Denizlerden subliminal müsilaj var!

Yılların ihmâli, vurdumduymazlığı ve doğanın intikam duygusu… İklim değişikliği, suların çekilmesi, depremlerin görülmesi, obrukların oluşması, hortumların meydana gelmesi… Tüm bunlar, olacakları fısıldıyordu bize ama biz, bize verilen mesajı hem doğru anlamadık, hem de vaktinde anlamadık… Hâl böyle olunca, doğa kendi diliyle mesaj vermek istedi. Mesajın adı, “müsilaj” idi…

DÜNYA, tedricen tam 6 günde yaratıldı. Üstelik buna ihtiyaç duymayan bir kudrete sahip olan Yaratıcı tarafından…

İçinde bulunduğumuz gezegen, yüzlerce yıl süren soğumanın ardından şekillendi; kara parçaları denizlerden ayrıldı, dağlar ve ovalar yeşillendi. Karıncalar, tavşanlar, kuşlar ve diğer hayvanlar, uçsuz bucaksız toprak parçasında özgürce gezdiler, koştular ve uçtular. Balıklar ve diğer yüzgeçli hayvanlar ise, toprağa kıyısı olan denizlerde ve ona su taşıyan derelerde yüzdüler. Tâ ki ilk insan ve ilk peygamber Hazreti Âdem’in çocukları çoğalıp yeryüzünde mukim oluncaya dek…

Oysa yeryüzü, Müslümanlara ibadet etmeleri için musahhar edilmişti. Hadîs-ş şerif de bu konuyu teyit eder: “Yeryüzü Bana mescid kılındı…”

Evet, mescitten kasıt, Yüce Rabbimize yöneldiğimiz yani secde ettiğimiz yer olarak zikredilmiştir. Secde edilen yerin temizliği esastır. Ki bu da bize düşen bir vazifedir.

Evet, bize emanet edilen yeryüzünde, daha düne kadar sular dereden içiliyordu. Ne filtreye ihtiyaç vardı, ne de istiflemeye. Ne kuyu açmaya gerek vardı, ne de sondaj vurmaya. Hele hele satılacak kadar değerli değildi, çünkü boldu. İnsanlar hem uzun, hem de uzun ömürlüydü; zira her şey “doğal” ve “temiz” tüketiliyordu…

Neden sonra, bir kirlenme baş gösterdi. Çadırlarla kalelere sığmayan âdemoğlunun kentleşme eylemi start alınca, sınırlar genişlemeye başladı. Adına “manzara” denilen dere kenarlarına, ormanlık alanlara, kıyı bantlarına evler kuruldu…

İnsan da çoğaldı, ihtiyaçlar da. Buna bağlı keşifler de… Ateş, tekerlek ve kâğıttan sonraki her buluş, insanın konforunu arttırmıştı; yollar, köprüler yapıldı. Bacalardan yükselen kömür dumanı, trenlerde ve fabrikalarda görüldü. Yaya iken atlı, atlı iken motorize oldular. Kâğıt için ağaçlara, taş için dağlara, altın için derelere kıyıldı. Ve dereler kirlendi, denizler küstü, hayvanlar ürktü, çiçekler de kurudu.  

O tertemiz doğaya acımadık! İçindekileri kâh sopayla kovaladık, kâh dinamitle korkuttuk. Ama en çok kanalizasyonla kirlettik, çöple doldurduk ve kendi sonumuzu hazırladık!

Sonra ne mi oldu? Gelin, hep birlikte görelim…

Bir sabah kalktığımızda, o masmavi koylar, o bakmaya doyamadığımız ve yüzmeye kıyamadığımız kıyılar kusmaya başladı!

Ebru teknesindeki kitreyi andıran tabaka, Marmara’ya kıyısı olan il ve ilçe halkını tedirgin etmeye başladı. Sadece İstanbulluları değil, İstanbul sevdalılarını da… İşte o sevdalılardan biri olarak, birkaç cümle kurmak istedik.

