Deprem-zâdeler

Yunanistan’daki, Endonezya’daki, Küba’daki depremler için, tâ Avustralya’daki yangınlar, seller ve koalalar için gözyaşı döken, iyi temennilerde bulunan ama konu Türkiye’de bir deprem olunca bırakınız iyi dileklerde bulunmayı, Devletine ve milletine diş gösterip çemkiren “Deprem-zâdelerle” aynı havayı soluyor olmaya alışmayı bünye kabul etmiyor bir türlü.

17 AĞUSTOS Depremi’ne İstanbul’da yakalanmıştım. Gece yarısı kendimi sokağa attığımda telefonum çalmıştı. Arayan annemdi. Deprem olduğunu söylüyordu ve durumumuzu soruyordu.

Dehşete kapılmıştım, zira annem Kayseri’den arıyordu. Depremin büyüklüğünü o zaman anlamıştım.

Güneşin ilk ışıkları ile birlikte İzmit’ten ve Adapazarı’ndan görüntüler akmaya başlayınca ne büyük bir felâketle karşı karşıya olduğumuz da ortaya çıkıyordu. Durumumuz içler acısıydı.

Depremden sağ kurtulanlar canla başla enkaz altından insanları çıkarma telâşına düşmüşlerdi. Onlar bir taraftan gayret etsinlerdi, “devlet” birazdan gelecekti!

Lâkin İstanbul’a bir saat ve Ankara’ya iki saat mesafedeki deprem merkezine “devlet” üç günde gelememişti. Geldiğinde de yanında getirdiği çadır ve battaniye değil, sadece hayâl kırıklığı idi!

“Devletin” getirdiği çadırlar yırtık pırtık ve battaniyeler çürüktü. Her türlü afette ânında yardımımıza koşacak diye bildiğimiz Kızılay’ın dizlerinde derman yoktu. Depremle birlikte yıkılan sadece binalarımız değil, Kızılay’ımız, Devletimiz ve ümitlerimizdi de aynı zamanda…

Depremzede insanımız bırakınız başını sokacak çadırı, bir kuru ekmek bile bulamamıştı günlerce.

Zor günlerdi gerçekten, çok zor…

***

Bugünlerde yine depremle imtihanımız var, acımız büyük. Elazığ-Malatya Depremi sonucunda kırkın üzerinde ölümüz var, Allah hepsine de ayrı ayrı rahmet eylesin.

Yıkılan evlerimiz, sönen ocaklarımız var. Ağır hasarlı binalarımız var. Bu binalardan eşyalarını kurtarmaya çalışan insanlarımız var. Böyle durumlarda ateş sadece düştüğü yeri yakmıyor.

Lâkin şu da var: Artık Devletimiz -şükürler olsun ki- o eski “devlet” değil.

Devletimiz depremden hemen birkaç saat sonra Kızılay’ıyla, UMKE’siyle, AFAD’ıyla, akabinde tüm sorumlu bakanlarıyla birlikte tekmili birden olay mahalline intikal ettiler ve inisiyatif aldılar.

Binlerce çadır, battaniye ve ısıtıcılarıyla birlikte deprem bölgesine hızla sevk edildi. Okullar, spor salonları, kamu binaları depremzedeler için hazırlandı. Günde üç öğün sıcak yemek servis ediliyor. Depremzedelerin sadece hayatî ihtiyaçları değil, sosyal ihtiyaçlarına da cevap verilmeye çalışılıyor.

Devlet, tüm organları ile birlikte “Ben buradayım!” diyor.

Bunlarla birlikte evi yıkılan ve hasar gören vatandaşlarımıza ev ve kira yardımları, faizsiz kredi imkânları, esnafa vergi kolaylıkları gibi adımlar da hızlı bir şekilde atılmış durumda.

Van Depremi sonrası Van’ı yeni baştan kuran Devletimiz, elbette Elazığ ve Malatya’daki yaralarımızı da hızlıca saracaktır. Hiç endişem yok!

Dün İzmit ve Adapazarı’na üç günde ulaşamayan Devletimiz ve yardım kurumlarımız, bugün sadece Van’a, Elazığ’a, Malatya’ya değil, ta Nepal’e, Bangladeş’e dahi saatler içerisinde ve herkesten önce ulaşabilecek durumda, elhamdülillah!

Görünen o ki, Devletimiz de, milletimiz de depremle yaşamaya alışmış ya da alışmakta. İnşallah daha iyi noktalara da geleceğiz. Lâkin…

Yunanistan’daki, Endonezya’daki, Küba’daki depremler için, tâ Avustralya’daki yangınlar, seller ve koalalar için gözyaşı döken, iyi temennilerde bulunan ama konu Türkiye’de bir deprem olunca bırakınız iyi dileklerde bulunmayı, Devletine ve milletine diş gösterip çemkiren “Deprem-zâdelerle” aynı havayı soluyor olmaya alışmayı bünye kabul etmiyor bir türlü.

Ne diyelim? Allah ıslah eylesin… Mümkünse tabiî!

Kalınız sağlıcakla…