Denizler altında yirmi bin timsah

Bizim nesil, “üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili Türkiye” mottosu ile büyütüldü. Kimi zaman bu mottonun abartı olduğunu düşündüğümüz de oldu. Lâkin anlıyorum ki, az bile söylenmiş! Bir de bizi kuşatmaya çalışan “iç denizimiz” var ve o “iç denizde” saldırmaya amâde yirmi bin timsahımız…

2020 senesi ülkemiz için çok tatsız başladı maalesef. Yeni yılımızın ilk ayını henüz devirdik ama bir aya bir yıllık acı ve keder sığdırdık. Korku tünelinden geçer gibiyiz milletçe.

Hayır, 2020 yılını “uğursuz sene” olarak yaftalayanlardan olmayacağım. Ben bugün timsahlardan bahsedeceğim (biraz dolambaçlı yollardan ama)…

***

Yılın hemen başında ve sınırımızın hemen dibinde Dördüncü Dünya Savaşı’nın eşiğinden döndük ya da böyle düşünmemiz istendi. ABD ile İran -güya- birbirlerini vurdular ama gerçekte vurulan sadece Irak idi.

“Üçüncü Dünya Savaşı’na ne oldu?” dediğinizi duyar gibiyim. Efendim, o savaş hâlihazırda devam etmekte zaten!

Ortalık tam duruldu derken, Elazığ-Malatya Depremi kapımızı çalıverdi. Maalesef 41 insanımızı kaybettik.

Yaralarımız henüz kabuk bağlamamışken, çığ düştü üzerimize Van’da. 41 can da Van’da verdik.

Peşinden İdlib’den geldi acı haber. Hain saldırıda 8 askerimiz şehâdete yürüdüler.

“Ne oluyor böyle?” demeye kalmadı, bu kez de ajanslar uçak kazası haberini verdiler Sabiha Gökçen’den. Sahi, neler oluyordu böyle?

***

Bir aya sıkıştırılmış bu kadar acıya alışkın değiliz. Lâkin -ve maalesef- milletçe acımızı dahi adam gibi yaşayamamaya alışmaya başladık, ne acı!

Canımız Elazığ ve Malatya’da atarken, yıkılan binaların altında insanlarımız kurtarılmayı beklerken, Ekrem Bey’in Palandöken’de kayak yapıyor olmasına alıştık; zira hazretleri, buna alışmamızı istiyorlar.

İstanbul’da sel felâketi yaşandığında kendilerinin Bodrum’da tatil yapmasına da alışmıştık zaten. Ekrem Bey’e tatil de çok yaşıyor!

Kılıçdaroğlu’nun deprem çadırları önünde depremzedeler ile sohbet ettikten sonra, “Elazığ’da bir tane bile Kızılay çadırına rastlamadım” demesine hiç şaşırmadık, alışmışlığımızdan!

Van’daki çığ olayında ekiplerimiz eksi 25 derecede kurtarma faaliyetlerini sürdürürken, bizler kerli ferli bir haber kanalımızın (ismi lâzım değil ama Haber Türk) kerli ferli Ankara Temsilcisi’nin (ismi lâzım değil ama Bülent Aydemir) iddialarını tartışmaktaydık. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Gülşen Orhan, olay yerine gitmek için yolu açtırmışmış, iş makinaları yüzünden de ikinci çığ düşmüşmüş…

İşin doğrusu ortaya çıkmış, Sayın Orhan’ın da çığ altından kurtarılmış olduğu anlaşılmış; Aydemir canlı yayında özür dilemiş olsa da, bu yalan haberi yaymaya çalışanlara da alışkınız biz!

İdlib’deki şehitlerimizi henüz toprağa vermeden, “Ne işimiz vardı Suriye’de?” korosundan “Biz demiştik!” türküsünü dinlemeseydik, hatırımız kalırdı zaten.

Kederde ve sevinçte bir ve bütün olan Türkiye’den, Olimpiyatlar Türkiye’ye verilmedi diye Taksim’de coşkulu kutlama düzenleyen Türkiye’ye ne ara evrildik, anlamak gerçekten zor!

***

Bizim nesil, “üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili Türkiye” mottosu ile büyütüldü. Kimi zaman bu mottonun abartı olduğunu düşündüğümüz de oldu. Lâkin anlıyorum ki, az bile söylenmiş! Bir de bizi kuşatmaya çalışan “iç denizimiz” var ve o “iç denizde” saldırmaya amâde yirmi bin timsahımız…

Allah (cc), yılımızın geri kalan kısmında ülkemizi ve milletimizi her türlü afetten, felâketten, musibetten ve dahi “timsahlardan” muhafaza eylesin!

Yazının sonunda iç sesim soruyor: “Bak, uçak kazası için ‘timsahların’ gıkı çıkmadı Kahraman! Haksızlık etmiyor musun?”

Cevap veriyorum iç sesime: “O kaza -maazallah- İstanbul Havaalanı’nda olsaydı ya da uçağın üzerinde Pegasus yerine Turkish Airlines yazsaydı, görürdün sen şamatayı birader!”

Ve iç sesim susuyor…

Ve yazı bitiyor.

Kalınız sağlıcakla efendim…