
Hayatta kalma suçluluğu nedir?
BİRÇOK insanın hayatını kaybettiği durumlarda kurtulanlar tarafından hissedilen suçluluk duygusuna “survivor’s guilt” yani “hayatta kalma suçluluğu sendromu” deniliyor.
İlk olarak 1943’lü yıllarda Holokost sürecindeki toplama kamplarında (ölüm kampları) insanlar zor yaşam şartları altında hayatlarını sürdürüyorlardı. Yorgunluk, açlık, bulaşıcı hastalıklar ve kötü muameleye maruz kalarak hayatlarını sürdürmeye devam ediyorlardı. Buradan sağ kurtulan insanlar üzerinden bir araştırma yapıldı. Elde edilen sonuç, hayatta kalma suçluluğu sendromunu ortaya çıkardı.
Suçluluk duygusu, genel hatları ile yanlış bir şey yaptığımızı düşündüğümüzde ya da önemli bir sosyal veya ahlâkî kuralı ihlâl ettiğimizi varsaydığımızda ortaya çıkan, bilinçli veya bilinçdışı yaşanabilen bir duygu olarak tanımlanıyor.
Suçluluk da bir duygudur. Öfke, kızgınlık, mutluluk gibi bir duygu... Bunun temelleri, “çocukluk dönemi” dediğimiz ödipal dönemde, 3-5 yaş arası atılıyor. Çocuğun en çok keşfettiği, merak ettiği, öğrenmeye başladığı dönem, bu dönem.
Çocuklar dünyayı ebeveynlerinin gözlerinden görürler. Bir şeyi almak veya bakmak için elini uzattığında ebeveyninin yüzüne bakar, eğer ebeveyninin tepkisi yargılayıcı, suçlayıcı, alay edici ve küçümseyici olursa girişimci ve keşfedici yanı törpülenmiş, hatta yok edilmiş olur. İnsanın girişimci ve keşfedici yönünü törpüleyen ve körelten sadece anne babalar değildir. İşyerindeki yöneticiler de aynı şeyi yapmaktadırlar. Herhangi bir toplantıdaki bir konu hakkında fikir beyan etmesini istediği kişilerden çok güzel fikirler çıkar ama amir, bu fikirleri kendi düşünemediği için karşısındaki kişileri küçümseyerek ya ortaya atılan fikri beğenmez ya da kişinin şahsiyetine yönelik eleştiri yaparak onun bir adım ileriye gitmesini istemeyerek engeller. “Fikir narindir, hor görüldüğünde körelir”. Olgun insanın her fikre saygısı vardır. Olgun kişi, çalışma arkadaşının ilerlemesi ile mutlu olan kişidir. Cahiller ise kıskançlık yaparak engel koymaya çalışırlar.
Bazı anneler çocuklarına, istediklerini yaptırmak adına ajitasyona başvuruyorlar. Böylece suçluluk duygusunun temel tohumlarını atmış oluyorlar. Çocukluktan gelen bu ağır suçluluk duygusunun altında ezilen çocuk, büyüdükçe yaptığı her hatadan dolayı kendini suçlu görmeyi, her olaydan kendini sorumlu tutmayı öğreniyor.
Hayatta kalma suçluluğunun psikolojik belirtileri nelerdir?
Çaresizlik duygusu, hayatta kalma suçluluğu sendromunun belirtilerindendir. Örneğin depremi yaşayan kişiler büyük bir çaresizlik yaşadılar ve nereye gidecekler, ne yapacaklar, düşünemez hâldeydiler. Çünkü bir şok yaşıyorlardı.
Bir travmatik olayı tekrar yaşamak ya da görüntülerin göz önüne gelmesi (flashback) de bu belirtilerdendir. Kişi, yaşadığı olayı zihninde tekrar tekrar hatırlar. Zihin sürekli bununla meşguldür.
