Depremin ardından

Yeni bulacağımız enerji kaynakları ve muhteşem maden yatakları, bütün sıkıntılarımızı unutturacak. Bunlar, son depremlerin neden olduğu bereketler.

KAHRAMANMARAŞ Depremleri ile büyük bir acı yaşadık. Milletimizin başı sağ olsun. Şehitlerimize rahmet, yaralılarımıza şifa, yakınlarını kaybedenlere sabırlar niyaz ediyoruz.

Depremin ardından zihinlerimizde beliren, afetin bu denli büyük olmasının nedenini, elimizle oluşturduğumuz hata ve yanlışların neler olduğu, aynı durumla karşılaşmamamız için neler yapılması gerektiği, herhangi bir dış müdahale olup olmadığı gibi soruları irdelemek durumundayız.

Deprem nedir?

“Deprem” ya da “zelzele” adını verdiğimiz hâdiseyi “yer kabuğundaki kırıklarda (faylarda) biriken enerjinin boşalmasıyla meydana gelen sismik dalgaların yeryüzünü etkilemesi” şeklinde basitçe ifade edebiliriz. Bu cinse “tektonik depremler” denmektedir. Ayrıca yer kabuğu (litosfer) içindeki boşlukların çökmesiyle oluşan (çöküntü depremleri) depremler ve de volkanik faaliyetlerin sebep olduğu sarsıntılar da bulunmaktadır.

“Levha tektoniği” teorisine göre litosfer yekpare olmayıp, levha şeklinde parçalar ihtiva eder. Bu teoriye göre yer kabuğu yedi veya sekiz ana levha ile birçok küçük plâka barındırmaktadır. Levha ve plakalar magma üzerinde hareketlidirler. Yılda 10 santimetreye varan yer değişiminden söz edilmektedir. Levhaların birbirleriyle temas ettikleri kırık yüzeyinde sürtünme gerilmeleri oluşur. Sürtünme kuvveti hareketi engellemektedir. Böylelikle kırık yüzeyinde enerji birikir. Biriken enerji sürtünme kuvvetini yenerek anî olarak yatay doğrultuda veya aşağı yukarı düşey doğrultuda yer değiştirmeler meydana gelir.

Doğu Anadolu fayı ve Karadeniz bölgesinde baştan başa kat ederek Saros Körfezi’ne kadar uzanan Kuzey Anadolu fayı, doğrultu atılımlı faylara, Ege bölgesindekiler de düşey doğrultudaki faylanmaya misal teşkil ederler.

Depremin etkisinde ifade edilen “şiddet” ile “büyüklük” aynı şey midir?

Yerkabuğunun herhangi bir yerinde (odak noktası) meydana gelen depremin yeryüzünün herhangi bir yerinde insanlara, binalara ve çevreye yapmış olduğu tesir, “depremin şiddeti” olarak ifade edilmektedir. Yer ilmi âlimlerine göre 1’den 12’ye kadar sınıflandırma yapılır.

Depremde açığa çıkan enerji ise “depremin büyüklüğü” olarak ele alınır. “Magnitüd” birimi ile tariflenir. Görüldüğü gibi şiddet ve büyüklük, muhteva bakımından farklı iki kelimedir. (Tablo-1’de, hangi birim şiddetin hangi büyüklüğe tekabül ettiği cetvel olarak gösterilmiştir.)

 

Tablo-1: Depremde şiddet ve büyüklük…

Deprem tarihinde ölçülmüş en büyük deprem 25.05.1960 tarihinde Şili’ de meydana gelen 9,5 büyüklüğündeki depremdir. 27.03.1964 tarihinde Alaska’daki 9,2 büyüklüğündeki deprem ise ikinci sırada yer alınır.

