BİR fikri, bir dâvâyı temsil ediyor olanlardan ilk
beklenen “tutarlılıktır”. Tutarlılık güven verir. Tutarlılığı olan, fikri
kalıcı hâle getirir.
Beğenin beğenmeyin, seçme ve seçilme hakkının ve özgür
seçimlerin sembolü Adnan Menderes’tir. Menderes çizgisinde olanların, onun
aldığı kararları iptal etmek için yarışmalarının makul bir tarafı var mıdır?
Menderes hükûmeti 1950’de Nazım Hikmet’i “vatan haini” ilân edip vatandaşlıktan
çıkarmıştır. Ne var ki, Menderes’in adını dillerinden düşürmeyenlerde Nazım
Hikmet’i sahiplenme düşüncesi zamanla bir yarışa dönüşmüştür.
Nazım Hikmet 1921’de Bolu’ya edebiyat öğretmeni tayin
edilmiş ama o Bolu’yu da, Türkiye’yi de bırakıp Moskova’ya gitmiştir. Giderken
değil ama dönerken komünist olarak dönmüştür. İnsana, tarihe, topluma, dine
bakışı değişmiştir. Kemal ve İsmet Paşaların döneminde on beş yıla yakın hapis
yatmış, 1950’de Menderes’in çıkardığı aftan faydalanıp ikinci defa Moskova’ya gitmiş
ve 1963’te orada ölmüştür.
Son yıllarda CHP’yi eleştiren sağ kesimin sözcüleri,
CHP’nin Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali’ye ne büyük zulümler yaptığını ama
Menderes’in bir af ile onu özgürleştirdiğini tekrarlamaktadırlar. Bu
tekrarlarda Menderes’in onu neden vatan haini ilân ettiği konusu yer almamaktadır.
Oysa Menderes hükûmeti genel af yasası çıkardığında, hukukun eşitlik ilkesine
bağlı olarak Nazım Hikmet de bundan yararlanmıştır.
Buna karşılık, kendini Nazım’ın takipçisi ve yoldaşı
bilenler, Menderes hakkında zerre kadar olumlu bir görüşe sahip değilken,
varlıklarını CHP’nin paşalarına armağan eden söylemlerin içinde olmuşlardır.
Ancak sağ kesim CHP eleştirisini Nazım Hikmet ile yapma takıntısını devam
ettirmiştir.
Sağın CHP eleştirisine sonradan Deniz Gezmiş de
eklenmiştir. TBMM’de idam dosyaları oylanırken, yüzden fazla CHP’linin “Evet,
idam edilsin” demesine karşılık Necmettin Erbakan’ın “Hayır, idam edilmesin”
dediği tekrarlanmaktadır. Erbakan’ın bu söylemi, Gezmiş’in eylemlerini meşru
etmeyeceği gibi, Gezmiş ve arkadaşlarını da terörist olmaktan çıkarmamıştır.
Gezmiş’in takipçilerinde de CHP’ye karşı zerre kadar
bir muhalefet oluşturmamıştır. Zaten o Gezmiş, CHP gençlik kolları üyesi
olarak, Samsun’dan Ankara’ya arkadaşları ile yaptığı yürüyüşle Kemalizm’e
bağlılığını göstermiştir.
CHP’nin son paşası İsmet Paşa ise Gezmiş ve
arkadaşlarının idam edilmemesi için çaba göstermiş ama sonuç alamamıştır. Aynı
paşa, TBMM’de “Gezmiş ve arkadaşları idam edilsin” diyen CHP’lilere karşı da
tek olumsuz bir cümle söylememiştir. Hâl böyle iken sağdan bazı kimselerin
“Erbakan bile idamlara hayır demişken CHP’liler evet demişti” cümlesini
nakarata çevirmeleri, Gezmiş ve arkadaşlarının yaptıkları terör eylemlerinin
meşruiyetine bir çeşit zemin hazırlamıştır.
