Dedemin dronu

Bir defa sizin anlaşmanız dünya ile sınırlı. Üstelik oradaki yaşam kalitesine de itiraz etmiştin son konuşmamızda. Sen değil miydin “Mars’ta su bulamamışlar, suyu dünyadan taşıyorlarmış” dediğimde “Taşıma suyla gezegen mi döner?” diyen?

ONA “Sadık” şeklinde ismiyle hitap ettiğimiz için bize çok içerliyor, sitem ediyor; alışamadı bir türlü. Zaten yılda iki defa ya görüşüyoruz, ya görüşmüyoruz. Be adam, isminle hitap etsek ne olur, etmesek ne olur! Memleketin en muhteşem bakımevindesin. Biz buraya bakımevi demiyoruz gerçi, bakımevi eski bir tabir. Burası bir “Mutlu Yaşam Merkezi”…

Memleket dediysem de, hani eskisi gibi Türkiye Cumhuriyeti ile sınırlı bir coğrafya gelmesin aklınıza. Eğitim, sağlık gibi birçok sektörün tek elden organize edildiği, Avrupa’nın bir kısmını, Orta Asya’yı, Orta Doğu’yu da içine alan bir alandan bahsediyorum. Eski Balkanlardan tutun, yeni Çin sınırına kadar birçok bölgeden insanın kaldığı bir yer burası. Mutlu Yaşam Merkezi, dünyanın en yeni, en gelişmiş teknolojisi ile donatılmış durumda. Sakinlerini mutlu etmek için her şey düşünülmüş. Siz kırk yıl düşünseniz (düşünmenize gerek yok, zaten yapılmışı var) aklınıza gelmeyecek her türlü imkâna sahip.

Hâliyle MYM’nin sakinleri de dünyanın en seçkin insanlarından oluşuyor. İçlerinde prensler, prensesler mi ararsınız, milyonerler mi dersiniz, çoktan pişman olmuş ama bir türlü ölemeyen bilim adamları, bakanlar, başbakanlar, başkanlar mı dersiniz? Orta geçmişte de olsa bütün haber bültenlerinin hikâyesini oluşturan, giriş, gelişme ve sonucunda etkili olan ne kadar insan varsa orada. Dedem mi? O yüksek bürokrat değil, zengin değil, kraliyet ailesinden de değil ama buna rağmen yine de bu seçkin insanların arasında kendisine yer bulmayı başarmış. Nasıl mı?

Her şey, aslında gen mühendisi iki araştırmacının merakı ile başlamış. Bir türlü yaşlanmayan Ajda Pekkan’ın ölümsüz olabileceğine inanan bu iki mühendis, kendisinin de iznini alarak hükûmet gözetiminde çalışmalara başlamışlar. Özellikle sanatçının DNA’ları üzerine yoğunlaştırdıkları çalışmaları insanlar yaklaşık beş yıl sonra araştırmalar neticeye ulaştığında öğrenebilmiş. Dedem o yıllarda bu iki gen mühendisinin laboratuvarında çalışan genç bir sağlıkçıymış. Ajda Pekkan’ın genetik kodlarını çözen bilim adamlarımız, uygulama için dedeme denek olup olamayacaklarını sormuş. Zeki ve yaşamayı çok seven dedem de bazı riskleri olmasına rağmen ayağına gelen bu fırsatı geri çevirmemiş tabiî. Laboratuvar ve hükûmet yetkilileri ile bir protokol imzalayarak denek olmayı kabul etmiş.

Sizin anlayacağınız, dedem tam bir seçkin yani seçilmiş insan! Yapılan anlaşma gereği yıllar, yıllar, yıllar önce emekli olunca da kapağı buraya atmış.