Kayıtlara geçen en şiddetli deprem 23 Ocak 1556 tarihli, Çin’de meydana gelen Şensi Depremi’dir. 850 binden fazla ölü vardır. 1976’daki Tangshan Depremi’nde ise 655 bin can kaybı olmuştur. Yurdumuzdaki en büyük depremse 27 Aralık 1939 tarihinde, merkez üssü Erzincan olan Büyük Erzincan Depremi’dir. Büyüklüğü 7,8’dir. Resmî kayıtlara göre 32 bin 968 kişi hayatını kaybetmiştir. Yüz binden fazla kişi yaralanmıştır. 116 bin 720 bina tamamen yıkılmıştır. Deprem şiddeti “12” olarak gösterilmektedir.

Peki, bu bilgiler ışığında Kahramanmaraş merkezli depremin açıklaması yapılabilir mi?

Kahramanmaraş Depremleri hakkında

Anadolu levhası, doğuda Avrasya levhası, güneyde Arabistan levhası ve Afrika levhasıyla çevrelenmiştir (Şekil-1). Afrika levhası, yılda 18 milimetre hızla kuzeybatıya doğru hareket ederek Avrasya levhasının altına dalıp (dalma batma zonu) Anadolu levhasını sıkıştırır. Bu hareketin sebep olduğu açılma nedeniyle Arabistan levhası, kuzeye doğru ilerleyerek Avrasya levhasına ve Anadolu levhasına baskı yapar. Her üç levhanın sınırlarını Bingöl Karlıova’dan başlayarak İskenderun Körfezi’ne doğru uzanan 558 kilometre uzunluğundaki Doğu Anadolu fay (DAF) hattı teşkil eder. İskenderun Körfezi’nden güneye doğru inerek Ölüdeniz fay hattıyla birleşir.

Netice, Anadolu levhasını DAF boyunca güneyde sıkıştıran Arabistan levhası, Anadolu levhasının batıya doğru yılda 25 milimetrelik hızla hareketine yol açar. Fay hatları boyunca oluşan hareketlilik üniform olmayıp belirli periyotlarla gerilimin birikmesi ve boşalması şeklinde cereyan eder. Kahramanmaraş’ta yaşanan afet de böyle bir periyoda denk gelmenin sonucudur.

 

Şekil-1: Anadolu levhası ve çevre levhalar…

Kahramanmaraş merkezli depremlerin bu denli yıkıcı olmasının nedenlerini birkaç hâlinde sıralayalım…

Büyüklük

Depremsellik açısından milât kabul edilen 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi’nin büyüklüğü 7,4’tür. 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremi büyüklüğü ise 7,7’dir. 1939 Erzincan Depremi’nden sonra ikinci en büyük depremdir. 7,7’den 9 saat sonra 7,6’lık yeni bir deprem olması, hasar almış yapıların çökmesine sebep oldu. Can ve mal kaybında artışlar oldu.

Odak noktasının sığ olması

Depremler yeraltı merkezinin (odak noktasının) derinliğine göre değerlendirilir. “Sığ deprem” 60 kilometreye kadar derinde olanlara, “orta deprem” 60-300 kilometre arasında olanlara, “derin deprem” 300 kilometreden daha fazla derinlikteki depremlere denir. Deprem merkezi ne kadar derinde olursa, sismik dalgaların yayıldığı alan o kadar geniş olur. Dolayısıyla dağılan enerjinin tesiri daha az hissedilir. Sığ depremlerde durum tersidir. Yakın alanlarda tesir şiddetlidir. Erzincan Depremi’nin odak derinliği 20 kilometre, Gölcük Depremi’nin derinliği 17 kilometre olarak ölçülmüştür. 6 Şubat 2023 depreminin derinliği ise 7 kilometredir. Şiddeti, büyüklüğüne göre fazla olmuştur.

Fay hattına yakınlık

Kırıkların (fayların) bulunduğu coğrafyalar ekseriyetle düz ve yumuşak zemin üzeredir. Daha çok tarıma elverişli olan alanlar (ne hikmetse) insanlarımız tarafından yerleşim alanı olarak tercih edilmiştir. Sulak ve alüvyonlu topraklar sismik dalgaların etkisiyle yük taşıma kapasitelerini kaybederek (sıvılaşma) üzerindeki yapıların batarak devrilmesine neden olurlar. Sert ve kayalık zeminlerden hızla geçen dalgalar, yumuşak zeminlerde titreşimlere neden olarak deprem enerjisinin yapıya kolaylıkla aktarımına imkân tanırlar. Tarım yaparken Yaratıcı’nın mevsimlere göre koymuş olduğu âdetleri tatbik ediyorsak, bina güvenliği için de müsait alanı araştırıp bulmalıyız. O hâlde ovada tarım, yamaçta bina yapılmalıdır.