Ekim 1994’te MHP kurultayında Alpaslan Türkeş, Nazım
Hikmet’ten şiir okuyarak farkında olmadan yeni bir dönem açmıştır. Türkeş okuduğu
şiirle Nazım Hikmet’in Millî Mücadele hakkındaki bir şiirini okuyarak “millî
sola bir mesaj vermek istediğini” savunmuştur. Sol millî olunca solculuğundan
ne kalır ya da solcu olununca millîlikten elde ne kalır? Demek ki Türkeş, solculuğu
millîliğin ıslah edebileceğini düşünmüştür. Ancak geçen yıllar, Türkeş’in
vermek istediği mesajı “millî solun” almadığını göstermiş ise de Türkeş’in
okuduğu bir şiirle kendi tabanında Nazım Hikmet’e karşı bir ikilem oluşturduğu,
hatta Nazım Hikmet’e o tabanda bir miktar değer kattığı söylenebilir.
Hâlbuki Nazım Hikmet’in Millî Mücadele diye bir
endişesi olsaydı 1921’de Moskova’ya gitmez, Türkiye’de kalarak o mücadeleye az
çok katkıda bulunurdu. Türkeş’in okuduğu Millî Mücadele hakkındaki şiirini Moskova’ya
gitmezden önce mi, yoksa dönüşünde mahkûm edildiği için affedilmesine
katkısı olsun diye mi yazmış olduğu bile şüphelidir. Çünkü benzeri bir tutumla
Moskova’ya gidip gelen Şevket Süreyya Aydemir, Kemal Paşa’ya övgü dolu yazılar
yazdığından affedildiği gibi, basın yayın genel müdürü bile yapılmıştır. Nazım da
Aydemir’in yolundan yürümüş ama onun elde ettiği sonucu elde edememiştir. Paşa,
kendisini övenlere ihsanlarda bulunmuş, yeni övgüler için onları teşvik
etmişken, her nedense Nazım’a aynı ihsanları yapmamıştır.
Gerçi Nazım, tutumundan vazgeçmemiş, serbest ölçüyle
yazdıkları ile meddahlıkta iyi bir seviyede olduğunu göstermiştir.
Bir dönem MHP’nin ağır toplarından olan Agâh Oktay
Güner, kısa süreli Kültür Bakanlığı döneminde “Nazım Hikmet’in mezarını
“Türkiye’ye getireceğim” diye ısrarcı olmuş ise de sonuç alamamıştır. Türklerin
kültürüne ve birikimine hasım bir Nazım’ın mezarını Türkiye’ye taşıma hevesini
Kültür Bakanı neden kendine iş edinmiştir? O mezar Türkiye’ye gelince
Türkiye’ye ne katmış olacaktır? Ya da Moskova’da kalınca Türkiye ne kaybetmiş
olmaktadır?
Sağdan bazı isimler her nasılsa ileri yaşlarında böyle
garip heveslere tutulmaktadırlar. Sağın bu
tutumundan AK Parti de sonunda nasibini aldı. Hiç gündemde yokken, 2009’da AK
Parti hükûmeti, Nazım Hikmet’in vatan haini olmadığını ilân ederek “itibarını
da iade” etti. “Kıymet, değer, önem verilme, şeref verme, gerçekte olmayan farz
etme, varsayma, kredi” anlamına gelen “itibar” kelimesinin hangi anlamı Nazım’a
uymuştur? Ya da AK Parti hükûmeti bu anlamların hangisini düşünerek 1950’de
Menderes hükûmetinin Nazım için aldığı kararı iptal etmiştir?
“Dev” bir hayâl ürünü
AK Parti tabanı tarafından sahiplenilen yüzlerce
mazlum, tek parti döneminde, hem de idam edilerek, mezarlıkları bile gizlenip
ailelerine cenazeleri verilmeyenler için böyle bir karar almamışken ve durup
dururken Nazım için niye bu kararı almıştır?
Aslında siyasilerin aldığı böylesi kararlar önemli
ölçüde dönemin şartlarına bağlı zorlamalardır. Halkın görüşünü değiştirmezler.
Türk halkı için Ruslar sadece Moskof’tur. Düşmanın en acımasızıdır. Nazım ise
işte bu düşmana kaçmış, hizmetine verilen adı “bizim” ama kendisi Moskof’un
olan bir radyoda ölünceye kadar Türkiye’ye karşı kin ve nefretini bağırmıştır.
