Depreme ağıt

Bedenen eksilsek de ruhen çoğalacağız, Allah-u âlem. Yaşlanmak ne ki, elde kalan ve büyütemediğimiz büyük hayâllerimizle beraber bütün yaralarımızı sağaltacağız. Umutlar yarınlarla birlikte mülâki olacak.

KIRILAN fay hattı boyu şehir şehir, köy köy dağlanan, koca bir dünya yarayı taşıyoruz. Yine bir kış, soğuk ve gece vakti dağlanıyor yüreklerimiz. Zemheri bu, çevreyi ayaz sarıyor. Biliyoruz ki, çok soğukta çok mevkide yan yana yanıyoruz.

Bu depremle ve bütün acılarla insanımız sadece kanamıyor, milletimiz birlikte yaralar bağlıyor. Her yürek ayrı bir yeryüzü çünkü, bütün acılar özünü taşıyor. İşte bu olguyu, bu duyguyu bu sıralar daha da çok yaşıyoruz.

Hercümerç her bir yerde palaz da olsa ak günler, dudaklarımıza niyaz oluyor. Bizler dünya dar diye ev üstüne ev yapıyorken, bu darlıkta daha da çok sıkışıyoruz. Hayat bizi daha da çok yoruyor ve ne yaparsak yapalım, bu zaman, hayat bize daha da ecel oluyor.

Her bir kimse bu zorluklarda yelkovan, akrep ve saat oluyor. O dakika ve o saniye yerimizde kalakalıp kanatlarımızdan vuruluyoruz. Turna olup uçuyor yavrucaklarımız. Çocukların hayâlleri, gülücükleri, anne ve babaların gülümsemeleri kadrajlarda yerini alıyor. Hüzün durmadan yenilenip paramparça kalp nöbetini tutuyor.

Nevri dönmüş hengâmeleri yaşıyoruz. Ahlar ocağı, ağıt kucağı sarılıp sarmalıyor insanımızı. “Doğum ve ölüm birbirinin içine girmiş” tezi var, kucaklaşıyor. Deprem ve diğer acılarla yoğrulan bu insan, geleceği yarasında taşıyor.

“Acılar susayınca yarasını dağlayacak. Görelim, derdimiz nasıl ağlayacak…”

Bizlerde de aynı ölüm. Ne kadar yaş sırasına girsek de dizilmişiz hepimiz bunun için. Bahanelerimiz hep farklı farklı olsa da aralardan seçilmemiz an meselesi.  

Bir o yana, bir bu yana savrulan dünyada hem yarayı sıvazlayıp, hem de acır yanı okşayıp ellere ve yüreklere dokunabilmek… Yüreklerde inşâ edilen bütün sığınaklar, acılarımıza taziye olacak.

Dikkatimizi çeken şu ki; enkaz alanlarındaki mucizeler ve her göçükten çıkan insanın feryadı da, hüznü de ölçülü oluyor. Her bir enkazın özgürü ve sessizliği taşıyor, susarak anlaşıyor ayrıca bizlerle. Bu kadar acıyla cebelleşmek, çok zor olmasının yanında kolay bir olgunlaşma şekli de veriyor, bu muhakkak.

Bir ağıt olarak kalacak bu yaşananlar. Çocuk yüreklere ne çok dünya sığındı, ne çok mevsim geçti, ne çok ayaz ve ne çok anı biriktirdi bilinmez. Sırtında dünya kamburu, ölmeler başın üstünde...

Ölmeye başın dünya, yok olup gideceksin sen de! Hep gelip geçecek zamanın, sıra sana da gelecek. Takdir edilen bir zamanda bir gün sen de öleceksin. Dağ, deniz, yanıp sönecek mevsimlerin. Bre be hey dünya, sırtında taşıdığın bu yük, çok ağır gelecek bir gün senin bedenine.

Her şeye rağmen, Oktay Sinanoğlu’nun dediği gibi, her yeni nesille yenilenip yeniden doğacağız. Bedenen eksilsek de ruhen çoğalacağız, Allah-u âlem. Yaşlanmak ne ki, elde kalan ve büyütemediğimiz büyük hayâllerimizle beraber bütün yaralarımızı sağaltacağız. Umutlar yarınlarla birlikte mülâki olacak. Gözlerine değen renk yarınların olacak. Çilesine şerh düşülecek yaşanan bütün zorlukların. Çıkmaz sokaklarda yol açıklığı aramak böyle olacak. Ezile ezile hep büzülmeyeceğiz, kemikleşeceğiz de.

Deprem gerçeği bize bir kez daha haykırdı ki, bu fâni dünyanın sevmek, bölüşmek ve ölüşmekten öte bir şey olmadığını göreceğiz. Son tahlilde, bütün güçlüklere rağmen, uydurabildiğimiz düşlerimiz kadar hayatı var ve umudumuz kadar yaşayan olacağız.