Öfke patlamaları, motivasyon eksikliği de belirtiler arasındadır. Kişi, en küçük bir olay karşısında sesini yükseltebilir. Dikkat sorunu ve sakarlık yaşanması normaldir. Ayrıca bu sendromda anî duygu değişimleri olur. Ağlarken güler, gülerken ağlamaya başlar kişi.
Yine sendrom belirtilerinden olarak, insanı intihara götüren ruhun acısıdır, bedenin acısı değil. Depremden sonra intihar sayılarında artış oldu. Aslında insanlar burada ölümü seçmiyor, içinde bulundukları zor durumdan bir kurtuluş çabasına girişiyorlar.
Hayatta kalma suçluluğunun fizyolojik belirtileri nelerdir?
Hayatta kalma suçluluğu sendromunun fizyolojik belirtileri şunlardır: Aşırı yemek yeme ya da yememe isteği (kişi aslında içindeki boşluk duygusunu doldurmak için yiyor, aç olduğu için değil), uykuya dalmakta güçlük çekmek, baş ağrısı, mide bulantısı veya mide ağrısı, kalp çarpıntısı…
Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisinde olduğu gibi, insanın en temel ihtiyaçlarından ilki yemek ve barınmadır. İnsanın barınma, yemek yeme, su içme, uyku gibi en temel ihtiyaçlarını dahi karşılarken suçluluk duyması, kişinin ruhsal dengesini ciddî derecede etkiliyor.
Suçluluk duygusu ile nasıl başa çıkılır?
Herkesin bu sendromla başa çıkma becerisi farklıdır. Bugüne kadar size iyi gelen şeyler nelerse, kendinizi tanımanız ve size iyi gelen o şeyleri keşfetmiş olmanız gerekir.
Yasınızı yaşamak için kendinize izin verin. Yas, sadece gidenin ardından tutulmaz. Kişinin işini kaybetmesi, sağlığını kaybetmesi, evcil hayvanın kaybı veya ilişkinin kaybının arkasından da yas tutulur. Yas tutmak sadece ölüme karşı verilen bir cevap değildir. Burada önemli olan, değerli olan bir şeyin yokluğunu yaşıyor olmaktır.
Kişi, “Kimse beni anlamıyor”, “Acımın tarifi yok”, “Hiçbir yere sığamıyorum” cümleleri ile kendini ifade eder. Hiçbir kimsenin acısı birbirine benzemez. “Hiçbir kayıp sıradan olmadığı gibi, kaybımıza karşı verdiğimiz tepkiler de sıradan değildir. Yaşadığımız yas, en az hayatlarımız kadar benzersizdir.”
Bazı anneler çocuklarına, istediklerini yaptırmak adına ajitasyona başvuruyorlar. Böylece suçluluk duygusunun temel tohumlarını atmış oluyorlar.
Yasın evreleri
Birinci evre, “inkâr evresi”… Kişi, ölüm haberi aldığı zaman böyle bir şey olduğunu kabul etmek istemez. Birkaç saat ve birkaç hafta süren bir inkâr evresi vardır.
İkinci evrede kişi, her geçen gün kaybın acısını biraz daha derinden hisseder, özlem duyguları ile karışık bir üzüntü yaşar. Geçmişe özlem vardır.
Üçüncü evre ise şöyledir: Aradan geçen uzun bir süre sonra ölümün kabullenilmesiyle kişinin hissettiği özlem ve üzüntü duygularının yoğunluğunda bir nebze de olsa azalma görülür.
Böyle bir süreçte öncelikle olumlu bir şeyler yapmaya çalışın. Birilerine yardım etmek gibi… Aslında burada karşı tarafa yardım ederken, esas yardım ettiğimiz, “kendimizizdir”. Karşı tarafın yüzündeki o memnuniyet ve minneti görünce, o his bize iyi gelecek ve bizim kırık tarafımız tamir olmuş olacak.
Ayrıca söz konusu süreçte olaya neden olan dış etkenlere odaklanın. Tek suçlu siz değilsiniz. Örneğin eviniz yıkıldı. Siz bu evi beğenerek almış olabilirsiniz ama evin yıkılmasında, evin yapım yaşamasındaki insanlar da sorumludur.
