Depremden önce, depremden sonra

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, olamayacaktır. Depremin vukû bulduğu bölgelerde yer alan şehirlerin fizikî ve sosyal yapılarında önemli değişmeler olduğu gibi, depreme mâruz kalmış insanların sosyal hayatlarında ve psikolojik yapılarında da önemli değişmeler ve kırılmalar olmuştur ve dahi olacaktır.

“DEPREMDEN önce, depremden sonra”… “Milât’tan önce, Milât’tan sonra” gibi oldu ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak maalesef.

Evet, 6 Şubat 2023 târihinde vukû bulan ve on bir ilimizi etkileyen Kahramanmaraş merkezli deprem bir milât oldu. Mezkûr depremden önce bu şehirlerimizin topografik, demografik, fizikî, târihî, sosyo-kültürel ve psikolojik yapısı ile depremden sonraki hâlleri arasında muazzam değişmeler oldu, olmaya da devam ediyor. Üstelik de çok kısa sayılabilecek bir zaman dilimi (yaklaşık 1 ay kadar) içerisinde…

Bu fizikî ve sosyal değişme o kadar hızlı oldu ki dalga boyutu itibariyle tam bir şok etkisi yarattı. Her şeyden önce jeolojik, jeofizik, topografik olarak neyin ne olduğu çok net biçimde ortaya çıktı ve “fay hattı” denilen korkutucu, ürkütücü, yıkıcı bir oluşumun nelere yol açtığını hep birlikte acı bir şekilde öğrenmiş olduk.

İnşâî olarak şehirler yerle bir oldu ve taş üstünde taş kalmadı. Bu da ayrı bir acı gerçekti. Bu acı gerçekler bize çok pahalıya mâl oldu; nice canlar gitti, nice ocaklar söndü. İşin maddî boyutu da cabası…

Akabinde demografik yapıda önemli değişmeler oldu, hızlı bir şekilde göç hâdiseleri vukû buldu. Bu da iki şekilde oldu: Birincisi, Devlet eliyle insanların deprem bölgelerinden başka şehirlere nakledilmesi, ikincisi de insanların kendi istek ve arzularıyla yine başka şehirlerde yaşayan yakınlarının ve akrabalarının yanlarına gitmesi ile... Dolayısıyla şehirler boşaldı, yaşam alanları (habitat) hayâlet mekânlara dönüştü.

Her ne şekilde olursa olsun, sosyolojik olarak bu bir göçtü, psikolojik olarak da çok dramatik ve travmatik bir görünüm arz ediyordu.

Zâten tarihe bakıldığında tüm göçler ya tabiî âfetlerden oluyor ya da savaşlar neticesinde vukû buluyordu. Dün Türklerin Orta Asya’dan göçleri ile bugün Ukraynalıların kendi ülkelerinden göçleri pek tabiî olarak bu minvâl üzeredir.

Göçler çok ciddî sosyal hareketlenmelerdir. İnsanlar gittikleri yerlerde ya kendi sosyolojisini oluştururlar ya da bu yerlerin sosyo-kültürel yapısı içinde eriyerek zamanla kaybolup giderler. Balkan göçmenleri, Kafkas göçmenleri, Suriye göçmenleri bu minvâl üzeredir.

Ancak deprem bölgesinden göç eden göçmenler “iç göçmen” mesâbesindedir ve durumları diğerlerine göre biraz daha farklıdır. Dolayısıyla iç göçmenler gittikleri yerlerde yabancılık çekmezler ve çok fazla adaptasyon problemi de yaşamazlar. Bununla beraber, deprem sebebiyle travmatik bir durum yaşadıklarından dolayı psikolojik yapıları çok daha hassaslaşmış ve kırılgan hâle gelmiştir. Bu durumun rehabilite edilebilmesi için pek tabiî olarak mâkûl bir zamana ve diğerkâm (empatik) bir yaklaşıma ihtiyaç vardır.

Ancak, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, olamayacaktır. Depremin vukû bulduğu bölgelerde yer alan şehirlerin fizikî ve sosyal yapılarında önemli değişmeler olduğu gibi, depreme mâruz kalmış insanların sosyal hayatlarında ve psikolojik yapılarında da önemli değişmeler ve kırılmalar olmuştur ve dahi olacaktır.

Nasıl ki insanlar vukû bulan bu deprem münasebetiyle ilgili ve yetkilileri sorgulayıp suçluyorlarsa, muhtemelen herkes (en azından bir kısmı) kendi nefsini de sorguya çekecek (eğer yapabilirlerse), nerede hata yaptıklarını ve dünyaya neden bu kadar tamah ederek mal-mülk peşinde koştuklarını, neden cimrilik yapıp infak etmediklerini, bir gün gelip çok sevdikleri bu dünyalıkların bir anda nasıl ellerinden alındığını, Kur’ân’da geçen “bahçe sahipleri”nin durumundan neden ibret almadıklarını hesap edecekler (eğer başarabilirlerse) ve herhâlde kendi nefislerini de sigaya çekeceklerdir.

Bir kısmı ise bu düşüncelerin kıyısından bile geçmeyecek ve her zaman yaptıkları gibi suçu başkasının üzerine atıp “İsyan ediyorum” naraları ve hezeyanları ile kendisini temize çıkartacak ve vicdanı rahatlamış bir şekilde, hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edecektir.

Hâşâ, “Allah bile gelse bunu elimden alamaz” diyerek yoldan çıkanlar, miras paylaşımında haksızlık yapanlar ve haksızlığa göz yumanlar, kazandıklarının helâl olup olmadığına hiç bakmayanlar, o kadar mala ve mülke sahip olduğu hâlde cimrilik edenler, görgüsüzce malını-mülkünü, yediğini-içtiğini sosyal medyadan paylaşarak şımarıklık yapanlar, hani neredeler? Başlarına gelenlerden hiç ibret alacaklar mı, hiç ders çıkaracaklar mı acaba? Ne yazık ki pek ümitvar olamıyorum! Neden? Çünkü ben, “insan” denilen varlığı az çok tanıdığımı iddia ediyorum.

Evet, yaşadıkça daha neler göreceğiz ve nice hazin hikâyeler dinleyeceğiz. Bu, dünya durdukça böyle devam edip gidecektir ne yazık ki!

Allah herkese akıl fikir versin. Vermiştir de. Asıl olan, bu aklı yerli yerince kullanmaktır. İlim-bilim rehberimiz olsun! Dürüstlük-ahlâk şiarımız olsun! Allah yâr ve yardımcımız olsun!