Deprem, siyaset, medya, deformasyon ve ahlâk

İletişim sadece bilgi vermez, aynı zamanda yönlendirir, ikna eder ve duygulara seslenir. Siyaset, iletişimin bu özelliklerini kullanarak amacına ulaşmaya çalışır. Kitleleri yönlendirmek, verilen mesaja inandırmak ve duygularıyla hareket etmelerini sağlamak için iletişim kilit bir rol üstlenmektedir.

HER şekilde dengeye oturmuş olan toplumların her konudaki dilleri birbirini destekler doğrultudadır. Buna “harmonik dil” de diyebiliriz. Birbirlerini karşılamayan, birbiriyle örtüşemeyen diller, toplumda gerilimlere yol açar ve toplumun denge seviyesini yukarı çeker ki bu dile “anharmonik dil” demekte sakınca olmaz sanırım.

Henüz yaşadığımız “asrın depremi” veya “asrın felâketi” gerçeğinde toplumda ve siyasetteki dil anharmonik bir hâl aldı ve maalesef zihinlerde bastırılan gerilimler oluşturdu. AFAD Başkanı’na göre 500 atom bombası, benim hesaplarıma göre çok daha fazla olan bu gerçeği göremeyenler Araf 179’da tanımlanmış zaten. Tüm konular ele alınırken “ahlâk” düsturuna ve referanslara dikkat edilmeli. Zira Müslüman bakışında haberin kaynağının önemli olduğu İlâhî mesajla asırlar önce bildirilmiştir. Buna rağmen konular ele alınırken bazı önemli yaklaşım hatalarında ısrarlar olabiliyor.

İlk yaklaşım hatası, hiçbir şekilde bize ait olmayan bir akılla düşünme çabası. Problemlerimizi başkalarının aklıyla çözmeye çalışmak, kendimize ait olan aklın melekelerini yok saymak ve onlara güvenmemektir. Bu öyle bir ihmâldir ki bütün yetileri, bütün tarihî birikimleri ve kültürel kazanımları bir kenara bırakıp bir başkasının malzemesiyle, bir başkasının aklıyla sorunlar üzerine düşünmeye çalışmamızdır. Burada kastedilen, temel bilimlerdeki yaklaşımlar değil, öze dönük yaklaşımlardır. Elbette deprem ve etkileri üzerine ortak bir akıl aranmalıdır. Ama buna ait canhıraş çalışmalar üzerine kendi harmonik dilimizi kullanamamak bir zavallılık timsalidir.

İkinci hata ise, toplumların sorunlara yaklaşımlarındaki eylemsel hatadır. Yani çağa göre hızla modernleşme tutkusu, Batı toplumlarının argümanlarıyla iletişim jargonları oluşturmaları, Batı dışı toplumların temel yaklaşım hatalarından biridir. Öyle ki, millî üslûp ve eğilimlerden ödün verilerek yeni bir toplumsal algı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bunda medyanın argümanları etkin kullanılarak her türlü bilgi ve davranışsal eğilim hızlı yayılmakta velhasıl yeni nesil, oturduğu yerden kendine ait olmayan kavramlarla kahraman olma hevesine kapılarak bilinçli veya bilinçsiz kendine zarar vermektedir. Bundan en az etkilenen kesim, belki de Müslüman kesimlerdir. Çünkü onların tüm okuma ve düşünceleri daha çok içe dönük yani daha merkezcil veya daha millîdir. Zira onlar dışa dönüklüklerini de içlerinde, nasıl ve ne şekilde kullanmak üzere, kendilerini çoğu zaman yeniden kurgularlar. Ama bazı Müslüman kesimlerin temelde başkalarının aklıyla kendi sorunlarının üzerinde teoriler ürettiğini de biliyoruz. Bunu, henüz depremin kanı kurumamışken dahi olmadık teorilere inanılarak servis etmelerinden rahatlıkla anlayabilmekteyiz.

