Demokrasi ve Türkiye’de demokratikleşme süreci

Son dönemlerde “muhafazakâr demokrasi” yaklaşımının iktidar ve devlet yöneticileri tarafından benimsenmiş olması, temel insan hak ve özgürlükleri, hukuk devleti, çok partili siyaset, siyasal katılımı, seçim sistemi, siyasal meşruiyet ve siyasetin vesâyetten arındırılması gibi değerlerin kabul edilmesi, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin geleceği açısından olumlu gelişmeler olarak görülmektedir.

GEREK teorik, gerekse uygulanışı açısından karmaşık bir terim olan “demokrasi”, sosyal bilimler disiplini bağlamında tartışmalı bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.

“Demokrasi” kavramı, ideolojik sınırları aşan bir yönetim sisteminin adıdır. Bununla birlikte tarihsel süreç içerisinde demokrasi teriminin tanımlanması hususunda tam bir uzlaşı sağlanamamıştır. Bunun bir sonucu olarak da ideolojik yaklaşımlara dayalı olarak farklı demokrasi modelleri ortaya çıkmıştır.

Kavrama yönelik olarak bir tanım yapmak gerekirse, en genel anlamıyla demokrasi, halkın halk tarafından yönetilmesi ve egemenliğin millete veya halka ait olmasıdır. Bu bağlamda demokrasiyi, “iktidarın halkın elinde olmasına vurgu yapan” bir kavram olarak kabul etmek gerekmektedir.

Bununla birlikte demokrasi kavramının kökeninin Eski Yunan’a kadar uzandığı görülmektedir. Bu uzun tarihsel süreç içerisinde demokrasi kavramına birçok farklı anlam yüklenmiştir. Fakirler ve dezavantajlıların yönetim sistemi, “demokrasi” olarak tanımlanmıştır. Başka bir tanımda ise, “profesyonel siyasetçilere veya kamu görevlilerine ihtiyaç duymaksızın halkın kendi kendisini doğrudan ve sürekli biçimde yönettiği bir hükûmet şekli” olarak yorumlanmıştır. Diğer yüklenen anlamlar ise, “hiyerarşi ve imtiyazdan ziyâde eşit fırsatlara ve bireysel liyakate dayalı bir toplum modeli” şeklindedir.

“Demokrasi, sosyal eşitsizlikleri azaltmayı amaçlayan bir refah ve yeniden dağıtım” sistemidir. “Çoğunluk yönetimi ilkesine dayalı bir karar verme” düzeneğidir. “Çoğunluğun iktidarını kontrol altına alarak azınlıkların haklarını ve menfaatlerini koruyan bir yönetim” sistemidir ayrıca. “Kamu mâkâmlarını halkın oyunu almak için yapılan rekabetçi seçimlerle doldurmanın bir aracı”dır. Son olarak demokrasiye, “halkın menfaatlerine, onların siyâsî hayata katılıp katılmamasına bakmadan hizmet eden bir hükûmet sistemi” şeklinde anlamlar yüklenmiştir.

Kavrama yönelik bütün bu anlamların ortak noktası, demokrasinin halkın iradesine dayalı bir yönetim şekli olduğudur. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, demokrasinin ne olduğu ya da olması gerektiği hakkında ideolojik ve siyâsî tartışma, tarih boyunca devam etmiştir. Bu tartışmaların sonucunda ise çeşitli demokrasi modelleri ortaya çıkmış ve bunların her birinin temeli halkın siyâsî eşitliğine dayanmıştır.

Demokrasinin ne olduğu ve kavramsal bağlamdaki analizimizin ardından Türkiye’de demokratikleşme süreci ve demokrasinin uygulanabilirliğinin ne düzeyde olduğu üzerinde durulacaktır.

Geçmişten günümüze Türkiye’de demokrasi ve uygulanabilirliği

Türkiye’nin demokratikleşme süreci, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine kadar dayanmaktadır. Sened-i İttifak ile başlamış, Tanzimat ve Islahat Fermanları ile gelişme göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından ise 1946 yılında çok partili hayata geçilmesi ve ardından yapılan seçimler ile demokratik siyasal yapının oluşturulması yönünde adımlar atılmıştır.

