Deprem yıkmadı: Enkaz

Bağların, bataklığın ve bahçenin içerisinde olan yerlere ev yapılmış, astronomik rakamlarla satılmıştı. Şimdi bu bölgedeki kişiler ya müstakil evlere veya köylere gittiler. Şehrin en işlek caddesindeki bu yerler ölü kenti gibi…

ORTAÖĞRETİM dönemim küçük bir şehirde geçti. Uzun bir üniversite ve sonraki öğrenim hayatımın ardından, ortaöğrenim gördüğüm şehre geri döndüm. Büyük şehirlerin yorgunluğu, küçük şehirlerin kısa mesafede ulaşım kolaylığı insana cazip geliyor. Özellikle İstanbul’da kütüphaneye erişmek için üç vasıta kullandığımı düşündükçe küçük şehir hep cazip gelmişti.

Ortaöğrenimi sürdürdüğüm şehre döndüğümde gariplikler çoktan başlamıştı. Ortaokuldayken “dışarı” kelimesiyle ifade ettiğimiz semt, şehrin tam göbeğinde kalmıştı. Dışarı dediysek, Valilik binasına en fazla yedi yüz metre uzaklıktaydı. Şimdi burası lüks (!) binalar ve dükkânlarla dolmuş.

İki ilginç nokta vardı: Birincisi, halkın zamanında “dışarı” kelimesini kullandığı yerin hemen ötesinde bataklık vardı. Sıklıkla ve hafta sonlarında arkadaşlarla top oynamaya giderdik. Topumuz bazen bataklığa kaçar, topsuz kalmanın hüznü yeni bir edinene dek devam ederdi.

“Bataklık” dedimse, çamur alan zannedilmesin, bir karış suyun olduğu, bildiğiniz gölet gibi bir yerdi. Suyun üzerinde çok sayıda plastik top sürekli yüzerdi. Uzun çubuk bulup topu alabilirsek oynamaya devam ederdik. Aksi hâlde yeni bir top bulana kadar hayâllerimiz, çocuksu oyunlarımız çamura saplanırdı.

Yıllar sonra geri dönüp geldiğimde top oynadığımız yere bir sağlık ocağı yapılmış, hemen ötesine de binalar dikilmiş olduğunu gördüm. Top oynadığımız çocukluk arkadaşlarımdan bazılarının ve yakın akrabalarının buradan konut (!) satın almış olduklarını gördüm.

Şehrin bağlarına türküler yakılan bir bölge daha vardı. Bir arkadaşımla gider, orada müzik dersi için flüt çalışırdık. Önce buraya evler yapmışlar, sonra da resmî kurum beton yığını ile park inşâ etmişti. Çocukluk dönemimden kalan ve türkülere konu olan “bağlar” kalmamıştı. Yerinde binalar yükselmişti.

Binalardan biri SİT alanına yapıldığı için izin verilmemiş ama beş yıl süren mahkeme neticesinde oraya da bina yapılmıştı. Hemen karşısında bir bina daha inşaata başlamış, yamaç olduğu için kazılan tepelerden topraklar temeli zorladığından bu binaya da izin verilmemişti. Ne olduysa yedi yıl sonra buradaki inşaat da devam etti.

İkinci ilginç nokta ise, bataklık ve bağların olduğu bölgelere yapılan apartman daireleri astronomik fiyatlara satılıyor olmasına rağmen, şehri bilen ve çocukluk döneminden buraların bataklık ve bağ olduğunu bilenlerin de konut satın almalarıydı. Komşu kentlerden gelen ve şehirden ev edinmek isteyenleri bir noktada anlıyorum ama çocukluk yıllarımızda toplarımızın kaçtığı bir karış suyun olduğu yerlerdeki evlerin satın alınmasını anlayamıyordum.

Şehir şimdilerde tam beş kat büyüdü. Ne kadar düz arazi varsa inşaat yapılmış. Enteresan noktalardan birisi de, çocukluk yıllarımızda top oynadığımız arkadaşlardan biri mühendis olmuş ve o da aynı yere inşaat dikmiş. Buradaki inşaatlarda konut fiyatları İstanbul ile yarışıyor. Akla ziyan işler oluyor.

Belediye işleriyle irtibatlı olan bir dostuma, bu yazıyı kaleme alırken durumu açtım. Güvendiğim, fikrine itibar ettiğim bir dostumdu. “Bu işler neden böyle oluyor?” dediğimde bana yazdığı cümleyi burada özetle aktarıyorum: “Bu bölgeler ‘Başbakanlık Afet Genelgesi” içerisindeydi, ne olduysa falanca başkan döneminde imara açıldı ve yüksek kat izni bile verildi.”

Sözün bittiği yerdeyiz!

Biraz konuya odaklanınca falanca başkanın petrol istasyonu inşâ ettiği, falanca başkanı seçimlerde destekleyen bir esnafın beş bina diktiği ve hemen ilerisinde de dört yüz dönüm arazi sahibi olduğunu öğrendim. Evet, bu kişiler bu kazançlarıyla (!) gurur duyuyorlar ve aramızda geziyorlar.

Bağların, bataklığın ve bahçenin içerisinde olan yerlere ev yapılmış, astronomik rakamlarla satılmıştı. Şimdi bu bölgedeki kişiler ya müstakil evlere veya köylere gittiler. Şehrin en işlek caddesindeki bu yerler ölü kenti gibi…

Deprem vurmamıştı bu şehri. Depremde etkilenen on ilden biri de değildi. Ama bu illere yakın bir bölgedeydi küçük şehir. Enkaz altında kalansa para hırsı, mal hırsı, mülk hırsı ve kısa yoldan köşeyi dönmek isteyenlerin “insanlık dışı” doymak bitmeyen hız, haz ve dünya sevgisiydi.

Merak ettiniz, değil mi? Buralarda inşaat yapanlar nerede oturuyorlar peki? Hemen yazayım: Şehrin bir bölgesi tamamen kayalık bir yer ve adı da “Kayabaşı” olarak bilinir. Bataklık, bağ ve bahçelere ev yapanlar, “Kayabaşı” bölgesinde lüks villalarında oturuyorlar.

Allah (cc) bu aziz millete bir daha deprem yaşatmasın!