Bir de öz şefkat uygulamaları yapılmalı. Bu anlamda düşünmeliyiz ki, başkaları için gösterdiğimiz nezaket ve anlayışı kendimiz için yapmıyoruz. En çok da herkese ve her şeye yetişmeye çalışırken kendimizi ihmâl ediyoruz.
Ve bu duyguların ortak olduğunu unutmamalı. Üzüntü, korku, kaygı, keder ve suçluluk, travmatik bir olayın ardından verilen, tamamen normal tepkilerdir.
Bazı insanlar dinî inançları ile ayakta kalabiliyorlar. Dua ederek, Allah’a sığınarak… Burada kişiyi güçlendiren etken, büyük bir güce teslim olmaktır. Bu nedenle inanç, söz konusu sendromu atlatmada etkilidir.
Ayrıca duyguları ifade ederek rahatlamak gerekir. Ağlama, bağırma, travma hikâyelerini anlatma, kişiye bir rahatlama ve duygularını ifade etme olanağı sağlar. İngiltere’deki bir stres kliniğinde yapılan çalışmada, birçok kişinin öldüğü bir olayda sağ kalan katılımcıların yüzde 90’ınının suçluluk duygusu ile karşılaşılmıştır (Murray, 2017).
Bazen hayatta kalmak, ölmekten daha zordur
Trafik kazası, deprem, intihar, savaş, yangın, uçak kazası ve kanser gibi nedenlerle yakınlarını kaybedenler, hayatta olmaktan dolayı suçluluk hissedebilirler. Hayatta kalmanın suçluluk duygusu ise, başkasının öldüğü bir olayda hayatta kaldığı için, gerçekçi olsun ya da olmasın, yapabileceği bir şeyler varken yapmadığını düşünerek kendisini suçlu görmek, onun yerine ölmüş olmayı dilemek ya da hayatta kalmayı hak etmediğine inanmaktır.
Psikolog Stephen Joseph, 1987 yılında 459 yolcudan 193’ünün hayatını kaybettiği bir gemi kazasında sağ kurtulanları inceledi. Hayatta kalanların yüzde 60’ında hayatta kalma suçluluk duygusunun yaşandığı görüldü.
Burada üç türlü suçluluktan bahsedebiliriz: (1) Diğerleri ölürken hayatta kalmanın suçluluğu (“Onlar öldü, biz niye yaşıyoruz?” fikri), (2) yapılamayan şeylerden dolayı suçluluk duymak (gemiden kaçarken kendilerinden yardım isteyenlere yardım etmeme pişmanlığı) ve (3) yaptıkları şey için suçluluk duymak (genellikle olayı hatırlayarak suçluluk hissetmektir; gemiden kaçarken yere düşenlerin üzerine basıp bir şekilde ölmelerine sebebiyet vermek gibi).
Çocuklar suçluluk duygusunu nasıl yaşıyorlar?
2011 yılında Japonya’da gerçekleşen deprem ve tsunami sonrası binlerce çocuk evsiz kalmış, öğretmenleri ve ruh sağlığı çalışanları vasıtası ile okullara ve barınaklara yerleştirilmişlerdir. Afetten önce bu çocuklar okullardaki bazı hayvanların bakımından sorumluyken, afet sırasında bu hayvanlar kurtarılamamış.
Okullardan bir tanesinde öğrencilerin balıklara çok yem verdiği gözlemleniyor. Öğretmenler çocukları fazla yem vermemeleri için uyarıyor ama bu sefer öğrenciler gizli gizli yem veriyor ve balıkları beslerken çocuklar şu cümlelerle konuşuyorlar: “Sana o sırada yardım edemediğim için üzgünüm. ‘Çok korkmuş olmalısın’. İstediğin kadar ye!”
