Deniz salyasının düşündürdükleri

Bu kirli ve kesif perde, bir müddet sonra denizin nefes alıp vermesini temin eden fotosentez olayını engelliyormuş. Yani deniz nefes alıp vermede zorlanıyormuş anlayacağınız. Boğulmaya başlayan birinin ağzının köpürmesi gibi, deniz de hâl diliyle “Boğuluyorum” anlamında bu salyayı ifraz ediyormuş. Salya ifraz eden denizin bu manzarası, boğulurken ağzından köpükler saçarak çırpınan birinden farksız!

DENİZ salyası gündemi, günlerdir ülke gündemine oturan yapay gündemlerin hepsinden daha önemli bir gündem. Daha önemli, çünkü yapay değil, sahici bir gündem.

Ne yazık ki bu sahici gündem, vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor! Şimdilik Marmara Denizi’nde görülen bu vahamet, acil tedbirler alınmazsa diğer denizlerimize de sirayet edecek bir potansiyel taşıyor.

Bu kavramı daha önce hiç duymamıştık. Kavramın bilimsel açıdan izahı aşağı yukarı şöyle: Denizdeki mikroskobik bitkiciklerin, ortamlarında doğa dışı gerçekleşen şartlara bağlı olarak aşırı çoğalmaları sonucu bıraktıkları salgıya “deniz salyası” deniyormuş. Bu salgı, denizin tabiî olarak değil, tepkisel olarak bıraktığı bir salgıymış. Bu salya, insan duyarsızlığına bir isyanın ön uyarısı aslında.

Peki, denizin tepki verdiği bu olağan dışı şartlar neymiş?

Temel sebep, denizin evsel ve sanayi atıklarıyla aşırı kirletilmesi imiş. Denize duyarsızca bırakılan bu atıklar, bir müddet sonra onun tahammül sınırlarını aşarak deniz suyu ile gün ışığı arasında bir perde oluşturmaya başlıyormuş.

Bu kirli ve kesif perde, bir müddet sonra denizin nefes alıp vermesini temin eden fotosentez olayını engelliyormuş. Yani deniz nefes alıp vermede zorlanıyormuş anlayacağınız. Boğulmaya başlayan birinin ağzının köpürmesi gibi, deniz de hâl diliyle “Boğuluyorum” anlamında bu salyayı ifraz ediyormuş. Salya ifraz eden denizin bu manzarası, boğulurken ağzından köpükler saçarak çırpınan birinden farksız!

Bu boğulmanın ilk alâmetleri denizdeki dip canlılarının ölümüne yol açması ve biyolojik çeşitliliğin azalması olarak kendini göstermesiymiş.   

Denizin bu salgıyı üretmesi, “Boğuluyorum” çığlıklarına sessiz kalan bizlere bir isyan bayrağı çekmesidir. “Bıçak kemiğe dayandı” diyor şairlerimizin “Mai Deniz” olarak isimlendirdikleri Marmara.

Biz Türklerin helâk edici bir gafleti vardır; bir tehlike veya fitne ilk işaretlerini verdiğinde bunu pek önemsemez veya umursamayız. Tâ ki o tehlike ve fitne büyüyüp varlığımızı tehdit edinceye kadar… İşin başında bir kova suyla söndürülecek yangın, bir deniz boşaltılsa sönmeyecek büyüklüğe geldikten sonra ne kadar gayret ve mücadeleye mâl oluyor, ne kadar ağır bir faturaya yol açıyor!

Marmara Denizi, bölgeye adını veren bir tabiat incisi. İstanbul, Bursa, Yalova ve İzmit’in gözbebeği. Marmara Denizi’ni çekip alsak, bu kentlerin ne cazibesi kalır, ne de büyüsü.

Marmara’nın her damlası altın değerinde olan suyunu kirletmek nasıl bir nankörlüktür, tarif edilemez. Bu kirlilik bugünün eseri değil elbet ama nüfusun en yoğun olduğu bu bölgeye kurulan fabrika ve etrafındaki şehirlerin kanalizasyon atıklarının bu denize olduğu gibi boşaltılmasının bir cinayet olduğu bilinci en başta oluşmalıydı.

Bu bilinç ne sanayicimizde oluştu, ne de belde ve belediyelerimizde maalesef. Hâsılı, insanımız böyle bir bilinçten çok uzak düştü. İsviçre gölleri kadar temiz ve berrak olması gereken Marmara, bugün hasta ve her gün istifrağ ederek durumunun vahametini anlatmaya çalışıyor bizlere. İnşallah onun bu feryat ve isyanı ciddiye alınır en kısa zamanda.

Marmara Denizi’nin kirletilmeye karşı takındığı bu tavır, bana karşı karşıya olduğumuz bir tehlikenin temsili gibi göründü.

Marmara Denizi bir iç deniz olduğu için ben onun bizim iman ve irfanımızın merkezi olan kalbimizi temsil ettiğini düşünüyorum. Marmara Denizi’ne vahşice salınan evsel ve sanayi atıklarını da dirlik ve düzenimize aralıksız saldıran şer güçlerinin fitnelerine benzetiyorum.

ABD’nin elindeki sosyal medyanın, sahte hesapların sahte gündemleri üzerinden ülkemiz aleyhine oluşturduğu iğrenç algı ve gündemler, belde ve belediye kanalizasyonlarından her gün Maramara’ya akan çirkef suyuna benziyor.

Yine şer güçlerin kurduğu fitne fabrikalarında üretilen FETÖ, PKK, YPG, mafyatik yapılar ve işbirlikçi unsurlar da sanayi atıklarının aynı denize boca edilmesini andırıyor.

Atıkların denizin dibindeki canlılar ile güneş ışığı arasına kesif bir perde çekmesi, derin kökümüz olan din, medeniyet ve tarihimiz ile aramıza algı perdeleri çekilerek nesillerin o hazinelerden beslenmesini engelleme faaliyetlerini okşuyor.

Denizin âdeta isyan ederek köpürmesi ise dinimiz ve tarihimizin bize yüklediği ferasetin tehlike karşısında uyarı bayrağı açmasına benziyor.

Dışımızdaki Marmara, “Yetiş ey ahali, boğuluyorum!” diye feryat ediyor, içimizdeki Marmara olan iman ve irfan ise “Uyan ey gaflet uykusundaki Müslüman Türk çocuğu, bütün değerler denizin kirletiliyor!” diye çığlık atıyor.

Bize düşen, bu seslere kulak vermek ve hem gözümüzün önündeki Marmara’nın, hem de içimizdeki Marmara’nın kurtulması için acil eylem plânları oluşturarak harekete geçmek.

Mevlâna Hazretleri’nin şu sözü, bu bağlamı çok iyi anlatıyor: “Geceden yola çık ey dost, sabah çok geç olabilir!”