“Gâvurun ekmeğini yiyen gâvurun kılıcını sallar” misali, dünyaya Rus’un mavi
gözünden bakmıştır. Gözlerindeki mavilik, bir renkten çok, bir Rus gibi dünyayı
görmenin adıdır. Rus gibi dünyayı gören birisinden dev mi olur? Dev, zaten hayâlî
bir masal kahramanıdır. Ruslar ucuza buldukları bir hizmetkârlarını kendi
gözlerinden ve kendileri için dünyaya baktırdıklarından dolayı memnun kalmış
olabilirler. Ancak aynı memnuniyet Türk halkı için söz konusu değildir.
Nazım Hikmet, Moskova’ya gitmesinden önce İslâm’dan
saygı ile söz eden Osmanlı tarihinin dönüm noktalarını öven şiirler de
yazmıştır. Ağa Camisi ve de Sekiz Yüz Elli Yedi şiirleri ilk akla gelenlerdir.
Ancak Nazım, Moskova’da deri değiştirir gibi eski fikirlerini değiştirip bırakmış,
bir daha o fikirlerine dönüp bakmamıştır.
Konuşmalarını okuduğu şiirler ile daha vurgulu hâle
getirmeyi tercih eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Nazım Hikmet’ten Sekiz Yüz Elli
Yedi şiirini okuması, Türkeş’in 28 yıl önce yaptığının bir tekrarı ile
bağlıları için bir hayâl kırıklığı sayılabilir. Çünkü Menderes’i en çok sahiplenen,
ona yapılan zulümleri dâvâsının işaret taşları sayan, pek çok yere Erdoğan’ın
afişleri ile birlikte Menderes’in afişlerini de asan AK Parti, her nedense aynı
Menderes’in Nazım için aldığı kararı yok saymıştır.
Nazım’ın AK Parti tabanında hiçbir karşılığı yokken bu
karar alınmıştır. Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ondan şiir okuması, ona bir
çeşit değer katmış olabilir. Nazım’ın takipçileri için bu durum mutluluk verici
olabilir. Ama aynı mutluluğun AK Parti tabanı için geçerli olduğunu söylemek
mümkün değildir. Yaşadığı tecrübeler nedeniyle hainlerin değer taşımayacağını
en iyi takdir edenlerden birisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Hainin değeri olmaz;
olmayan değerinin itibarının iadesi de olmaz!
Menderes’e zulmedenleri hayırla anmak mümkün mü?
İstanbul’un Fethi hakkında binlerce şiir yazılmıştır.
Bu şiirlerden defalarca okumuş olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son günlerde
yaptığı bir konuşmada Nazım’lı bir şiiri tercih etmesinin kendi tabanında ve
siyâsî çizgisinde bir karşılığını bulmak zordur.
Özgür bir ülkede her çeşit görüş olabilir. Her görüşün
edebiyatı, siyâs3i karşılığı, yayın organları olabilir. Bunu doğal karşılamak
icap eder. Her görüşün kendi mecrası içinde akıp gitmesi daha doğal olanıdır.
Buna karşılık, bu görüşlerin sınırını oluşturan isimlere değer katma anlamına
gelen çıkışlar ise beyhudedir. Halkın gözünde Nazım gibilerinin hükmü kesindir.
Halkın verdiği bu hükmün temyizi de yoktur. Hiçbir şiir o hükmü değiştirmez.
Üstelik Menderes’ten beri süre gelen seçme ve seçilme hakkına dayalı bu siyâsî
çizgi Nazım’dan ne alabilir?
Olay sadece bir güzel şiirin hakkını vermekle sınırlı
görülebilir mi? AK Partili bazı belediyelerde ortaya çıkan Ahmet Hamdi Tanpınar
merakını da açıklamak zordur. Çünkü deist olduğu bilinen Tanpınar, aynı zamanda
katıksız bir 27 Mayıs darbecisidir. Menderes’e yapılan işkence haberlerine
üzülmediğini, Menderes’in o zulümleri hak eden birisi olduğunu günlüklerine
yazacak kadar sadist bir kişiliğin sahibidir.
Şimdi bu Tanpınar’ın 60’ıncı ölüm yıldönümü için anma
törenleri yapan AK Partililer Menderes’in siyâs3i çizgisini nasıl temsil
edeceklerdir? Menderes’e işkence ettiren Tarık Güryay lânetlenirken, o işkenceleri
alkışlayıp mutlu olan deist Tanpınar nasıl rahmetle anılır?