Zaman ilerledikçe dünya değişti tabiî, teknoloji gelişti hem de çok; öyle böyle değil. Hatta siz şimdi bunu okurken muhtemelen klavye kullanarak, her biri bir harfe tekabül eden tuşlara basarak yazdığımı düşünüyorsunuz. Öyle değil elbette; dünya nöronik yazma, nöronal iletişim sistemini keşfedeli çok oldu. Bu sistemi yakın zamanda robotlarla entegre etmeye bile başladılar. Android ve hümanoid robotlarımız artık her yerdeler, her derde devalar ve her işte kullanılabiliyorlar. Neredeyse iğneden ipliğe her şey robotların sırtına yüklendi. Dünyanın yükünü artık bu robotlar çekiyor desek yeridir. Dünyanın yükünü çekiyorlar ama neredeyse yüz otuz yaşına gelmiş ve sanırım artık yaşamaktan usanmış dedemi mutlu edemiyorlar. Sadece dedemi değil tabiî, orada yaşayan diğerlerini de…

Meselâ onca hizmetin üstüne yetmemiş, kurum onlara özel bir de dron-at tahsis etmiş istedikleri zaman istedikleri yere gidebilsinler diye. Ama onlar, “Dron-atlar kaliteli değil, düşme korkusu yaşıyoruz” bahanesiyle dışarı çıkmak, merkezden uzaklaşmak istemiyorlar. Neymiş efendim, dron-atlar BİM’den alınmışmış. Biz de BİM-D (BİM Dron) kullanıyoruz. Madem BİM’in dronlarını beğenmiyorsunuz, uzağa gitmek istemiyorsunuz, o zaman da üstelik hava durumunu kendinizin ayarlayabileceği, isterseniz dört mevsimi birden yaşayabileceğiniz binlerce metrekarelik bahçelere sahipsiniz, suni bulutlarla yerel yağmurlar yağdırabilir, suni güneşle ortamınızı lokal olarak yaza çevirebilirsiniz. Her şey değişiyor da insanın bu tatminsiz, şükürsüz, itirazcı yanı hiç değişmiyor maalesef.

Bak, hâlâ gideceği yere elektrikli arabalarla, toplu taşıma araçları kullanarak airbuslarla gitmek zorunda kalanlar var. MYM sizin için hiçbir masraftan kaçınmıyor. Yakında sadece özel insanların kullanabileceği hologramik mikro kuantum teknolojisi ile geliştirilmiş ışınlama sistemini bile ilk buraya kuracaklar. Gerçi muhtemelen zaman zaman yanlış kodlar girdiğiniz için ufak tefek aksilikler olacak, kendinizi bir başkasının evinde ya da bir dağ başında bulma ihtimâli söz konusu… Olsun, en genciniz yüz yirmi yaşında. Gelişen teknoloji ile sıkıntı yaşamanızı normal kabul ediyoruz. Hem bu kadar uzun yaşamak sizin bilinçli tercihinizdi. Genlerinizle oynanmasını kendiniz istediniz, kimse sizi zorlamadı. Bilakis sizden bazıları, zamanında gen merkezlerindeki bilim insanlarını zorladınız. Ama endişe etmeyin, kaybolmanız sorun teşkil etmeyecek. Biliyorsunuz, hepinizin bileklerinin iç kısmında deri altına yerleştirilmiş çipler var. O çip, merkezden uzaklaştığınızda her yarım saatte bir yetkililere konum bilgisi göndereceği için kaybolmanız mümkün değil.

Bazen dedemin onlarca yıl öncesinde bazı olaylara, bazı kavramlara takılı kaldığını düşünüyorum. Meselâ “dede”ye sabitlemiş zihnini. Her ziyaretimizde kendisine ismiyle değil, illâ “Dede” diye hitap etmemizi istiyor. Neymiş efendim, büyüklerine ismiyle hitap etmek gâvur âdetiymiş. Eskiden böyle miymiş, şimdiki gençlerde saygı kalmamışmış… (Genç diye kastettiği adam benim ve yetmiş yaşındayım.) Onların zamanı çok iyiymiş. Gelenek görenek diye bir şey varmış. Küçükler büyükleri sayar, büyükler küçükleri severmiş. Yıl olmuş 2123, bazı kavramlar dünyanın gündeminden kalkalı çok oldu. Google bile kaldırmış arşivinden bu tür kelimelerin karşılığını. Arasan da bulup ne anlama geldiğini öğrenemiyorsun. Bizim yaşımızdakiler eskiden “Bir ayağımız çukurda” derlerdi. Bizim sana dede dememizin sadece bize değil, sana bile tuhaf gelmesi gerekmez mi? Hem elinin altında onlarca humanoid var, kumandadaki çağrı metnini düzenle, hepsi sana “Buyurun efendim” yerine “Buyur dedeciğim” desin çok istiyorsan…

Kendisine kaç defa söyledim, “Âdeta cennettesin ama farkında değilsin. İstediğin her şey avucunun içinde. Yani avucundaki sanal kumandanın ilgili kısmına dokunduğunda, ânında bir bölük robotun emrine amâde olduğunu orada görüyorsun. Onlarca robot sana hizmet etmek için emir ve görüşlerini bekliyor. Hepsinin şekli şemaili belli; tipine göre seç beğen birini. Beğenemediysen, tipini değiştirme seçeneği de mevcut”...

