Deniz Ak mı Kara mı?

Türkiye, doğru hamlelerle fotoğrafın büyüğü içindeki etkin rolünü pekiştiriyor. Kuşkusuz bunu, zamanı geldiğinde, diplomasiyi, askerî riski yerli yerinde kullanarak yapıyor. “Eski Türkiye Yok!” ilânı, bir hamaset değil, hamleler dönemine işaret ediyor. “Yeni Türkiye” ise zaten yolda yürümesine devam ediyor. “Sorunumuz halkla değil…” diyenlere de halkın cevabı belli: “Sizinle sorunumuz var ve daha yeni başladık!”

TÜRKİYE’nin yarımada ülkesi olduğunu unutuyoruz. Osmanlı’nın yıkılışının önce deniz hâkimiyetini kaybederek başladığını hatırlamıyoruz. ABD’nin dünya hâkimiyetinin deniz üzerinden koordine edildiğini es geçiyoruz. Ticaret yollarındaki deniz hâkimiyetinin farkında değiliz.
Türkiye’de deniz kültürü, sadece turizm kültürüdür. Politik, stratejik ve en önemlisi devlet politikalarındaki “eksen oluşturma” gücü bilinmiyor, değerlendirilmiyor. Bir de “deniz sorunları” deyince aklımıza kıyılarımızın dibindeki “it dalaşı adaları” diyeceğimiz irili ufaklı Yunan adaları geliyor.
Deniz üzerine Deniz Kuvvetlerimizin stratejik aklı ve deniz aşırı tecrübesi tabii ki var. Ancak toplum daha çok darbe dönemlerinde yakından tanıma fırsatı buluyor bu zekâyı, çünkü içe çalıştığında performansı çok yüksek… Dışa çalıştığında ise sır küpü…
O zaman şu tespiti yapabiliriz: “Darbelerden kurtuldukça Türkiye dışa doğru performansı artıyor.” Bu cümleyi şu şekilde pekiştirmek de mümkün: “Türkiye’nin dışa doğru etkinleşmesini engellemenin yolu, onu darbelerle içeride meşgul etmektir.”
“Türk halkıyla sorunumuz yok, sorun Erdoğan... Onu devirelim!” cümlesi, birçok ülkenin Türkiye hakkındaki dış politikasını özetleyen bir cümle. Peki, darbeleri davet eden, seçimle iktidara gelemeyen muhalefetin bu cümleye destek veren seviyesi bize ne öğretiyor? Tabii ki “kurulu düzen” çarkının dişlerinden birini...
“Kurulu düzen” ifadesi, çok ama çok önemli bir etiketlemedir. Çünkü “düzenin bekçileri”, “düzeni korumak” veya “düzeni değiştirmek” etrafında kurulan tüm cümleler ve çabalar, özü itibariyle  “kurulu” vurgusuna yönelik iç çatışmaya işaret etmektedir.
Nitekim “kurucu akıl”, “kurucu ilkeler” ve “kuranlar!” bize bir şeyi telkin etmektedir: “Her türlü sorgulama, kurulu düzene itiraz kabul edilecektir.” Türkiye’de Kemalizm adı altında “Batıcı, Natocu Aklı” içeride örgütleyenlerin aynı zamanda “anti emperyal” dil kullanmaları, tipik Batı kurnazlığıdır. FETÖ örneği, Batı kurnazlığının fıkra halidir. 15 Temmuz’da Erdoğan’a yönelik suikastın “hava” kısmı üstümüzde uçtuğu için ilânı malûm oldu, fakat FETÖ’nün o gece Dolmabahçe kapısında konuşlanmış denizin derinliğindeki hareket “deep dalga” olarak kaldı.
Bütün bunlar şu cümleyi kurmak için:
“Deniz Kuvvetleri ne kadar bağımsız olursa ve FETÖ/Batıcı uşaklar temizlenirse Türkiye dış politikada o kadar güçlü olacaktır.”
Türkiye’nin deniz gücünün sadece askerî güç değil aynı zamanda denizdeki yer altı-yer üstü zenginliklerin değerlendirilmesi anlamına da geldiğini biliyor ve yaşıyoruz.
Dünyadaki enerji savaşları hakkında çok şey söylenebilir. Özelde denizde bulunan enerji kaynakları hakkında bin bir komplo teorisi de kurgulanabilir. Ancak önemli olan başka bir şey var: 2023 Vizyonu…
2023 Vizyonu, Cumhuriyet’in kuruluşunun yüzüncü yılında Türkiye’nin konuşacağı vizyondur. 
Bu vizyonda “deniz payı” önemlidir. Özellikle AK deniz ve Kara denizdeki enerji kaynağı aramaları çok önemli bir “hamle”dir. Hamle kelimesini bilerek seçtik, çünkü hâkimiyet, hamleler zinciridir. Hâkimiyet, statik değil, dinamik bir eylemdir. Durağanlaştığında hâkimiyet, içe çalışmaya başlar. ABD’nin dünya üzerindeki hâkimiyeti de politik, ekonomik, kültürel ve askerî alanlardaki hamle zincirine göre sürdürülmektedir. Dolayısıyla “2023 Vizyonu” aynı zamanda bir “hamleler vizyonu” anlamındadır.
Bu çerçevede Türkiye’nin denizdeki hamleleri aslında her alandaki hamleler zincirinin sadece bir halkasıdır. Savaş gemileri, enerji arama gemileri, denizaltı çalışmaları başta olmak üzere yapılan tüm çalışmalar, büyük fotoğrafın pazıl parçaları işlevindedir.
Peki, Türkiye’nin bu hamleleri başta ABD ve AB olmak üzere, Türkiye’de kurulu düzenleri bozulanları rahatsız etmiyor mu? Tabii ki ediyor ve onlar da her türlü provakasyon, darbe ve entrika işlerini devreye sokuyorlar. Yani hamleler karşılıklı…
Örneğin Türk-Yunan ilişkileri, etkileşimi her zaman potansiyel hamle eksenlidir. Adalar konusu, özünde “bahane”, işlevinde mayın tarlası gibidir. Türkiye, denize kıyısı olan her yerde kâğıt üstünde olan ile sahada olanın arasındaki farkı ilk defa kendi lehine güncelleyecek şekilde (hakkını ilân etmek anlamında) kapatıyor. Yunanistan hazırlıksız yakalandığını düşünüyor, gerekli desteği alamamanın (haksız olduğu konularda fiili desteği bulamamanın) hırçınlığı içinde “küfürbaz” hâllere giriyor. Fransa, Kuzey Suriye ve Lübnan’da devre dışı kalmanın histerik hâliyle hamle sendromu yaşıyor.
Türkiye, doğru hamlelerle fotoğrafın büyüğü içindeki etkin rolünü pekiştiriyor.
Kuşkusuz bunu, zamanı geldiğinde, diplomasiyi, askerî riski yerli yerinde kullanarak yapıyor.
“Eski Türkiye Yok!” ilânı, bir hamaset değil, hamleler dönemine işaret ediyor. “Yeni Türkiye” ise zaten yolda yürümesine devam ediyor.
 “Sorunumuz halkla değil…” diyenlere de halkın cevabı belli: “Sizinle sorunumuz var ve daha yeni başladık!”