Üçüncü yaklaşım hatası, ülkemizdeki Müslümanların parçalı zihnî yapılanmaları ve bu bağlamda sıklıkla akıllarının tutulmasına müsamaha göstermeleridir. Şöyle ki, bu kesimdeki insanlar daha çok çift kişilik sergilerler. Birisi, dünya vatandaşı olarak sorunlara yaklaşırken öne çıkardığı kimliktir. Bu şekilde sorunlara yaklaşıldığında kullanılan üslûp, daha çok bizden uzak ve bize empoze edilen üslûp olduğu için çatışmacı, bölücü, yalanlayıcı, imha edici, çıkarcı, reddedici ve totaliter bir kimlik ortaya çıkmaktadır. Bunun nedeni ise dünyaya hâkim olma savaşı veren ülkelerin kuruluş ve ilerleyiş felsefesidir. Bizler farkında olarak veya olmayarak kısmen bu durumu içselleştirmiş ve benimsemiş durumdayız.

İkinci kimlik ise, olaylara yaklaşırken, olayları analiz ederken, bir Müslüman olarak daha adil, daha erdemli, daha ahlâkî, daha merhametli, daha hoşgörülü, anlayışlı, sevgi dolu ve bir arada yaşamaktan son derece bahtiyar olan kimliktir.

Son deprem hâdisesinde iyice görüldü ki, ülkemizdeki insanların böylesi iki kimliği var. Acılar üzerinden siyaset yapan, ahlâkî değerleri yok sayan bir kimlik karşısında acıları örten, dertlere merhem olmaya çalışan bir başka kimlik… Sorunlara Müslüman kimliği ile yaklaşmak ile seküler kimlikle yaklaşmak arasında her şekilde büyük bir fark vardır. Biri ülkemizi kendilerine göre hizaya getirmek isteyen bedbahtların paylaşımlarına tebessüm edip alkış tutarken, diğeri onlar karşısında asırlık kalelere giydirilmiş çelik zırhlar gibi karşı koyan kimlik. Bir yandan yaraları sarmaya çalışan devletçi kimlik, diğer yanda siyâsî amaçları için algı oluşturmaya çalışan ahlâk yoksunu kimlik. Toplumu kendine ve devletine karşı güvensiz hissettiren, insanları yalnız ve çaresiz hissettirerek toplumsal travmayı körükleyip kitlesel kaos plânı yapan kimliklere “ahlâksız” denmez de başka ne denir, çok bilemedim.

Dördüncü yaklaşım hatası ise, idealize edilen politika ile reel politika arasında dengenin kurulamaması. Yani harmonik değil de anharmonik söylemlerin esaretinde olunması… Her insanın bir ideali vardır, bir tahayyülü vardır, bir ülke hayâli ve o ülkeyi yönetim düşüncesi, yeni bir toplum inşâ etme teorileri, belki bir ümmet tasavvuru vardır. Diğer taraftan da, içinde yaşanılan bir ülke, o ülkenin yönetim şekli, imkânları, dostları, düşmanları, yöneticilerinin millilikleri ve bunların karşısında toplumun kabulleri veya retleri vardır. Yani karşımızda reel bir yapı faktörü vardır. Bu ikisi arasındaki dengeyi kuramayanların ferasetten acziyet içinde olduklarını söylemek kaçınılmazdır. Bir Müslüman gibi ferasetli davranıp aynı delikten defalarca ısırılmaması gerektiğini bilmek gerekir. Kimin iyilik için, kimin şer için ve ne için çaba içinde olduğunu, bireysel çıkarlarını öne çıkarmadan düşünmesi gerekir. Yaşanan toplumsal sorunlarda sağduyusunu kaybedip derin bir hırsa bürünenlerin dengesini kaybetmiş kalpazanlardan öte tavırlar sergileyemediklerini tekrar görmüş olduk. Bu yaklaşım hatalarından sıyrıldığımızda toplumsal dengeye ulaşmak kaçınılmazdır.

Modern siyasetin sıkıntısı

“Siyaset” denildiğinde, dört temel konu öne çıkmakta. Siyaseti daha iyi anlayıp daha iyi analiz edebilmek için bu dört temel alan beraber düşünülmelidir. Bunlar; siyasetin gelişme dinamikleri, siyasetin reel politiği, siyasetin temel açmazları ve siyasetin ideal politiğidir. Kabul edilmelidir ki, hiçbir siyâsî oluşum bu dört unsurun her birinde mutlak başarılı olamayabilir. Ancak uzun yıllar yönetimi elinde tutan bir siyâsî oluşumun her bir unsurda daha başarılı olduğu söylenebilir.

