Deprem sonrası ne yapılır, ne yapılmaz?

Depreme hazırlık kadar, deprem sonrasında yapılacaklarla ilgili de öğrenmemiz gereken konular var. Felâketler, bir milletin birlik ve beraberliğinin en iyi şekilde gösterilmesi gereken zamanlardır. Bu zamanları insanlarımızı ayrıştırma, halk arasına fitne-fesat sokma fırsatı olarak görenlere fırsat vermeyelim!

CUMA günü Elazığ merkezli büyük bir deprem oldu. Çöken binalar oldu, 30’un üzerinde vatandaşımız deprem sebebiyle vefat etti, yüzlerce yaralımız var.

“Depreme hazırlıklı olmak” nasıl bir şey ise, bütün uzmanlar tarafından sık sık vurgulanıyor. Benim bundan anladığım, binalarımızı sağlam yapmak; teknik olarak zeminine, kat sayısına, malzemesine, kolonuna ve kirişlerine dikkat etmek…

Bu, vatandaşı birazcık aşıyor; inşaatların, proje aşamasından bitirilinceye kadar yetkili merciler tarafından da denetlenmesi gerekiyor. Vatandaşı ilgilendiren boyutsa, bina alırken bu teknik özellikleri sorgulamak ve bir de evimizde deprem ânına özel bir hazırlık yapmak… Yani ev halkının deprem ânında ne yapacağına dair bir bilgisinin olması ve deprem çantası hazırlığı…

Bütün bunlar deprem öncesine dair şeyler…

Deprem bölgelerinde yaşayan vatandaşlarımızın bu şuura kısmen de olsa sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Deprem olduktan sonra ise acil durum ve afet yönetimi ilkeleri devreye giriyor. Bunda da koordinasyon çok önemli. Çünkü iyi niyetli de olsa böyle durumlarda herkes kendisine göre bir şeyler yapma çabasında oluyor; ancak bu, faydadan çok zarar veriyor.

Bu noktada AFAD’ın (İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı) bu koordinasyonu çok iyi yaptığını son depremde de görmüş olduk.

Peki, deprem sonrası yanlış yapılanlar neler?

Telekomünikasyon altyapısı maalesef haberleşme ihtiyacını gideremiyor. Böyle zamanlarda insanların bir anda telefonlara yüklenmesi tabiîdir. Herkes yakınlarının ya da tanıdığı insanların sesini duymak isteyecektir. Bunun “ihtiyaç nispetinde” kalması gerekir. Sadece bizim tanıdıklarımız yoktur, başka insanların da iletişim ihtiyacı vardır. Telefon şebekelerinin kapasiteleri de böyle zamanlar için güçlendirilebilir.

Deprem olduktan sonra işin uzmanlarından normal vatandaşa kadar herkes meseleyi kendi perspektifinden yorumlamaya kalkmaktadır.

Meseleleri açıklarken kendi paradigmalarımıza göre açıklamalar yapıyoruz. Hâliyle ne kadar farklı bakış açısı varsa, o kadar fazla “deprem sebebi” ortaya çıkmaktadır. Bu durum da depremlerin neden olduğu sosyal bir çatışmaya dönüşmektedir.

Bizim inancımıza göre her şey Allah’ın takdirindedir, depremlerin sebeb-i hikmetini de yine O bilir. Biz, bilimsel olarak bildiğimiz tedbirleri almalıyız. Depremi, kendimizi de masum tarafa koyarak başka insanların yaptıklarına bağlamak, bizim hâddimize olan bir mesele değildir.

Depremlerden sonra, “Bak, ben demiştim” ukalâlığı ortaya çıkmaktadır. “Böyle giderse büyük felâketler olur!” diye bir lâf etmiş olsam ve ortaya çıkan her duruma “Bak, ben demiştim” desem -ki birçoğunun yaptığı budur-, Şark kurnazlığı yaparak kendimi gündemde tutmuş olurum. Bu tür tiplere aldırış edilmemelidir!

***

Felâketleri siyasete malzeme yapmak, en zayıf taraflarımızdan biridir. Maalesef bu konuda da hep kaybediyoruz! Bu, hemen her şeye siyâsî gözlükle bakmamızdan kaynaklanmaktadır. Obsesif kompülsif hâle gelmiş bu bakış açısı, her olumsuzluğu siyâsî düşmanlarına, her olumlu durumu da kendi siyâsî düşüncelerinin haklılığına bağlar. Ya da olumlu şeyler, siyâsî rakiplere puan olacak korkusu ile görmezden gelinir ve inkâr edilir. Olumsuz şeyler de yine aynı gerekçe ile daha çok öne çıkarılır.

Depremlerden sonra bu saplantılı değerlendirmelere maalesef çok fazla rastlamaktayız. İnsanlar enkaz altında ölüm kalım derdinde iken ve yetkililer canhıraş bir şekilde mücadele ederken, geriden bu tür değerlendirmeler yapmak, tam bir ahlâksızlıktır!

***

Sosyal medya kullanımı konusunda da imtihanları kaybediyoruz. Felâket zamanları, fısıltı gazetesinin en etkili olduğu anlardır.

Yalan yanlış bilgileri yaymak büyük bir sorumsuzluktur. Düşünün, bir tarafta enkaz altında insanlar, gece eksi 10 derece soğukta sokaklarda çoluk çocuk ve yaşlılar, bir de bunlara yardım yapmak için mücadele edenler; diğer tarafta ise sıcacık mekânlarda, ellerindeki telefonlarla ahkâm kesenler…

Sosyal medya kullanan herkes, böyle zamanlarda, “Benim bu paylaşımım ne işe yarayacak?” diye sormalı! 

Sosyal medya ile bağlantı olarak herkes kendini göstermek istiyor. Sosyal medyada insanların çeşitli içeriklerle kendi varlıklarını ispat etme derdi, yine bir problem olarak ortaya çıkabiliyor. “Haber ya da paylaşım değeri var” diye ya da “Etkileşim alacağız” diye insanların en aciz durumlarını yayınlayabiliyoruz. Bir çocuğun enkazdan çıkarılışı ya da enkaz altında vefât etmiş vatandaşlarımızın resimleri herkese yayılmak zorunda mı? İyi niyetli bir paylaşım yaptığımızı düşünüyorsak, bir de o görüntülerde yer alanların yakınlarını düşünmek zorundayız!

***

Netîce olarak, depreme hazırlık kadar, deprem sonrasında yapılacaklarla ilgili de öğrenmemiz gereken konular var. Felâketler, bir milletin birlik ve beraberliğinin en iyi şekilde gösterilmesi gereken zamanlardır. Bu zamanları insanlarımızı ayrıştırma, halk arasına fitne-fesat sokma fırsatı olarak görenlere fırsat vermeyelim!