Malzeme kifayetsizliği

1999 Marmara Depremi’nden önce inşaatlarda kullanılan malzemenin kalitesine yeterince dikkat edilmemekteydi. Esasen gerek malzemenin seçiminde, gerekse montajında mevcut standartlar ve yönetmelikler “depreme dayanıklı yapı güvenliğinin” çok altındaydılar. Beton mukavemet değerleri günümüze nazaran çok çok düşüktü. İstisnalar hariç, beton, şantiyede hazırlanıp dökülmekteydi. Harcı hazırlayıp kalıba ulaştıran özel beton ekipleri, kum, çakıl, çimento ve su karışımını kendilerine kolay geldiği tarzda hazırlayıp kalıba aktarmaktaydılar. Hâlbuki statik mukavemet değerlerinin sağlanabilmesi için bu malzemelerin belirli oranda kullanılıp belirli sürede karıştırılması gerekmektedir. Kalıba kolayca yerleşmesi için haddinden fazla su dökülmekte, bu da betonun mukavemetini oldukça azaltmaktadır. Beton dökümünden sonra bilhassa yaz mevsiminde dikkat edilmesi gereken önemli bir husus da betonun sulanmasıdır. Beton bünyesindeki su buharlaşmadan sertleşmesi sağlanmalıdır. Bunun için sabah akşam bir hafta boyunca sulanmalıdır. Ehliyetsiz kişilerce bir iki defa sulamak yeterli görülür çoğu kez.

Haberlerde, yıkılan ya da hasarlı binalardan beton numunesi alınarak teste tâbi tutulduklarını izliyoruz. Eskiden yapılmış yapıların yüzde 99’unun hesap değerlerini sağlamayacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Betonarmenin önemli malzemesi demirdir. O tarihlerde, günümüzde terk edilmiş olan yuvarlak düz demir kullanılmaktaydı. Kullanılmış demirlerin hammadde olarak çekildiği ve piyasaya sürüldüğü zamanlarda donatı çekme ve kopma mukavemetinin sağlanamayacağı tabiîdir. Denetimin olmadığı, her hususun müteahhidin ya da kalfanın insafına kaldığı dönemde yeterli çap ve miktarda demirin kullanıldığını söylemek oldukça zordur. Günümüzde, beton santrallerinde teknik imkânlarla üretilen betonun kalitesinin o günkü ilkel şartlarla hazırlanan betonla kıyası kabil değildir. Düz demir terk edilmiş, “nervür” adı verilen mukavemeti yüksek burgulu demir donatı yerini almıştır.

Yönetmelik ve standartların yetersizliği

İmar plân ve mevzuatını tatbik ederek iskân izni almış eski yapılar, 2000 yılı sonrasındaki yapılara nazaran güvenlik bakımından çok zayıf kalmaktadır. 1999 Marmara Depremi, yapılaşmadaki plân ve yönetmeliklerde, gerekse inşaat malzemelerinin standartlarında eksiklik ve bir kısım yanlışlıkların anlaşılmasını sağladı.

İlk gözden geçirilmesi gereken, binanın inşâ edileceği zeminin tayinidir. Yapı statik hesaplarında taşıyıcı (döşeme, kiriş, kolon, temel) elemanları; yapının içindekilerle beraber (düşey yükler) ağırlığının ve deprem kuvvetinin temele, oradan zemine aktarımı esasına göre dizayn edilir. Yani zeminin yapı yüklerini güvenli bir şekilde taşıyacak özellikte olması lâzımdır. Bu da zeminin tetkik edilmesi, zemin parametrelerinin açığa çıkarılmasıyla mümkündür. Jeoloji ve jeofizik mühendisleri bu çalışmaları yaparak bir rapor hâlinde statik hesabı yapacak olan inşaat mühendisinin önüne koyarlar.

