Deneme, yanılma ve kaybetme

Yapmamız gereken, dünden miras kalan ve yakın tarihin bize armağan ettiği ya da sunduğu deneyimleri bir kez daha gözden geçirerek “deneme-yanılma modellemesi” ile bir irade ortaya koymak, hakkı hak sahibine emanet etmek ve ülkeyi yeni yüzyıla hazırlayacak kadrolar ile o kadroya başkanlık edecek ismi seçmek için sandık başına gitmek...

İNSANOĞLU var olduğu günden bugüne her alanda hep “kazanma” arzusu ve “kaybetme” korkusu yaşadı. Kazanmak ve kaybetmek kimine göre iyi geçinen iki kardeş, kimine göre de hep rekabet içinde olan iki hasım olarak görüldü.

Bu zaviyeden bakıldığında, dünyanın zıtlıklar için bir ekin yurdu, öteler ötesininse ekilenlerin biçildiği hasat yeri olduğunu görüyoruz. Kazanma kuşağında kaybetme, her devirde insanı derinden sarsan bir bahtsızlık. Ama fıtratın bu iki zıtlık arasında medcezir bir rol üstlendiği bilinen bir gerçek.

Korkular arasındaki kaybedişlerimiz

Kilo kaybederiz, irkilir ve endişeleniriz. İşin aslı, korkmaya başlamışızdır. Alışılagelmiş ideal kilomuzun altına inmek demek, hastalığın “Ben geldim” demesi demektir. Hele hele, etrafımız iyi bir rasat yeteneğine haiz ise vay hâlimize! Daha korkuncu ise onların ikazlarına, ah vahlarına kulak vererek iyice kontrolden çıkmamız…

Ömrün en çılgın zamanları olarak adlandırılan “gençlik”, kanın kaynama noktası olarak işaretlenir. Çabuk gelir, geldiği gibi çabucak biter gençlik yıllarımız. Ne güzellik bırakır bizde, ne de yakışıklılık. Takvimler mağlûp ederken en kuvvetli pehlivanı, çok geçmeden bizi de kündeye getirir ve kaybederiz o çok güvendiğimiz gençlik minderinde. Kaybetmekle kalmaz, korkarız. Ama gelin görün ki, korkunun faydası yoktur ecele dahi.

“Ecel” demişken, sevdiklerimizi kaybederiz; mesaî arkadaşlarımızı, komşularımız uğurlarız sonsuzluğa, uğurlarken lezzetleri yok edip acılaştıran bir hadis-i şerif gelir aklımıza. Gelir de, bir tek kendi gidişimiz gelmez aklımıza. Uğurlayanın hep kendimiz olacağına inanır ve yanılgıya düşeriz.

Gitmeye yakın ses kaybı yaşarız; eskisi gibi duymayız etrafımızda olup bitenleri, kuş cıvıltılarını, sineğin kanat çırpışını ve rüzgârın yapraklara konuk oluşunu.

Nihaî anlamda yorgun düşen bedenin gidişe kendisini hazırlaması için saç kaybı, güç kaybı, görme kaybı ve diş kaybı da yaşatır. En çok beyazlayan saçlar bizi etkiler; akabinde yakın ve uzak gözlük camları, sonrasında ise baston ve protez dişler…

Bahsi geçenleri tümden ele alacak olursak, “sağlık kaybı” diye ifade edeceğimiz iştah kaybı ve -Allah muhafaza- hafıza kaybı tükenişin son menzili olarak çıkar karşımıza. İşin ilginç yanı, kaybettikçe anlarız bize bahşedilen nimetlerin paha biçilmez kıymetini. Şükürsüzlük girdabının değirmen taşları arasında elimizden alınan nimetler değil midir bize nedamet yaşatan?

Spor müsabakalarında kaybeder, üzülürüz. Tıpkı önceki akşam oynanan Türkiye-Hırvatistan millî maçında olduğu gibi… Oysa hep kazanmayı istemiş, galibiyeti hayâl etmiş, o coşkuyu ve başarıyı kendimize yakıştırmışız. Bu yüzden hazırlıklı olmuyor, olamıyoruz mağlûbiyetlere. Çok gayretin, azmin, iradenin ve inanmanın yanı sıra, şans faktörü ve kaderin de etkili olduğu bu durumlarda rakibin fiziksel üstünlüğü yahut hakem üçlüsünün gösterdiği performans, sebepler arasında gösterilebilir. Ama kaybetmeye kılıf bulmak için bahane üretmek, aldığımız sonucu değiştirmeyecektir.

Günümüzün vazgeçilmez oyuncağı (!) ve bir yönüyle hayat arkadaşımız olan akıllı telefonlardan bir mesajın, görselin ve ses dosyasının yanı sıra bilgisayar ve taşınabilir belleklerdeki verilerin kaybı da bizi üzüntüye ve ümitsizliğe sevk eder. Eldeki yegâne hatıra olabileceği gibi, geleceğimizi kurtaran bir proje taslağı da olabilir bu veriler. Yazdıkça çoğaldığını müşahede ediyorum ve okudukça çoğalttığınızı hissediyorum kayıplarımızı.

Bir de aşkta kaybediş var ki, o da günümüzün aile müessesini derinden sarsan büyük bir sosyal vakadır. Günübirlik aşk, dünde kalan aşklar gibi olmadığı aşikâr olsa da, yine de üzer.

“Kaybetmek” derken ilk akla gelenleri son iki sıraya yerleştirdim. Bunlardan ilki hiç şüphesiz para. Buna tahammül etmek neredeyse imkânsız. Yaşam döngüsü onun elinde. Ne kadar çok olsa, o kadar güç ve konfor demek zira. O yüzden kayıpların telâfisi oldukça zor. “Asrın felâketi” olarak nitelenen Kahramanmaraş, Hatay ve Malatya merkezli depremlerde yukarıda bahsettiğimiz birçok unsuru evlerimiz, işyerlerimiz ve arabalarımızla birlikte kaybetmedik mi?

İkincisi ve en sonuncusu makam ve iktidar kaybıdır ki hiç şüphesiz insanoğlunu en çok etkileyen kayıplar arasında yer alır. Önümüzdeki tarihî seçimler bu anlamda iktidar ve muhalefette yer alan partilerin oluşturduğu ittifakları yakından ilgilendiriyor.

Evet, onları etkiliyor ama “2023 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Seçimleri” onlardan daha ziyade, kadim medeniyetlere beşiklik eden ülkemizde rey kullanacak necip milletimizi alâkadar ediyor.

Yapmamız gereken, dünden miras kalan ve yakın tarihin bize armağan ettiği ya da sunduğu deneyimleri bir kez daha gözden geçirerek “deneme-yanılma modellemesi” ile bir irade ortaya koymak, hakkı hak sahibine emanet etmek ve ülkeyi yeni yüzyıla hazırlayacak kadrolar ile o kadroya başkanlık edecek ismi seçmek için sandık başına gitmek.

Okurlarımızın engin ferasetine inanarak ve sığınarak, kaybetme elemi yaşatmayan nice güzel zaferlere ve sonuçlara gebe olsun tercihimiz. Alınacak sonucun vatanımıza, milletimize, yakın ve uzak coğrafyamızda yer alan mazlumlara hayırlı olmasını niyaz ediyoruz.