ÇEVRECİ aktivistler dünyanın en ünlü tablolarından birine mürekkeple saldırıda bulunuyorlar. Tablonun bulunduğu müzede evvelce koruma tedbirleri düşünülmüş. O çok değerli resmin önünde cam muhafaza var. Fırlatılan mürekkepten zarar görmüyor. Sadece önündeki cam, mürekkep lekesiyle kaplanıyor. Güvenlik görevlileri çevrecilere plastik kelepçe takıp götürürken, temizlikçiler beş dakika içinde camı tertemiz yapıyor. Tabiî öncesinde basın mensuplarının mürekkepli görüntüyü çekmelerine izin verilmiş.
Çevreciler memnun; çevre kirliliğine dikkat çekmeyi başarmışlar.
Yakalayan güvenlikçiler memnun; göstericiler bir yere kaçamadan yakalamayı başarmışlar.
Müzeciler memnun; müzenin ünü artmış, tablo çok konuşulur olmuş.
Temizlikçi memnun; beş dakikada pırıl pırıl yapmış.
Basın mensupları memnun; haberi hemen yakalamış ve görüntü almışlar.
Sorsak ve cevap alabilsek, çevre bile memnundur “Bana dikkat çekildi” diye.
Daha ne olsun?
*
Bizim bu satırları yazmaktaki maksadımız çevrecilik gösterisi üzerinden Demirkubbe’yi anlatmak. İsrail’deki Demirkubbe’yi.
O da tablonun önündeki muhafaza gibi.
Atılan füzeleri daha yola çıktığı anda tespit ediyor, nereye düşeceğini hesaplıyor ve eğer riskli bir yerse havada imha ediyor. Boş araziye gidene dokunmuyor. Atan memnun, tutan memnun.
Bir de Agamemnon var, o konumuzun dışında. Tutankamon gibi.
*
Ajanda’da çok kaliteli yazılar okuyoruz. Peşinen hakkı teslim etmek lâzım. Emek verenlerin gönlüne, kalemine sağlık.
Hangileri olduğunu belirtmek için tek tek saymaya kalksak, kimsenin hatırı kalmaz. Bütün isimlere alfabetik sırayla yer vermek gerekir.
Burada dikkat çekmek istediğim yazı, Mehmet Serhat Bıçak’ın “Küresel krizin eşiğinde” başlığıyla kaleme aldığı yazı.
Uzun olduğu için dura dura okudum. Arada iki defa çay molası, bir defa kahve molası verdim. Çaylar şirketten, kahve ceptendi.
Her zamanki gibi çok güzel yazmış sağ olsun. Tam da “efradını cami, ağyarını mani” denilen türden. (Yahut ara sıra duvarda gördüğüm muzip bir arkadaşın dediği gibi etrafında cami, karşısında kilise, havra, vesaire.)
Yazı uzun olmasına rağmen bitince üzüldüm. Epey eskide kalmış bazı hadiseleri hatırlamış, bazı konuları da öğrenmiş oldum.
İyi ve olumlu düşünceleri açığa vurmak, mümkün mertebe yaymak faydalı olur diye burada belirtmek istedim.
Aziz kardeşim “Aynı fabrikanın ürünleri: Faşizm, komünizm, kapitalizm” ara başlığı altında bir alıntı yapmıştı. İşte öğrendiğim hususlardan biri, okumadığım bir kitapta yer alan bir mektuptaki satırlar. Önemine binaen burada beraberce tekrar bakabiliriz:
Theodor Fritsch, “Tarih Boyunca Yahudi Meselesi” adlı kitabında, Baruh Levi’nin Karl Marx’a gönderdiği mektubun şu satırlarına yer vermişti: “Yahudi milleti bir bütün olarak kendi kendinin Mesihi olacaktır. Onun dünya üzerinde hâkimiyeti, bütün insan soylarının birleşmesi, ayrılığın surları olan sınırlarla monarşilerin kalkması ve dünyanın her tarafında Yahudilere eşit haklar tanıyan bir dünya cumhuriyetinin kurulmasıyla gerçekleşecektir. İnsanlığın bu yeni teşkilatında İsrailoğulları -işçi yığınlarının başına Yahudi liderleri getirmeyi becerirlerse- en yüksek mevkilere erişecekler ve hiçbir muhalefetle karşılaşmadan önder zümreyi teşkil edeceklerdir. Dünya cumhuriyetini meydana getirecek olan milletlerin hükümetleri, proletaryanın yardımıyla Yahudilerin eline kolayca geçecektir. Özel mülkiyet ortadan kaldırılacak ve bütün devlet malları Yahudilerin kontrolü altındaki hükümetlerce zapt edilecektir. Ve böylece Mesih’in gelişiyle yeryüzündeki bütün milletlerin mal ve mülklerinin anahtarları Yahudilerin eline geçeceği yolundaki Talmut’un vaat ve müjdesi yerine getirilmiş olacaktır.” (Mektubun Fransızca metni “Revue de Paris” dergisinin 35’inci sayısında yayınlanmıştır.)
*
Daha önce okuyanların bile tekrarında sakınca görmeyecekleri satırlar bunlar. Hattâ o kadar önemle üzerinde durulması gerekir ki, günde bir defa -yemekten sonra- okumakta fayda var.
“Kimlerle uğraşıyoruz, ne maksatla nefes alıp veriyorlar, neler yapıyorlar, nasıl yılmıyorlar, bakış açıları nedir, insanlıktan neden bu kadar uzaklar?” gibi pek çok sorunun cevabını bulmak mümkün.
Tam bu satırları çiziktirmeye çalışırken bir de baktım ki Ajanda’da Serhat’ın yeni yazısı yayına girdi.
“Küresel krizin eşiğinde (2): Çizilen haritaları silmek” başlıklı yazıyı görünce “Sen misin bitince üzülen?” diye sordum kendime.
Üstte bir resim yer alıyor her yazıda olduğu gibi. Son derece isabetle seçilen resimde ise zincire bağlı iki gülle tokuşuyor. Birinin üzerinde ABD bayrağı var, diğerinin üzerinde Ay-yıldızlı şanlı bayrağımız.
Biraz sonra okumaya başlayacağım. Yine mola vererek, sindire sindire…
*
İran’ın İsrail’e füzeler göndermesi bekleniyor. Bekleyiş gergin. Bugün mü, yarın mı başlayacak? Soruya ekranlarda ve gazete köşelerinde cevap aranıyor.
İsrailliler kendilerini koruyan Demirkubbe’ye güveniyorlar. Ama yine de haklı bir tedirginlik var.
“Ya çok fazla füze gelir de bazıları tepemize düşerse?
Demirkubbe hepsini imha edemezse ne olur?
O zaman pisi pisine ölecek miyiz?
Büyük İsrail’i göremeyecek miyiz?
Ölürsek öbür dünyada hangi tarafa gideriz?
Bu herifi seçip başımıza getirdiğimiz için onunla beraber cehennemin dibini boylar mıyız?
O tarafta da mı bundan kurtuluş yok?”