2000 öncesi zemin değerleri bölge bazlı cetvel olarak hazır veriliyordu. Yani o bölgede kaç bin adet parsel varsa her birinin değeri aynıydı. Bu, yanlış bir sistemdi. Çünkü çoğu kez bitişik parsellerde bile zemin özellikleri farklı olabilmektedir. 2000 sonrası bu uygulama terk edilerek her bir parsel için zemin raporunun tayin edilme şartı getirildi.

2000 yılı öncesi mühendislerin “münferit (tekil) temel”, kalfaların “pabuç” adı verdikleri temel şekli tatbik ediliyordu. Bu uygulamada, zemine oturan her kolonun altına o kolona has temel yapılmaktaydı. Yani ne kadar kolon varsa o kadar pabuç oluşturuluyor. Bu pabuçların birinin yetersiz kaldığı durumlarda kolonun zemine gömülmesi kaçınılmaz oluyor. Eski yapıların deprem anında göçmesinin nedenlerinden biri de budur. 2000 sonrası bu tertip terk olunarak yapının bodrum kat alanını tamamen kaplayacak tarzda “radye temel” uygulamasına geçildi. Radye temellerle yapı yükleri daha kolay ve güvenli olarak zemine aktarılabilmektedir. Yapı ve zemin özelliklerine göre dizayn edilmiş radye temellerin tek başına yapı güvenliğinin yüzde 50’sini sağlayabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yüklerin düşey aktarılmasında mahsurlu olan “guseli” kolonların, oda tavanlarında görünen kirişlerin (estetiği bozuyor diye) kolondan kolona bağlantısı yapılmayıp dışarıda teşkil edilmesi gibi yanlış uygulamalar yeni yönetmeliklerde kaldırılarak “depreme dayanıklı yapı imalatında” önemli adımlar atılmış oldu.

Eskiden bina taşıyıcı (statik) hesaplarında beton mukavemet değeri genellikle günümüzdeki C16 beton sınıfına tekabül etmekteydi. Şantiyede işçilerin kol kuvveti ve bilgi seviyesine göre hazırlanan karışımların istenen mukavemeti sağlaması şüphelidir. Bugün teknik imkânların gelişmesi ve beton santrallerinin yaygınlaşmasıyla çok yüksek değerlerde beton üretilebilmektedir. En son yönetmelikte, inşaatlarda kullanılacak en düşük beton sınıfı C25 olması şartı getirilmiştir. C60 ve C80 sınıfı gibi yüksek kalitede beton üretilebilmekte ve kullanılabilmektedir.

Denetim

Bir yapının iskân alabilmesi için imar plânına, uygulama projelerine, yönetmelik ve standartlara göre inşâ edilmesi lâzımdır. Bütün bu safhalarda yürürlükteki mevzuata uyulup uyulmadığını takip eden bir denetim mekanizmasına ihtiyaç vardır. 2000 yılından önce “Teknik Uygulama Sorumlusu” (TUS) adı altında bir mühendis veya bir mimarın bu görevi yürütmesi öngörülmüştü. TUS görevlisi aynı zamanda proje müellifi olarak da hizmet vermekteydi. Projesini yapan müellif (istisnalar hariç), inşaata gidip denetim işiyle uğraşmazdı. Çünkü işi alabilmek için müteahhide bulunduğu hizmet ücreti teklifi, proje çalışmalarını karşılar mahiyetteydi. Müteahhit hem az bedel ödediğinden, hem de işine karışan olmadığından durumdan memnundu. TUS görevlisi, inşaat yapım sürecinde bir kere dahi şantiyeye gitmediği hâlde iskân belgesine usulen imza atarak görevinin tamamlandığına dair bildirimde bulunurdu. Netice, binanın mevzuata uygunluğu ve güvenliği, müteahhidin insafına ve işçilerin becerisine kalmış vaziyetteydi.