Kabul edelim veya etmeyelim, ülkemizde yirmi yılı aşkın süre yönetime sahip olan siyâsî oluşum, bu perspektiften oldukça başarılı sayılabilir. Yine bu son deprem olayında da bunu yakînen gördük ve görmekteyiz.

Ülkemiz en çok politik olan ülkelerden biri ve vazgeçilmezi de siyaset veya siyaset bilimi. Bu anlamda siyaset, klasik ve modern olmak üzere iki ayrı tanıma sahiptir. Klasik tanımdan en açık anlaşılması gerekeni “iyi yönetme sanatıdır”. Geleneksel yapıda referans düşünce, “Ben insanı nasıl iyi yönetirim?”. Bunun yolu ve yöntemi siyasilere göre farklı olabilmektedir. Ancak, toplumun kabulleri siyasinin yöntemlerine biçilen ömürdür. Kimi dört yılı zor tamamlar, kimi iktidarını yirmi beşinci yıla hazırlar. Bu ise siyasinin metodunun halk tarafından onaylanan başarısıdır. Örneğin Muaviye yönetiminin felsefesi, “Sözün geçtiği yerde söz, paranın geçtiği yerde para, kılıcın geçtiği yerde kılıç” şeklindedir. Halkın doğrudan yönetilmesi, halkı yönetenlerin yönetilmesinden oldukça zordur. Bundan dolayı eski yönetim biçimleri günümüz yönetim biçimlerinden daha kolaydır. Çünkü onlar halkı değil, halkı yönetenleri yönetiyorlardı.

Modern siyasetin anlamı ve fonksiyonu, klasik siyasetten oldukça farklıdır. Yani modern siyaset, toplumu iyi yönetme sanatı değildir artık. Sadece iktidar ve halk arasındaki prosedürleri düzenleyen bir ilişki biçimidir. Yani siyaset toplumu yönetmek değil, toplumla iktidar arasındaki ilişkiyi koordine edebilmektir. Çünkü iktidarın her türden kaynakları vardır ve “Bu kaynaklar halk için en iyi şekilde nasıl kullanılmalıdır?” sorusunun cevapları, başarıya açılan kapılardır. Modern siyasetin işleyiş tarzı budur. Halk, aldığı paydan ve kullandığı imkânlardan memnuniyetsizlik duyunca bunu seçimlerde doğrudan yansıtmaktadır.

Ama modern siyasetin bir sıkıntısı var. O sıkıntı, halkın manipüle edilmesidir. İyi, güzel, doğru, hak, ahlâkî ve erdemli olan her eylemin zatıyla yansıtılma çabalarıdır. Şayet halk kendini refah toplumu yerine idealist toplum boyutuna taşıdığına inanmış veya inandırılmış ise, idealleri uğruna çok kolay yalan söyleyip ahlâkî boyutların dışına çıkabilmektedirler. Aslında bu tür toplumlar modern siyasette olduklarını düşünseler dahi uygulama boyutunda klasik dönemin halkları gibidirler. Çünkü kendilerini yöneten sosyal medyalar vardır ve onlar sadece onlara inanmaktadırlar. Bu tarz toplumların çoğunun refah sıkıntısı asla yoktur. Bu anlamda ülkemizdeki deprem gününden itibaren o yapıdaki halkın nasıl bir ahlâk dışılığı simgelediği çok açıktır. Hâlbuki Müslüman toplumlarda bu tarz durumlarda haber kaynaklarının ciddî şekilde araştırılması İlâhî bir tavsiyedir. Bu anlamda bu kesimdeki insanların bu siyâsî davranışları haktan yana olmadığı için de asla adaletli değildir.

