DÜNYA,
tedricen tam 6 günde yaratıldı. Üstelik buna ihtiyaç duymayan bir kudrete sahip
olan Yaratıcı tarafından…
İçinde bulunduğumuz gezegen, yüzlerce yıl süren soğumanın
ardından şekillendi; kara parçaları denizlerden ayrıldı, dağlar ve ovalar
yeşillendi. Karıncalar, tavşanlar, kuşlar ve diğer hayvanlar, uçsuz bucaksız
toprak parçasında özgürce gezdiler, koştular ve uçtular. Balıklar ve diğer
yüzgeçli hayvanlar ise, toprağa kıyısı olan denizlerde ve ona su taşıyan
derelerde yüzdüler. Tâ ki ilk insan ve ilk peygamber Hazreti Âdem’in çocukları çoğalıp
yeryüzünde mukim oluncaya dek…
Oysa yeryüzü, Müslümanlara ibadet etmeleri için musahhar
edilmişti. Hadîs-ş şerif de bu konuyu teyit eder: “Yeryüzü Bana mescid
kılındı…”
Evet, mescitten kasıt, Yüce Rabbimize yöneldiğimiz yani secde
ettiğimiz yer olarak zikredilmiştir. Secde edilen yerin temizliği esastır. Ki
bu da bize düşen bir vazifedir.
Evet, bize emanet edilen yeryüzünde, daha düne kadar sular
dereden içiliyordu. Ne filtreye ihtiyaç vardı, ne de istiflemeye. Ne kuyu açmaya
gerek vardı, ne de sondaj vurmaya. Hele hele satılacak kadar değerli değildi,
çünkü boldu. İnsanlar hem uzun, hem de uzun ömürlüydü; zira her şey “doğal” ve
“temiz” tüketiliyordu…
Neden sonra, bir kirlenme baş gösterdi. Çadırlarla kalelere
sığmayan âdemoğlunun kentleşme eylemi start alınca, sınırlar genişlemeye
başladı. Adına “manzara” denilen dere kenarlarına, ormanlık alanlara, kıyı
bantlarına evler kuruldu…
İnsan da çoğaldı, ihtiyaçlar da. Buna bağlı keşifler de…
Ateş, tekerlek ve kâğıttan sonraki her buluş, insanın konforunu arttırmıştı; yollar,
köprüler yapıldı. Bacalardan yükselen kömür dumanı, trenlerde ve fabrikalarda
görüldü. Yaya iken atlı, atlı iken motorize oldular. Kâğıt için ağaçlara, taş
için dağlara, altın için derelere kıyıldı. Ve dereler kirlendi, denizler küstü,
hayvanlar ürktü, çiçekler de kurudu.
O tertemiz doğaya acımadık! İçindekileri kâh sopayla
kovaladık, kâh dinamitle korkuttuk. Ama en çok kanalizasyonla kirlettik, çöple
doldurduk ve kendi sonumuzu hazırladık!
Sonra ne mi oldu? Gelin, hep birlikte görelim…
Bir sabah kalktığımızda, o masmavi koylar, o bakmaya
doyamadığımız ve yüzmeye kıyamadığımız kıyılar kusmaya başladı!
Ebru teknesindeki kitreyi andıran tabaka, Marmara’ya kıyısı
olan il ve ilçe halkını tedirgin etmeye başladı. Sadece İstanbulluları değil,
İstanbul sevdalılarını da… İşte o sevdalılardan biri olarak, birkaç cümle
kurmak istedik.
Deniz salyası
İstedik, zira iş, göründüğünden de büyük bir vahametin
habercisiydi… Zannımca, Fatih Sultan Mehmed Han hayatta olsaydı, müsilajla
mücadele etmenin, Bizans askerleriyle cenge girişmek kadar “çetin” bir mücadele
olduğunu bize hatırlatırdı.
