemsediği ortadayken, insanın şükürden uzak durmasının akılla izah edilecek yönü olamaz.     

Şükür ve ikaz arasındaki orantı

İnsanoğlu deniz, kara ve hava taşımacılığını kullanır. Bunlar arasında en güveniliri kara taşımacılığı görülür. Otoyollar ve hızlı tren yolları insana bir konfor sunar. Oysa taşımacılıkta en az kazanın yaşandığı yer havayoludur. İnsan, ayağını sağlam zemine basma gibi bir yanılgıyla karşı karşıyadır. Depremler böyle bir yanılgıyı ikaz eder.

Fuzûlî, Su Kasidesi’nde aliterasyon sanatını kullanarak su sesini dalgalar şeklinde sunar. Zilzal ve Hac Sûrelerinde geçen “zelzele” kelimesi bir dalga hareketine işaret eder. Tam anlamıyla bir periyodik durum vardır burada. Daha da ötesi, büyük çığlığın kıyamette vuku bulacağını da anlayabiliriz. “Zelzele” ve “elif” kelimeleri birlikte düşünüldüğünde, depreme ait sahnelerin insanların gözünde canlanacağı ve yüzlere yansıyacağı anlaşılabilir. Zira deprem yaşamış insanların simaları kıyamet ve ahiret gerçeğini birlikte hatırlatır.

İnsanların lafızlarla anlatmaları gereken, insandan istenen ve beklenen mânâ, en nihayetinde fen ve lisanen “hu”dan başkası değildir. Lisanen “hu” açısından Allah’ın (cc) zikredilmesi gerektiği noktasında fikir ayrılığı yoktur. Ancak fen bakımından “hu”, pek nazar-ı dikkate alınmaz. Aslında lafzen “hu” demek bir sonuç, fen açısından “hu” demekse bir gayret ve fiilî duadır.  

Fen açısından “hu” demek, bütün doğa yasalarına uyarak İlâhî kapıyı çalmayı gerektiriyor. Tohum saçmadan başak beklenilemeyeceği gibi... Fen bilimleri açısından evrendeki bütün matematiksel ifade ve gösterimlerin birleştiği nokta, besmelenin “be” harfinin altındaki noktanın hareket hâlidir. Bu ise tam anlamıyla bir dalga hareketidir. Dalga “zelzele” ile ifade edilirken, arza atfedilmesi ise bir kastı işaret eder. İnsanın asla başıboş bırakılmak için gönderilmediğini ikaz ve şirk esnasında bu dalganın olağanın dışına çıkarak ikaz ve tokat olacağını gösterir.

Bu öyle bir dalga tasviridir ki, Peygamber Efendimiz bir hadislerinde, “Sema/evren/gökyüzü, duran dalgalardan oluşmuş bir denizdir” diyerek her şeyin böylesi dengesini ifade etmiştir.

Deprem, ufak kıyamet hatırlatıcısı olarak görülmelidir. İnsanın daha önce hiç duymadığı ve kulak zarlarını delecek kadar şiddetli depremler ise büyük kıyametin ayak sesleri olacaktır. 

Emaneti teslim alan insanoğlunun başıboş bırakılmadığı her daim kendisine hatırlatılır. Toplumun başıboş bırakılmayacağının hatırlatılması da zelzeleler iledir. Maddî parçacıklara enerji yükleyip dalga ile bunlar iletilerek, etkiler şeklinde depremler olarak tezahür ettiriliyor. Doğa ve yasalarına uyum içinde hayat sürmek şart gösteriliyor. Aksi durumda statik duran yer kabuğu fay sebepleri ile ufak bir hareketle dinamik yapıya bürünüp kocaman kütlelerle dalga üretilip kocaman binalar yerle yeksan ediliyor.