Dendias’a biraz mehter dinletelim

Ayrıntıya inmeyelim, mantık Kıbrıs’taki devletimizin adının “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olmasını gerektirir. Dünyanın hiçbir yerinde, bir kişi bile çıkıp “Bu ülke, Kıbrıs’ın güneyinde miydi, kuzeyinde miydi?” diye sormaz. Soran olsa da cevap vermeye değmez. “Aç haritayı bak” der geçeriz. Yahut “Yahut bırak haritayı, tarihi çevir” deriz.

1974’ten 2024’de ellinci yılı olması hasebiyle, bu sene Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yıldönümü kutlamaları gayet görkemli yapıldı. 

Kısıtlı imkânlarla başlatılan harekât, kısa sürede ordumuzun başarısıyla sonuçlandı. 

Başbakan Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ın kararlı tavrı olmasaydı, Rumlar Kıbrıs’ta Türk bırakmayacaklardı. Terör örgütü gibi hücuma geçmişlerdi. 

Ecevit’in “Biz aslında savaş için değil barış için, yalnız Türklere değil Rumlara da barış getirmek için Ada’ya gidiyoruz” dediğini çok iyi hatırlıyorum. 

O zaman çocuk aklımla Rumlara nasıl barış götüreceğimizi anlamakta zorlanmıştım. Epey sonra idrak edebildim o sözün doğruluğunu. 

Askerlerimiz gemilerle ve uçaklarla savaşa gidiyorlardı ve adı Barış Harekâtı idi. 

Demek ki gerçek bir barış istiyorsan, bunun için savaşmak gerekiyordu. 

Eğer öyleyse, savaş için de barışmak mı gerekecekti? 

Ve asıl çetin soru: Hangisi daha iyiydi? 

*

Büyük eniştemizin Almanya’dan getirdiği siyah beyaz televizyonda barış harekâtını gün gün, saat saat, tarifsiz bir heyecanla takip ediyorduk. 

On yaşındaki kardeşlerimiz de, yetmiş yaşına gelmiş dedelerimiz de yerinde duramıyordu. Orada olmak, Kıbrıs’taki Türklere zulmeden düşmanlara gününü göstermek isteğiyle, coşku içinde bakıyorduk Aytiti Şaplorenz’in ekranına. Neredeyse içine düşecektik. Çoluk çocuk, bir oda dolusu insan. 

Savaşın kötülüğünü küçük yaşta ekrandan da olsa bir nebze görmüştük. 

Geceleri evlerin ışıklarını düğmeye dokunup tık diye açmak yoktu. Öncesinde ampulleri kırmızı veya mavi yağlı kâğıtla bir güzel kaplamak gerekiyordu. 

Defterlerimizi kitaplarımızı kapladığımız ve adına yağlı kâğıt dediğimiz, normal kâğıtlara nazaran daha sağlam ve kaygan olan o kâğıtla kaplandığı zaman, ampullerin ışığı azalırdı. 

Araçların farları da aynı şekilde kapatılmaktaydı. Bu işin adına “karartma” denilmekteydi. 

Sebep, öyle yapınca havadan geçen uçaklardan bakıldığında, yerleşim yerlerinin belli olmaması. 

Bomba atmak gibi bir maksat taşıyan düşman uçakları üstümüzden geçecek olursa, göremesin. Neresi boş arazi, neresi köy-şehir bilemesin. 

O zamanlar navigasyon yok tabii. 

Çok zaman sonra öğrendik ki daha beteri Yunanistan’da yapılmaktaymış. 

Evinin hiçbir ışığını açmayan da varmış, ampulleri iki kat kâğıtla kaplayan da. 

*

Kıbrıs’a yapılan çıkarma neticesi, adadaki Türkler özgürlüğüne kavuştu. Türkiye de ABD ambargosuyla tanıştı. Batılı ülkeler Türkiye’ye ambargo uygulamayı, kısıtlamayı, bir takım şartlar koşmayı pek sever. 

O sebeple Türkiye pek çok yönden sıkıntı yaşadı ama 1975’te Rauf Denktaş liderliğinde bir Türk devleti kuruldu. Kıbrıs Türk Federe Devleti. 

Çünkü adada Türkler ve Rumlar tek devlet çatısı altında bir arada devam edemeyeceklerdi. Bunun imkânı kalmamıştı. Zaten öncesinde de yoktu. Tamamen zorlamaydı. Ateşle barut bir arada duramıyordu. 

KTFD’nin ardından 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti doğdu. Kıbrıs’ın ilk Cumhurbaşkanı kahraman Rauf Denktaş’a rahmet olsun. 