Buna göre siyaset, toplumdaki farklı sosyal sınıflar, çıkarlar ve taleplere sahip bireyler arasındaki paylaşım ve bölüşüm mücadelesi olarak da tanımlanabilir. Siyasetin temelini farklı çıkar ve düşünce odaklarının çekişmesinden doğan çatışmalar oluşturur. Bu çatışmaların nedeni, toplumdaki değerlerin ve kaynakların paylaşılma çabalarıdır. Paylaşımı kolaylaştırmanın yolu ise iktidara sahip olmaktan geçmektedir. Siyaset sadece “kaynakların paylaşımı mücadelesi” olmayıp, aynı zamanda “değerlerin paylaşılmasına hizmet eden” bir araçtır. Siyaset, toplumda uzlaşma ve bütünleşmeyi hedef alarak herkesin yararına bir toplum düzeni kurulması için çaba harcar. Yani siyaset, nasıl baktığınıza, ne anladığınıza ve hangi amaca hizmet ettiğinize bağlı olarak şekillenen bir süreç olup, aynı zamanda da “maddî ve manevî değerlerin otoriteye göre dağıtılması süreci”dir.

Çoğu zaman çok sayıda insanın bir arada yaşaması tek başına siyasetin varlığını açıklamaya yetmeyebilir. Örneğin ülkemizde bu anlamda var olan haklı ve meşru iktidarlara karşı açık veya saklı yönetilmeye isyan vardır. Bu öyle bir boyuta taşınıyor ki beyazı kara, karayı beyaz yapacak kadar etik sınırları zorluyor. Hani denir ya “kasap et derdinde, koyun can”, bizdeki siyaset tam da bu boyutta seyretmekte çoğu zaman. Ve bu boyutta medya devreye girmekte, nasıl bir akıl tutulması yaşadıklarının farkına varamayarak insanları rencide edebilmektedir. Hatta “Bir aylık maaşım” cümlesi dahi irrite etmekte ve erdemli akıllarla alay etmektedir. Bu, medya yoluyla kendi tabasını en acılı günde dahi ahlâkîlikten uzaklaştırmanın bir tür çabası ve insanların çeşitli bağlarla birbirine bağlanmış olmalarını hazmedememe ve etkileşimlerini kırmayı siyasetlerinin gereği olarak kabul etmeleridir. Ama temelinde iman olan toplumları bu tür manipülasyonları aşarak organik bir bütünlük gösterme doğrultusuna yönlendirmek, haktan ve adaletten yana olduğunu güçlü argümanlarla açık seçik anlatan ve uygulayan siyâsî iktidarın esas görevleri arasında olmalıdır. Çünkü halkın çoğu, birbirine tanımı güç bir bağımlılık içinde olan çok sayıda alt topluluklarla bağlıdır.

Günümüz siyasetinin bir şekli de iletişim olup, bu da mesaj alışverişiyle insanlar arasında “ortaklık sağlama” amacı gütmekte, “insanların sahip oldukları bilgi, düşünce ve tutumlarını çeşitli yollarla başka kişilere aktararak toplum içinde benzeşme ve birlik sağlamayı” hedeflemektedir. İletişim, insanın kendi amaçlarını gerçekleştirmek için çeşitli durumlara ilişkin anlamlar ürettiği ve kendi bakış açısını yüklediği bir eylem biçimi olarak ortaya çıkmaktadır. O hâlde iletişim için her şekilde güçlü, ahlâkî, adaletli ve gerçekçi olarak gündemi toparlama değil de gündem oluşturmak için öz kaynaklar ve öz birikimler kullanılmalıdır. Çünkü insanlar ve gruplar arasında meydana gelen iletişim, sosyal bir çerçevede gerçekleşmektedir.

İletişim sadece bilgi vermez, aynı zamanda yönlendirir, ikna eder ve duygulara seslenir. Siyaset, iletişimin bu özelliklerini kullanarak amacına ulaşmaya çalışır. Kitleleri yönlendirmek, verilen mesaja inandırmak ve duygularıyla hareket etmelerini sağlamak için iletişim kilit bir rol üstlenmektedir. Yaşanan asrın felâketinde “asrın felâketi” cümlesinden rahatsız olan bir güruha karşı her türlü medya iletişim araç ve gereçlerinin ahlâkî kullanılmasından yana tavır alınmalıdır ki “biz ondan, o da bizden razı olsun”. Gördük ki, zengin fakir, hepsi aynı çadırda. Bu gerçeği iyi anlamak ve anlatmak farzdır diye düşünüyorum.

Depremde hayatını kaybedenlere rahmet, en yakınlarına derin sabır diliyorum. Yöneticilerimiz için de bu enkazı en kısa zamanda güzele çevirmeleri için kalbî dualar ediyorum.