Deniz salyası

İstedik, zira iş, göründüğünden de büyük bir vahametin habercisiydi… Zannımca, Fatih Sultan Mehmed Han hayatta olsaydı, müsilajla mücadele etmenin, Bizans askerleriyle cenge girişmek kadar “çetin” bir mücadele olduğunu bize hatırlatırdı.

Yılların ihmâli, vurdumduymazlığı ve doğanın intikam duygusu… İklim değişikliği, suların çekilmesi, depremlerin görülmesi, obrukların oluşması, hortumların meydana gelmesi… Tüm bunlar, olacakları fısıldıyordu bize ama biz, bize verilen mesajı hem doğru anlamadık, hem de vaktinde anlamadık… Hâl böyle olunca, doğa kendi diliyle mesaj vermek istedi. Mesajın adı, “müsilaj” idi.

İşi ya da merakı nedeniyle daha önce duyanlar olsa da büyük çoğunluk “ilk kez” karşılaşıyordu “müsilaj” kelimesi ile…

Vikipedia’ya göz attığımızda, kaktüs ve keten tohumlarına benzer sukulent bitkilerde görülen su ve gıdanın depolanmasında, tohumun çimlenmesinde ve zar kalınlaşmasında rol oynayan, hemen hemen tüm bitkiler ve bazı mikroorganizmalar tarafından üretilen kalın, yapışkan bir madde olarak tabir edildiğini gördük…

Sadece görüntüsü ile değil, su içindeki canlılar için de büyük bir tehdit oluşturan bu salgının aynı zamanda dayanılmaz bir kokuya da sebebiyet verdiği, belli bir yerde kalmadığı, giderek yayıldığı ve etkisini arttırdığı belirlenince, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı durmaksızın harekete geçti.

Marmara Denizi'ne kıyısı olan illerin valileri, büyükşehir belediye ve belediye başkanları, vali vekilleri ve bölge milletvekillerinin katılımıyla Kocaeli’nde “Marmara Denizi Eylem Plânı Koordinasyon Toplantısı” gerçekleştirildi. Toplantıya başkanlık eden Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, 7/24 esasıyla, Marmara Denizi’ndeki müsilajın bilimsel temelli yöntemlerle tamamen temizlenmesine başlanacağının bilgisini kamuoyuyla paylaştı.

Bu üzüntünün yanında bizi sevindiren iki unsurdan da bahsetmek isterim: İlki, bu felâketin üstesinden gelecek bilgi, birikim ve altyapıya sahip bakanlıklarımızın oluşu; diğeri ise, olayı avantaja çevirecek eylem plânının hemen başlatılması…

22 maddelik eylem plânından öne çıkan başlıklar şöyle: Atık su arıtma tesislerinin tamamı 7/24 online izlenecek ve Marmara Denizi’ndeki izleme noktası iki katına çıkarılacak. Türkiye Çevre Ajansı maharetiyle, Marmara Denizi ile ilişkili tüm havzalardaki denetimler, uzaktan algılama, uydu ve erken uyarı sistemleri, insansız hava araçları kullanılarak arttırılacak. En önemlisi, 3 boyutlu modelleme ile Marmara Denizi’nin dijital ikizi oluşturulacak ve değişimler anlık olarak takip edilecek. Yine Marmara Bölgesi’nde “Sıfır Atık” uygulamasına geçilecek. Organik temizlik ürünlerinin kullanılması teşvik edilecek, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın desteğiyle hayâlet ağların temizliği yapılacak.

“Marmara hepimizin!”

8 Haziran günü, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, belediye başkanları ve sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile İstanbul Caddebostan sahilinde

“Müsilaj Temizleme Seferberliği” de başlatıldı.

Bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Müsilaj (deniz salyası) sorunu, sadece Marmara Denizi’ne kıyısı olan 7 ili ve 25 milyon vatandaşımızı ilgilendirmiyor. 83 milyonun tamamını yakından ilgilendiren, geleceğimizi ve sağlığımızı çevreleyen bir sorun bu. Bu sorunu ortadan kaldırmak ve bir daha nüksetmemesi için ülke olarak “tek yürek” olmak zorundayız.

Evet, “Marmara hepimizin”!