Fazla beslenme sonucu balıklar ölüyor, çocuklar üzülüyor ve kendilerini suçlu hissediyorlar. Psikologlar bir grup çalışması yaparak, çocuklar ile bir araya gelip yaşanan olaylarla ilgili duygu ve düşüncelerini açıkça ifade etmeleri sağlandı. Daha sonra gönüllülerin onlar için gönderdiği yardım malzemeleri hakkında konuştular. Hepsi bunun farkında ve minnet duygusu içinde…
Bir sonraki grup çalışmasında ise balık besleme üzerine konuşuluyor. Bundan sonra çocuklar akvaryuma gidip, “Seni rahatsız ettiysem özür dilerim” dediklerini duydular. Ve böylelikle aşırı besleme davranışı git gide azaltıldı.
Ülkece birkaç deprem yaşadık. Bu travmayı doğrudan yaşayan insanlarımız hayatta kalma mücadelesi verirlerken, elimizden gelen ne varsa onlara destek oluyoruz. Bazen maddî bir yardım, bazen samimî bir “Yanındayım” sözüyle, bazen dua ve bazen umutlu dileklerle desteğe, dayanışmaya, yardıma yönelmek, bize birlikte iyileşme umudu veriyor.
Diğer yandan, bu şok edici, panik uyandıran ve bütünlüğümüzü bozan doğal afet, bizde bazı duyguların ortaya çıkmasına sebep oluyor. Depremin olduğu ilk günden bugüne, deprem bölgesinde olmayan veya depremden doğrudan etkilenmeyen insanlardan duyduğum bir cümle var: “Kendimi suçlu hissediyorum. Sıcak evimden, yediğim yemekten, içtiğim sudan, sarıldığım çocuğumdan, devam ettiğim günlük hayatımdan ve hatta aldığım nefesten utanıyorum…”
Bunun ismi “hayatta kalma suçluluğu”dur ve bunu en sık, en yoğun yaşayanlar, yakınlarını kaybedenler elbette. Bu hissi derin yaşayanlar arasında bölgede görevli çalışanlar ve gönüllüler de var. Ayrıca deprem bölgesinde olmayıp bir yakınını kaybetmemiş kişilerde, farklı şehirlerde dolaylı travmanın etkilerini hissederek bu suçluluğu yaşayabiliyorlar. Ama suçluluk günlerden haftalara uzanırsa, kurtulamadığımız bir hisseye dönüşürse, uygun şekilde baş edilmezse burada dikkatli olmamız gerekiyor.
Travma sonrası bu belirtilerin ortalama 3-4 hafta sürmesi normal kabul edilir, ancak 1 ay gibi bir süre sonunda bunların devam ettiği görülüyorsa, görülme şiddeti de göz önünde bulundurularak, bu kişilerin profesyonel destek almaları faydalı olacaktır. Şu önemli gerçeği kendinize hatırlatın: Kimse geçmişi değiştiremez veya geleceği tahmin edemez. Şu an size daha farklı görünen birçok şeyi o zaman tahmin etmeniz imkânsızdı. O zamanki koşullarınız göz önüne alındığında, elinizden gelenin en iyisini yaptığınızı kendinize hatırlatın.
Bazen suçluluk duygusu, olayları hatırlama şeklinizi değiştirebilir. Örneğin ev alırken yaşadığınız durum, kendinizi, gerçekte olduğunuzdan daha fazla sorumlu hissetmenize yol açabilir.
Hayatta kalan diğer yakınlarınızla ilgilenin. Özellikle çocuğunu kaybeden ebeveynler yaslarını tutarken, hayatta kalan diğer çocuklarını ihmâl etmemelidirler. Bu durum ileride yeni suçluluk duygularını tetikleyebilir.
Yaşadıklarınızı kimseye anlatmıyorsanız, düzenli bir günlük tutup hissettiklerinizi yazın. Diğer insanların da benzer duygular yaşadığını, yalnız olmadığınızı bilin! Unutmayın, en acımasız şekilde yıkıp kavursa da her fırtına bir gün diner, her yangın bir gün söner.