Her ne kadar demokrasiye geçiş için bu adımlar atılmış olsa da Türkiye’de demokrasiye geçiş, bazı sorunları da beraberinde getirmiştir. Öncelikle demokrasiye geçiş devletin seçkin tabakası tarafından gerçekleştirildiğinden, devlet seçkinlerinin “demokrasiyi halkın ihtiyaçlarını karşılama aracından ziyâde ülkenin iç ve dış politikada faydalı olana ulaşma amacı” gibi algılamaları sonucunu doğurmuştur. Bu algılayış ise, demokrasinin uygulanabilirliğini aksatan askerî darbe yöntemlerine başvurmalarına neden olmuştur. Buradaki amaç ise, iktidarı yöneten siyasetçilerin kendi kontrolleri altında tutulması olmuştur. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti tarihinde uzun yıllar vesâyetçi bir geleneğin/zihniyetin varlığı söz konusudur.

Vesâyet düzenini kuran bu zihniyetin sahipleri, oluşturdukları anayasal düzenlemeler ile de vesâyet mekanizmalarını kurmuşlar ve demokrasinin işleyişinin önünde engel oluşturmuşlardır. Bu bağlamda Türkiye’de demokratikleşmenin önündeki en önemli engeller olarak vesâyet, resmî ideoloji, güçlü devlet geleneği, siyasetin ve siyaset yapanların kötüleştirilmesi ve muhalefetin yetersizliği değerlendirilebilir.

Yukarıda ifade ettiğimiz demokrasiyi tam uygulanabilir olmaktan çıkaran etkenler, özellikle 1982 Anayasası ile güçlendirilmiştir. Anayasa’nın başlangıç kısmında yer alan resmî devlet ideolojisi sebebiyle, sözde “devletin yok olması” kaygısıyla 2000’li yılların başına kadar uzunca bir süre muhafazakâr söyleme sahip siyasetçiler, kuruluşlar, faaliyetler ve kişiler devlet için tehdit unsuru olarak görülmüştür. Bu bağlamda yaptıkları darbeler ile binlerce insanın istikbâli ile oynamışlardır. Türkiye’de siyaset alanı, demokrasiye geçiş sonrası 1960 ve 1980 Darbeleri askerî nitelikte tam müdahale, 1971’de yarı askerî müdahale, 28 Şubat 1997’de post-modern müdahale, 27 Nisan 2007 e-müdahale ve nihayet sonuncusu başarısız olan 15 Temmuz 2016 yılındaki FETÖ’cü darbe girişimi olmak üzere askerî müdahale ile karşı karşıya kalmıştır.

Türkiye’de 1945 ile başlayan demokrasiye geçiş süreci, halk ve halkın iradesini temsil eden siyasetçiler açısından oldukça sancılı olmuş, demokrasinin ülkenin gelişmesi ve kalkınmasına katkı sağlaması beklenirken, süreç devlet seçkinlerinin ve dış aktörlerin sayesinde tam aksi yönde etkilemiştir. Dolayısıyla yıllarca Türkiye’de demokrasi, gerçek demokrasi anlayışından uzak, hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, devlet organlarının belli bir zümrenin hâkimiyetinde olduğu, halkın siyâsî iradesinin hiçe sayıldığı ve cezalandırıldığı, toplumu birleştirmekten ziyâde kutuplaştırdığı bir unsur olarak işlev görmüştür.

Buna karşın son dönemlerde “muhafazakâr demokrasi” yaklaşımının iktidar ve devlet yöneticileri tarafından benimsenmiş olması, temel insan hak ve özgürlükleri, hukuk devleti, çok partili siyaset, siyasal katılımı, seçim sistemi, siyasal meşruiyet ve siyasetin vesâyetten arındırılması gibi değerlerin kabul edilmesi, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin geleceği açısından olumlu gelişmeler olarak görülmektedir.