Kumanda demişken, MYM içinde her türlü isteğini sanal ekranlı bu dijital kumanda sayesinde yerine getirebilirsin sevgili dedeciğim. (Dedim ama sahiden kulağıma acayip geldi, güldüm kendi kendime.)

Diyelim ki acıktın, düğmeye basmana bile gerek yok, zaten düğme yok, ağız alışkanlığı işte, kumandaya konuş, istediğin görevli robot, istediğin yemeklerle üç beş dakika içinde yanında olsun. Yok, “İllâ kendi servisimi kendim servis yapacağım” diyorsan, o zaman gir yiyeceklerin kodlarını şeffaf ekrana, tek tuşla şef robot hazırlasın, mini dron odana ya da istediğin yere getirsin yemeğini.

Odanla ilgili bir sorun mu var, aynı kumandadan çağır bir android, gelsin, ânında hâlletsin. Senin hiçbir zahmette bulunmana gerek yok. Parmağını mı kımıldatmak istiyorsun, çağır sağlıkçı bir robot, o senin parmağını senin yerine kımıldatsın. Yok, şaka söylüyorum Sadık! Tamam, bu sistem biraz tembelliğe alıştırıyor insanı ama bu kadarı da fazla. Kendi parmağını kendin oynatabilirsin herhâlde. Sağlıkçı robotları daha rantabl kullanmalısın. Çünkü onlar gerçekten muhteşem bir teknolojik yeteneğe sahipler. Vücudundaki bütün hücreleri tepeden tırnağa birkaç dakika içinde tetkik edebilir, arızalı olanları tespit edebilir, görevi dâhilinde olanları onarabilir, onaramayacak oldukları için tavsiyede bulunabilirler. MYM sakinlerinden bazıları bu robotları estetik uzmanı olarak kullanmaya çalışıyorlarmış, bunlar da kulağımıza geliyor zaman zaman.

Canın sıkıldıysa, onlarca dil bilen, dünyada gelmiş geçmiş birçok kültürün, medeniyetin bilgisi yüklü olan sohbet robotları var. Al birini ya da birkaçını yanına, bahçede istediğin gibi, yorulana kadar dolaş, sohbet et. Sen onlara eskilerden anlat, sizin zamanında dutluk olan yerden bahset meselâ, onlar sana kayıp kıta Mu uygarlığını anlatsın. Üstelik Türkçeyi aksanlı da konuşturabilirsin hümanoidlere. Özlemişsindir belki Kayseri şivesiyle konuşmayı…

Bir de bütün bu imkânlar yetmemiş gibi, Mars’ta yaşam başladığını duyduğunuzdan beri “Niye bizi de götürmüyorsunuz?” diyorsunuz. Bir defa sizin anlaşmanız dünya ile sınırlı. Üstelik oradaki yaşam kalitesine de itiraz etmiştin son konuşmamızda. Sen değil miydin “Mars’ta su bulamamışlar, suyu dünyadan taşıyorlarmış” dediğimde “Taşıma suyla gezegen mi döner?” diyen?

Yahu dede, hepsi bir yana, oyuncularla istersen interaktif iletişime geçebileceğin sistemle çalışan bir televizyonun var, sen hâlâ “Biz Türk’üz, çaysız kahvaltı mı olur?” diyorsun.

-Dede uyan! Cuma namazına Eyüp Câmiî’ne gidecektin, geç kalıyorsun…

-…

-Bre Sadık! Câmi diyorum, namaz diyorum...

-Hıı… Tamam evlâdım, uyandım. Ben abdest alana kadar sen dronumu hazırla!

-Dron mu? Ah dede, yine nerelere gittin?