Kıbrıs’ta şehit olanlara, gazi olarak evine dönenlere, Kıbrıs Türklerinin önceki lideri Fazıl Küçük’e ve yiğit dava arkadaşlarına da rahmet dileriz. 

Bugüne kadar KKTC’yi Türkiye’den başka tanıyan ülke olmadı ama yakın zamanda tanıyanların sayısı hızla artacaktır. 

Ve inanıyorum ki bu bir temenniden ibaret değil, kabul edildiğini düşündüğüm bir duadır. 

Yalnız burada bir konuda itirazımızı belirtmekte fayda var. 

KKTC’nin ismine baştan beni kafam uyum sağlayamadı. Şöyle izah etmeye çalışayım…

*

Sadece bir elbisesi olan kişi, sahip olduğu o elbiseye “Yeni elbisem” dese, tanıyan ve durumunu bilenler, eskisinin nerede olduğunu sorunca, verecek cevap bulamaz. 

Çünkü eskisi olmayanın yenisi olmaz. 

Eski ve yeni, uzun ve kısa, yüksek ve alçak, ince ve kalın, şişman ve zayıf birbiriyle ilintilidir. Birinin tanımı bile diğerinin varlığına dayanır. 

*

KKTC isimlendirmesindeki yanlışlığı bu açıdan düşünelim. 

Güney Kıbrıs’ta bir Türk Cumhuriyeti olsaydı, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” ismi verilmesi normal olurdu. 

Oysa güneydeki ülke Türk değil, Rum diyarı.  

Kuzey ibaresi gereksizden öte. 

Doğrusu KTC olmalıydı “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”.

Güneydeki Rum ülkesini anarken de isminin başında yön belirten bir kelime yer alması doğru değil. 

Kuzey Kore ile Güney Kore’nin varlığı buna iyi bir örnektir. 

İkisi de Kore ismini kullanıyor ve biri kuzeyde diğeri güneyde. O hâlde Kuzey Kore – Güney Kore isimlendirmesi makuldür. 

Bir zamanlar Doğu Almanya ile Batı Almanya vardı. Temelde ideolojik farka dayalı bir bölünmeydi ama yön isimleriyle belirtiliyordu. 

Esasen, Komünist Almanya ve Kapitalist Almanya demeye geliyordu ki öyle isimlendirilseydi, daha makul olurdu. 

Aynı şekilde Kuzey Yemen ile Güney Yemen bulunurdu evvelce. 

Yüz yıl kadar önce Anadolu’dan gidenlerin ekseriyetle geri dönmediği diyar. 

Ayrıntıya inmeyelim, mantık Kıbrıs’taki devletimizin adının “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olmasını gerektirir. 

Dünyanın hiçbir yerinde, bir kişi bile çıkıp “Bu ülke, Kıbrıs’ın güneyinde miydi, kuzeyinde miydi?” diye sormaz. 

Soran olsa da cevap vermeye değmez. “Aç haritayı bak” der geçeriz. 

Yahut “Yahut bırak haritayı, tarihi çevir” deriz. İşte burada mehterin vakti gelmiştir.

Tarihi çevir, nal sesi, kısrak sesi bunlar

Delmiş Roma’nın kalbini mızrak gibi Hunlar

Göktürkler, Uygurlar, Oğuzlar, Peçenekler

Türkün yüce tarihine bin bir zafer ekler

 

Dünya atının nalları altında ezildi

Kaç Haçlı sefer göğsüme çarpınca kesildi

Bir gün gemiler dağlara tırmandı denizden

Kudret ve zafer bizlere miras dedemizden

*

Bu marş bana iyi geldi. Eğer duyarsa, Dendias’a da çok iyi gelecektir. Aklını başına toplamasına vesile olur ve Türk askerinin adada işgalci olmadığını idrak eder. 

Bakanlık yetmemiş, başbakan olmak istiyor. Hırsı yüksek. Askerimizin Kıbrıs’ta yalnızca sükûneti sağlamak için orada bulunduğunu görse bile, iktidar peşinde koşmak için ertesi gün tekrar saçmalamaya başlayabilir. İhtiras malulü. 

Onun için her gün mü çalsak biz bu marşları, ne yapsak? Aslında çok ciddiye alınacak adam değil ama Yunanistan siyasetinde Türk düşmanlığı yapmak, hâlâ rağbet görüyor maalesef. 

E hani komşuyduk, birbirimize çok benziyorduk, düşmanlığa hiç gerek yoktu? Emperyalistlerin oyunlarına gelmeyecektik hani? Niye bu kadar pirim yapıyor o saçma sapan sözler? Bunu bir daha düşünsek iyi olacak.