1999 Marmara Depremi’nin trajik sonuçları, mevcut uygulamanın yanlışlığını bariz bir şekilde ortaya çıkarmış, yapımı üstlenen yüklenicinin müdâhil olmadığı bir denetim mekanizmasına ihtiyaç olduğu gerçeği görülmüştür.

Kanun yapıcı, 29 Haziran 2001 tarihinde 4708 sayılı Yapı Denetim Kanunu’nu yürürlüğe koyarak, yapıların imar plânına fen ve sağlık kurallarına uygun kalitede yapılarak yapıda can ve mal güvenliğinin sağlanmasının teminine gitmiştir.

HAARP teknolojisi kullanılarak deprem oluşturulabilir mi?

Kahramanmaraş Depremleri göz önünde bulundurulduğunda HAARP gibi bir müdahaleden söz edebilir miyiz?

Gerek televizyonlarda, gerekse yazılı medyada bu mevzuda çok yayın yapıldı. HAARP’ın sebep olduğunu söyleyenler çoğunlukta olsa da teknoloji ile deprem oluşturulamayacağını söyleyenler bunun hayâlî bir senaryo olduğunu ifade etmektedirler.

HAARP’ın kullanıldığını iddia edenlerin delilleri, deprem öncesi gökyüzündeki bulutların garip şekiller çizmesi, deprem anında ortalığı aydınlatan ışıkların görülmesi, bir gün önce ABD savaş gemisinin İstanbul Boğazı’nda demirlemesi ve Kâğıthane semtinde -herkesi şaşırtan- 3 büyüklüğünde deprem olması ve 2022’de yapılan ABD’deki bir savaş tatbikatıdır.

Tatbikatın senaryosu şöyle: Üç tarafı denizlerle çevrili, boğazları olan (Türkiye’yi tarif ediyor) bir ülkede deprem olur, yardım bahanesiyle asker çıkarılarak işgal edilir. Bu mevzuda emekli amiral Cihat Yaycı Paşa’nın “Bu tatbikatın görmezden gelinmesini sağlamaya çalışmak Türk milletinin güvenliğini tehlikeye atmaktır” ikazı söz konusu. On ilimizi vuran depremden sonra Akdeniz’deki ABD uçak gemisi yardım teklif etmişti, reddedildi. Parçalar birleştirilince, durum daha önce plânlanmış bir operasyon gibi görünüyor. Ama yine de HAARP’ın etkisinin olduğunu söylemek için güçlü deliller lâzım.

Deprem anındaki aydınlık durumu, her büyük depremde görülebilmektedir. Kayaçlar arasında sıkışan “radon gazı”, fışkırarak çıkarken sürtünmenin hararetiyle tutuşup alevlenerek ortalığı aydınlatır.

HAARP olsun, başka teknik olsun, durduk yerde deprem oluşturulamaz. Çünkü depremde çıkan enerji çok büyüktür. Bahsi geçen, “depremin tetiklenmesi” hâdisesidir. Etki olabilmesi için iki şart lâzımdır: Depreme aday kırıkların (fayların) mevcudiyeti ve bu fayda biriken enerjinin boşalma aşamasına yaklaşması.

Diyelim ki tektonik faaliyet için 100 birim enerji gerek. Beş yüz senede 99 birim enerji birikmiş, on sene sonra tamamlanacak. Şimdi siz oraya gerekli 1 birim enerjiyi aktarabilirseniz, depremi on sene öne çekmiş olursunuz. Bu mümkündür. Fakat müdahale olduğunu iddia edenlerin söylediği, gemiden yapıldığı değil de uzaydan yapılmış bir müdahale olabilmesidir bize göre. Arzın etrafında yörüngeye oturtulmuş binlerce uydu var.

Haber Ajanda dergimizin Şubat 2022 tarihli 183’üncü sayısında, “Uyarıyoruz!” başlığıyla HAARP ve benzer teknolojilerin ne melânetler işleyebileceğini anlatmaya çalışmıştık. Yazımız tetkik edilirse, ABD ve Rusya arasındaki (iyonosfere yapılan müdahalelerle) mücadele açıkça görülür.

