Demir yumruk

Yalnızca emin olmak istedim sesimin yankısından. Yıkılmaz bir çatı çizin bize ellerinizle, kâfi. Fakat şimdi bu beton parçalarının kitaplarımı ezdiği, bedenimi incittiği, öğretmenimi susturduğu yerde biraz olsun sitem benim de hakkım değil mi? Yumruğum çözülmeden duymalıydınız beni, henüz sımsıcakken onlar…

BUGÜN size dünyanın hiç bilinmeyen bir köşesinden sesleniyorum. Ben ve birkaç akranım dışında kimsenin haberdar olmadığı, kimininse reddettiği, görmezden geldiği bir yerden… Boyumun yettiğince anlatayım burada göremediklerimi…

Coğrafyamızda bitki örtüsü nedir bilmeyiz örneğin. Bazen paslanmış demirlerin acı tadı değer nefesimize. Dağlarımızdan bîhaber izleriz dünyayı. Yeşil mi, boz bulanık mı, bulutlara değiyor mu meselâ saçları, bilmeyiz. Rüzgâr ne yandan eserse o tarafa savrulan yapraklarımız yoktur. Yaprak yoktur çünkü şehrimizde. Kirli postalların çamurlaşmış kan tortularına bulanan tabanlarının altında, tekrar doğmamak üzere veda ettiler bize. Ağaçlarımızı balta kesti, düşecek tek damla su da yok.

Daha evvel hiç bulunmadığınız bir yerden sesleniyorum size. Ağır aksak ilerleyen köpeklerin bile terk ettiği bir mahalleden... Kuşların yiyecek umudunu kestiği sokaktan, komşusu kalmamış bir bina kalıntısından… Dağların birinin yamacında tek başına kalmış okulumun toprak altındaki sığınağından sesleniyorum. Yani sağlam kalan en son odasından… Hayat bazen ne garip, değil mi?

Burada on üç kişiyiz. Benim dışımda kalan on iki kişiden biri, her şeye rağmen bizi terk etmeyen canım öğretmenim. Onu çok seviyorum, çünkü hiçbir köşesinden herhangi bir rengin görünmediği dünyamda resim yapmayı öğretti bana. Aldım kalemi elime, ne eksikse onu çizdim. Evler dizdim boylu boyunca; bahçeli ve şenlikli. Aralarına parklar serpiştirdim mahallenin diğer çocuklarıyla salıncak sırası beklediğimiz. Üstünü başını kirlettiği için azar yiyenleri de unutmadım, hemen iliştirdim. Evimi boyadım, babamı koydum başköşeye. Dedim ya, ne eksikse onu tamamladım boya kalemlerimle.

Hemen yanımdakiyse kardeşim. Sadece bir tane öğretmenimiz olduğu için aynı sınıftayız onunla. Tir tir titriyor kolumun altındaki omuzları. Onun hüznünü kendimden tanıyorum. Annem gittiğinde birleşti kalplerimiz. Bir yaz günüydü. Gözümüzün önünde aldılar onu. Yaka paça tuttular ve bir çuval gibi attılar arabaya. Geriyeyse, mücadelesinin izi olarak kaldı yere düşen eşarbı. En az bahtı kadar karaydı. Bir gölgelik gibiydi güneşin mızrak sivriliğiyle yarıştığı günlerde. Aldık, sığındık.

Geri kalanların arasında bir kız var ki, sormayın gitsin! Kıpkızıl saçlarını yazmasının altına sıkıştırırken döktüğü terden tanıyorum onu. Öyle parlak ve öyle sıcak ki… Aydınlık gözlerimi kamaştırdığında minik bir dalga gibi savurması yetiyor onları ferahlamam için. Bu topraklarda mubah değilmiş böylesi, öyle diyorlar. Bilmiyorlar, beni buraya tutsak ettiklerinde döküldü tüm günahlarım.

Geçen kış inşaat sırasında ilişmişti gözüme sığınak. “Artık silahların gölgesi çekildi kentimizden, korktular bizden çünkü! Hele bir daha gelsinler, onlara demir yumruğumu göstereceğim!” demiştim. Kendi kendime bir ant vermiştim. Aylarca adını anmadığımız, varlığını unutmanın daha çok işimize geldiği bu çukur, o günkü sözlerimin beynimi bir kurşun gibi delip geçmesini engelliyordu. Düş kırıklıkları dökülüyordu gökyüzünden; kandan ve terden sırılsıklamdık.

“Lütfen sakin olun çocuklar! Korkmayın! Buradayım ben!” Biliyorum öğretmenim, sen hep burada olandın. Ondandı içimizde küçük bir inanç filizinin büyümesi. Bizi sendin ikna eden yeniden yaşamaya. Fakat şimdi çok zor öğretmenim. Çekip alınıyor ellerimden düşlerim tüfek sesleriyle. Artık bunu sen bile durduramazsın. Özür dilerim sizden de. Böyle kolay vazgeçmemeliydim ahdimden. Büyümeliydi yumruklarım, beklemeliydi dünya beni.

Rüyalarını toprağa çizen çocuklardık. Öyle ulaşamayacağımız gökle işimiz yoktu. Gönlümüz kalırdı çünkü. Toplansak da bir bütün edemeyen yarımlardık. Önce hâd bilmek lâzımdı. Şimdi burada geri kalan yanlarımız da çekiliyor içimize. Engel olabilen yok. Sıradan, sınıftan, öğretmenler odasından önce sığınak yaparak başlamak bir okulun inşâsına, ne saçma şey, değil mi sevgili dinleyenler? Hâlbuki çok da küçüktü. Tek bir oyun sığmazdı içine. Kimse koşmaz, hiç kimse kahkahalarla gülmezdi. Okulumuzu incitmekten korkardık. Ya bu sefer de yıkılırsa bahçe duvarlarımız, ne yapardık? Sınır bilmek çocuklara öğretilen ilk şeydi bu coğrafyada.

Düşlerini göğe değil, yere bakarak kuranların ülkesinden sesleniyorum size. Sakın suçlamayın kendinizi sevgili dinleyenler. Yalnızca emin olmak istedim sesimin yankısından. Yıkılmaz bir çatı çizin bize ellerinizle, kâfi. Fakat şimdi bu beton parçalarının kitaplarımı ezdiği, bedenimi incittiği, öğretmenimi susturduğu yerde biraz olsun sitem benim de hakkım değil mi? Yumruğum çözülmeden duymalıydınız beni, henüz sımsıcakken onlar…