“Deniz geri alır, bırakmaz” derler

Derler ki, “Deniz günün birinde geri alır”. Örneği görülmüştür. Dolgu bölgelerin denizin dibini boyladığına ben de şahit oldum. Binalar suyun içinde kaldı. Yine öyle bir şey başa gelirse? Onu o zaman düşüneceğiz demek. Sahi, sahiller kimin?

TAM da Arap turistin dediği gibi, hava lâtif, şehir mazbut… Lâkin benim keyfim yok.

Cümleler, kendi başına bir akış tutturup gitmek istese de buna müsaade etmeyeceğim. Kesin karar!

O yüzden, yazdığım yarım sayfayı sildim attım. Hem de birkaç defa...

“Müsaade” kelimesinde kaç tane a var?

Bak işte yine dürtüyor! Bıraksam, setin zayıf yerinden pırtlayıp fışkıracak, kendine göre bir akış başlatacak.

“Keyfim yok” kısmından hoşlanmadı bu metin. Sanırım… Sanıyorum... Sandım.

*

Haklı olabilir.

Diyor ki, hayır, demiyor da ima ediyor ki, ima da değil, ihsas…

Her neyse…

Dediği şu: Bak, bembeyaz sayfa. Ne istersen yazabilirsin. Gönlüm, güzel şeyler yazmandan yana. Ne diye keyifsiz olasın ki? Hem de böyle güzel bir şehirde, böyle güzel bir yerde, hava da bu kadar harika iken…

Ona itirazım yok. Keyifsizim, çünkü içimden gelen bu. Açan güneşle, esen hafif rüzgârla, bulutların oyunlarıyla değişir mi? Bilmem ki…

Denizin de hışırtısı olsaydı, belki.

Dalgaların sahile vurup geri çekilmesini severim. Hep sevmişimdir. Saymışlığım bile vardır. Hem de çok…

Burada dolgu yapılmış, dalgaların önüne set vurulmuş. Kıyıya foş diye gelip yavaşça çekilmesine müsaade etmiyorlar. İki a’lı. AA diye büyük yazsak mı? Hayret ifadesi olsun niyetine. Hayret ki ne hayret.

Binlerce kamyon taş getirip diziyorlar.

Taşların her biri şu masadan büyük. Kaya demek daha doğru belki. Nereden buluyorlar o kadar taşı? Bütün sahil şeridi boyunca üstelik…

Dalgaların da özgürlüğünü elinden aldılar. “Sahil düzenlemesi…”

Afiyet olsun. Düzenleyin bakalım.

*

Derler ki, “Deniz günün birinde geri alır”. Örneği görülmüştür. Dolgu bölgelerin denizin dibini boyladığına ben de şahit oldum. Binalar suyun içinde kaldı.

Yine öyle bir şey başa gelirse? Onu o zaman düşüneceğiz demek.

Sahi, sahiller kimin?

Bazı yerlerde yalılar, villalar, hatta siteler görülüyor. “Denize sıfır” diye bir şey var. Lebiderya…

*

Derya, leblebi yer misin?

Sen at bir tane leblebi, yiyecek bir balık çıkar elbet. Bırak leblebiyi, deryayı…

“Sahil şeridi kamunun olmalı, bütün herkese açık düzenlenmeli” diyen görüşte olanlarla yalı sahiplerini bir masaya oturtmalı.

Başlarına da bir -ne derler- moderatör lâzım. (Hiç sevmiyorum bu kelimeyi.) İyi tokuştursun, bol reyting alsın. Sonuçta hangisine hak vereceğimizi yine bilemeyelim. Yine kafamız karışsın.

Onların da bir noktada buluşması imkânsız elbette.

*

“Beni bu şehre belediye başkanı yapın da görün” diyor kıymetli bir arkadaş (Hikmet), “Nasıl yıkıyorum o yalıları!”...

İyi de onların her biri târihî eser!

“Bana ne? Yıkar geçerim hiç acımadan. Garibanın gecekondusundan ne farkı var? Bunlar da gündüz konmuşlar. Gelip milletin ortak malı olan kıyıya bina dikmişler...”

İnatçı arkadaş...

İşte o yüzden başkan olamazsın. Güzelim yalılara kıyılır mı? Bir de kalkmış başkan olmak istiyorsun. Deli misin sen?

Böyle söyleyince, Temel gibi cevap verdi: “Şart midur?”

Hele bu fikrini beyan edecek olursan, aday bile yapmazlar.

Çok da tın… Tın, tın, tını mını hanım…

Tini mini değil miydi o?

Artık böyle. İşine gelirse…

*

Bu konu kaç kere konuşuldu, tartışıldı aramızda kim bilir.

Güneşli havada, yağışlı havada, bulutlu havada…

Hiçbirinde bir sonuca ulaşılamadı.

Havanın her türlüsü lâtif aslında.

Lâkin şehir artık mazbut değil. Asla değil. Arap turist yanlış görmüş.

Aklımdan bunlar geçince, benim keyifsizliğim gitti. Çay geldikten sonraysa hiç kalmadı. Şükür…