Yılların ihmâli, vurdumduymazlığı ve doğanın intikam duygusu…
İklim değişikliği, suların çekilmesi, depremlerin görülmesi, obrukların
oluşması, hortumların meydana gelmesi… Tüm bunlar, olacakları fısıldıyordu bize
ama biz, bize verilen mesajı hem doğru anlamadık, hem de vaktinde anlamadık…
Hâl böyle olunca, doğa kendi diliyle mesaj vermek istedi. Mesajın adı, “müsilaj”
idi.
İşi ya da merakı nedeniyle daha önce duyanlar olsa da büyük
çoğunluk “ilk kez” karşılaşıyordu “müsilaj” kelimesi ile…
Vikipedia’ya göz attığımızda, kaktüs ve keten tohumlarına
benzer sukulent bitkilerde görülen su ve gıdanın depolanmasında, tohumun çimlenmesinde
ve zar kalınlaşmasında rol oynayan, hemen hemen tüm bitkiler ve bazı
mikroorganizmalar tarafından üretilen kalın, yapışkan bir madde olarak tabir
edildiğini gördük…
Sadece görüntüsü ile değil, su içindeki canlılar için de
büyük bir tehdit oluşturan bu salgının aynı zamanda dayanılmaz bir kokuya da
sebebiyet verdiği, belli bir yerde kalmadığı, giderek yayıldığı ve etkisini
arttırdığı belirlenince, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı durmaksızın harekete
geçti.
Marmara Denizi'ne kıyısı olan illerin valileri, büyükşehir belediye
ve belediye başkanları, vali vekilleri ve bölge milletvekillerinin katılımıyla
Kocaeli’nde “Marmara Denizi Eylem Plânı Koordinasyon Toplantısı”
gerçekleştirildi. Toplantıya başkanlık eden Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat
Kurum, 7/24 esasıyla, Marmara Denizi’ndeki müsilajın bilimsel temelli
yöntemlerle tamamen temizlenmesine başlanacağının bilgisini kamuoyuyla
paylaştı.
Bu üzüntünün yanında bizi sevindiren iki unsurdan da
bahsetmek isterim: İlki, bu felâketin üstesinden gelecek bilgi, birikim ve
altyapıya sahip bakanlıklarımızın oluşu; diğeri ise, olayı avantaja çevirecek
eylem plânının hemen başlatılması…
22 maddelik eylem plânından öne çıkan başlıklar şöyle: Atık
su arıtma tesislerinin tamamı 7/24 online izlenecek ve Marmara Denizi’ndeki
izleme noktası iki katına çıkarılacak. Türkiye Çevre Ajansı maharetiyle,
Marmara Denizi ile ilişkili tüm havzalardaki denetimler, uzaktan algılama, uydu
ve erken uyarı sistemleri, insansız hava araçları kullanılarak arttırılacak. En
önemlisi, 3 boyutlu modelleme ile Marmara Denizi’nin dijital ikizi
oluşturulacak ve değişimler anlık olarak takip edilecek. Yine Marmara Bölgesi’nde
“Sıfır Atık” uygulamasına geçilecek. Organik temizlik ürünlerinin kullanılması
teşvik edilecek, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın desteğiyle hayâlet ağların
temizliği yapılacak.
“Marmara hepimizin!”
8 Haziran günü, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum,
İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, belediye başkanları ve sivil toplum
kuruluşlarının katılımı ile İstanbul Caddebostan sahilinde
“Müsilaj Temizleme Seferberliği” de başlatıldı.
Bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Müsilaj (deniz salyası)
sorunu, sadece Marmara Denizi’ne kıyısı olan 7 ili ve 25 milyon vatandaşımızı
ilgilendirmiyor. 83 milyonun tamamını yakından ilgilendiren, geleceğimizi ve
sağlığımızı çevreleyen bir sorun bu. Bu sorunu ortadan kaldırmak ve bir daha
nüksetmemesi için ülke olarak “tek yürek” olmak zorundayız.
Evet, “Marmara hepimizin”!