Demokratikleşmeye direnen ve inkârı besleyen burjuvazi damarı

“Demokratikleşme” süreci, fikrî iktidarın filiz vermesine zemin oluşturması açısından son derece dikenlidir. Sivil iktidarın, her dönem konumlarını koruyan burjuvazi sınıfının paradigmasının sadece kabuk değiştirdiğini görmesi kolay olmayacaktır. Bu kabuk içindeki inkârı besleyen damarı görüp yerine maddî-mânevî değerler özünü koymadıkça, gerçek mânâda demokratikleşme olmayacaktır.

ÖNCEKİ yazımızda, modernleşme tarihimizin Batı’dan farklı olarak bürokratik elitler aracılığıyla yukarıdan aşağıya doğru şekillendiği üzerinde durulmuş ve bunun demokrasimize etkileri belirtilmişti. Yine, Batı burjuvasının Kilise ile devlet arasında kaldığını, ancak kritik durumlarda devletin yanında konuşlandığı ifade edilmişti. Bizde ise bürokratlar ve burjuvazilerin devlette kendilerine yaşam alanı oluşturmak için çalıştıkları ortaya konmuştu.

2000’li yılların başında “siviller” siyâsette söz sahibi oldular. Toplumun haklı beklentilerinin büyük kısmı siyâsiler tarafından çözüldü ve “sivilleşme” vurgusu üzerinde duruldu. Bundan rahatsız olan bazı elitler ve burjuvaziler, 15 Temmuz hain darbe girişiminin gidişatını bekleyip ona göre şekillendiler.

Bu durumu daha açık yazmak gerekirse, 15 Temmuz gecesi devleti millet korudu! Koruyan bu millet içinde, elit ve burjuvazilerin çok büyük kısmı yoktu. Şöyle ki; o gece ağırlıklı olarak düşük profilli otomobiller meydanları doldururken, darbenin seyri “siviller” lehinde açık olunca, meydanlarda önemli kamu kurumu, özel kurum ve burjuvazi de görülmeye başlandı. Aslında her şey burada gizlidir!

Devlette yaşam alanlarını kalıcı kılmak üzere konuşlanan burjuvazinin bu hareketi, alışkanlıklarının bir sonucuydu. Hâlâ bu süreç devam ediyor.  

Batı’da devletin şekillenmesine yardımcı olan burjuvazi, bizde ise “para”, “arsa” ve “masa”dan öteye geçemiyor. Çünkü 1980’den sonra medya, inşaat ve banka alanında ciddî yapılanmaya giden yeni bir burjuvazi sınıfı doğdu. Bu sınıf siyâsete de hâkim oldu. “Dâvâ” için yola çıkılan durumdan  “arsa” için çalışılan bir paradigma değişimi oldu.

Devlet kendisini yeniden tanımladı ve ibre yeniden vatandaştan yana döndü. Lâkin bu durumda da “demokratikleşme” ve “modernleşme” atılımları yeni nesil burjuvazi sınıfının önüne geçemedi. Bu durum “fikrî iktidar” olunamadığının belirtilmesiyle aşikâr oldu. Şimdi yeniden yol ayrımına gelindi. 

Sosyal medyada Kur’ân-ı Kerîm’i yırtan ve tükürenlerin yetiştiği bir damar var. Bu damarı besleyen kanal, modernleşme sürecindeki demokratikleşmenin sekteye uğramasıyla canlılığını koruyor. Özellikle bu damar, Evrim Teorisi’nin mutlak bir bilim olarak sunulmasının oluşturduğu bir inkâr kanalıyla besleniyor.

“Demokratikleşme” sürecinde, bu inkâr kanalı kesilip atılmadığı sürece milletin maddî ve mânevî değerlerine alenen hakaret edenler bitmeyecektir. Bu nedenle, bulunduğumuz dönem, fikrî açıdan sancılı bir dönemdir. Burjuvazinin bu inkâr kanalı ile mücadele ettiğini söylemek güçtür.  

Gelecek kuşaklara daha iyi bir ülke bırakmak ve yerine yeni paradigmaların konulmasına fırsat sunması açısından da bu dönem çok önemli bir evredir. Devletin yeniden tanımlanmaya çalışıldığı bu süreçte siyâsî aktörlerin alacağı tavır, belirleyici rol oynayacaktır. Ancak “fikrî iktidarın demokratikleşme ile taçlandırılması” aşamasında burjuvazinin Meclis’te kalkacak eli durduramayacağı da açıktır. Bu aşamada, teknolojik atılımlar, milletin idrak gücü ve devlete olan sadâkat, “demokratikleşmeye” kuvvet verecektir.

“Demokratikleşme” süreci, fikrî iktidarın filiz vermesine zemin oluşturması açısından son derece dikenlidir. Sivil iktidarın, her dönem konumlarını koruyan burjuvazi sınıfının paradigmasının sadece kabuk değiştirdiğini görmesi kolay olmayacaktır. Bu kabuk içindeki inkârı besleyen damarı görüp yerine maddî-mânevî değerler özünü koymadıkça, gerçek mânâda demokratikleşme olmayacaktır. Bunun başarılmasında cesarete, akla ve üretkenliğe özen gösterilmesi şarttır.

Unutulmamalıdır ki, bu aziz ülkede din istismarcılığı bütün kazanımları yok edebilecek potansiyeli barındırdığı için, “demokratikleşme” ve “fikrî iktidar” sürecine son derece özen gösterilmelidir. Teknoloji ve ekonomiye yön vermesi bakımından bilim, kullanılışlı bir aparattır.

Milletin mânevî değerlerine alenen hakaret etmek, onların değerlerini alaya almak, fikir hürriyeti değildir. Yabancılar, bu durumu bildikleri için içerideki “burjuvazileri” destekleyecek ve inkâr kanalını sürekli açık tutacak, kullanışlı provokatörlere kucak açacaktır. “Demokratikleşme” süreci, milletin maddî-mânevî değerlerine saygıyla perçinlenmedikçe, bu kanal her zaman sancılı süreçleri beslemek için kullanıma hazır hâlde duracaktır.