Yine derginin 186’ncı Mayıs sayısında, uzayı uydularla işgal etmek amacıyla geliştirilen “Starlink İnternet Projesine” dikkatleri çekmek istedik. Birleşmiş Milletler Uzay İşleri Ofisine göre 2021 Nisan’ı itibariyle yer yörüngesindeki uydu sayısı 7 bin 839’dur. Bunun 2 bin 500 adedi, devam etmekte olan “Starlink” projesine aittir. Proje tamamlandığında, sadece bu şirkete ait uydu sayısı 42 bin olacak.

Ahtapotun kolları gibi yeryüzünü sarmalayan “küresel gücün” atmosferi de işgal ederek ele geçirmek istediği açıkça görülüyor. Yazımızı, “Yetkililer devreye girmeli, Birleşmiş Milletler yahut uluslararası kuruluşlar bu yakın tehlikeyi bertaraf edecek bir hal çaresi bulmalıdır” diye sonlandırmıştık.


Yıkıcı özelliğiyle korkutan depremin faydaları

Deprem insanları korkutuyor ama hayatın devamının depremlere bağlı olduğunu çok kimse bilmiyor. National Geographic’in 2018 yılındaki bir makalesinde, Arz’daki hayatın sonlanmasının depremlerin tamamen durmasıyla olabileceği anlatılmaktadır.

Tektonik hareketin olmaması, volkan, dağ ve vadilerin oluşumlarının kaybolması demek. Sert rüzgârlar zamanla yeryüzünü dümdüz hâle getirir. Düzleşen karalar okyanusların istilasına maruz kalır. Litosferin altındaki manto tabakalarının soğumasıyla Arz, ölü bir gezegene dönüşür. Bazı görüşlere göre Arz içindeki çekirdeğin de soğuması söz konusu; çekirdek soğursa, oluşturduğu atmosferin etrafını saran manyetik alan da bozulur. Güneş ışınları daha şiddetli tesirlerini gösterir, okyanuslar ısınarak kaynamaya başlar.

Bu kıyamet senaryosunu okuyunca insanın “İyi ki depremler var” diyesi geliyor.

Yer ilmi âlimlerine göre hem tarım, hem de endüstri için elzem olan madenler açısından depremlerin büyük faydası var. Jeoloji mühendisi Prof. Dr. Mehmet Önal, birkaç yıl önce bir gazeteye yaptığı açıklamada “depremin faydalarını” şöyle izah ediyor: “Depremin başlıca üç yararı vardır: Birincisi, ülkemizde organik olmayan madenlerin neredeyse tamamı fay hatları nedeniyle oluşmaktadır. Ülkemizin dünyada bor madeni zenginliğinde birinci olmasını deprem fay hatlarına borçluyuz. Endüstriyel hammadde açısından ülkemiz çok zengindir. Madenlerimizi uygun bir şekilde kullanabilirsek, bunun geliri ülkenin her türlü ihtiyacını karşılayabilir. Depremin ikinci yararı, doğal maden sularının deprem fay hatları nedeniyle oluşmasıdır. Maden suları, içinde bulundurduğu çeşitli mineralleriyle vücudumuz için yararlıdır. Depremin üçüncü bir faydası ise şu: İçilecek kaynak suları ve ılıcalar açısından zenginliğin nedeni, benzer şekilde deprem fay hatlarıdır.”

Bu bilgilere istinaden büyük bir müjdeyi de biz verelim.

Kahramanmaraş ve Hatay Depremleri ile çok acı çektik. Çok korktuk. Her türden şartla çok mücadele ettik, edeceğiz. Maddeten kayıplarımız da büyük. Yeni yerleşim yerleri ve altyapılar için çok masraf edeceğiz. Ama hepsi bir yana, yeni bulacağımız enerji kaynakları ve muhteşem maden yatakları, bütün sıkıntılarımızı unutturacak. Bunlar da son depremlerin neden olduğu bereketler. Bunlardan elde ettiğimiz güçle memleketimiz gelişmiş devletler listesinde zirve yapacak biiznillah. Atalarımız boşuna dememiş: “Her cefanın bir sefası vardır.”