Davranış kalıplarımız

Her ülkenin kendine özgü bir sesi, kültürü, değerleri ve usûlleri var. Bizler Hollanda’nın sesine katılmaya çalışıyoruz. Ekonomik olarak büyük bir katma değer olduğumuz, tartışma götürmez bir gerçek. Ya kültürel ve sosyal açıdan ne zaman ve nasıl bir katma değerimiz olacak? Olacak mı?

HASTANE ziyaretlerim devam ediyor. Uzun aralıklar ver(e)meden birbirine bağlanan randevular içimde derin kırıklara sebebiyet verse de büyütüyor. Bir zaman sonra duvarların dili çözülüp asansörlerin kalabalığı katlanılır oluyor. Külfet ağırlığı nispetinde nimete kapı aralıyor. Sonrası nasip!

Âşinâlık, bu ve benzeri mekânlarda insanı dik yürütüyor. Öğrendim. Duvarların buz gibi rengini, insanın burnunu sızlatan kokusunu, çâresizliği anlaşılmasın diye yere bakarak yürüyenleri ya da şimdilerde telefonuna gizlenen insanları öğrendim meselâ. Bir robotun yönettiğini hayâl ettiğim dijital ekranlarda akan sayı ve isimleri ya da anlaşılamayan o tuhaf anonsları... Hangi yöne gideceğinden bîhaber, muhtemelen aynı koridoru birkaç kez turlamış yabancıları (Müslüman ya da değil)... Bu arada konuş(a)madan anlaştığım kişi sayısı -emin olun- yüzünüzü gülümsetecek kadar çok.

Bazı Avrupaî davranış kalıplarının-alışkanlıkların en rahat gözlenlenebildiği yerlerden biridir hastaneler. Meselâ buralarda, kurallara uyma konusunda zirve yapılmış durumdadır. Bilindiği üzere bu, genel olarak gelişmişlik ve kültür seviyesiyle ilgilidir. İmrenilen ve aslında olması gereken de budur. Yine de itiraf etmeliyim ki, bu denli düzenli ve temiz oluşu -başta- huzursuzluk verici bir his uyandırmıştı.

Yere sabitlenmiş koltuklarda oturan insanlar, tüm bu düzenin içinde konu mankenleri gibi görünürler gözüme. Oturduğum yerden kalkıp bazen o insanlara dokunduğumu, düşürmek için hafifçe ittiğimi hayâl ederim. Hayâl kurmanın zorluğuna inat, özellikle burada hayâl kurabilmenin kendisi bile heyecan verici bence. Nadiren de olsa bir çocuğun ağlama ya da huzursuzlanma sesi beni geri döndürmeye yeter. Çünkü gerçektir. Kahve makinesine doğru yürüyüp bir kahve almak, yapabileceğiniz yegâne kurallı kuralsızlıktır, hepsi bu.

Hollandalıların kendinden emin, soğuk, mesafeli, ciddî ve uzak hâlleri, kendinden olanları aynı safta tutarken, diğerlerini yabancı olarak belirler. Hayatının dışına atıp değersizleştirmiyor belki, “Ben” diyor ve “Biz”... Sonra “Sen ve siz” olarak başka bir oyun kuruyor.

Avrupa’nın şapka çıkardığım ve imrendiğim kültürlerinin başında gelir tanıdığı veya tanımadığı herkese selâm vermek. Bu, yirmi üç sene önce dikkatimi çeken ilk şeydi. Herkes birbirine selâm veriyor, bundan gocunmuyor, altında başka bir şey aramıyordu. Dikkatimi çeken bir diğer konu da, yaşlı hanımların da kel olabildiğiydi. Bizler anneanne, babaanne, teyze ve komşularımızın kel olup olmadıklarını, anlayabileceğimiz bir şekilde görmedik. Görmedik!

Kendi ülkelerinden bir sebeple uzaklaşmış ve buralarda yaşamak zorunda kalmış insanların (Hollanda özelinde) sosyal hayata etkilerini göz ardı edemeyiz. İstesek de bunu yapamayız. Çünkü bizler de bu halkanın bir yerinden takılıyız. Geçen sene uçakta üç çocuğu ile yolculuk yapan Suriyeli anneyi unutmuyorum. En küçük oğlu (iki ya da üç yaşlarında) tüm yolculuk boyunca ağlayıp yerlerde yatmıştı. Kadın ne yaptıysa, çocuğu susturup kucağına alamamıştı. Çoğunluğu Hollandalı olan uçakta bunun nasıl ezici bir his olduğunu düşünmek bile istemiyorum. Hastane gibi kamu kurumlarında ya da metro gibi toplu taşıma araçlarında tüm hareketlilik ya da genel düzen dışındaki tüm hareketler, yabancıların yaptığı hareketlerdir. (İstisnalar muhakkak vardır.)

“Normal olan nedir?” sorusu, iç sesimizle cevaplanıyor. Usûl ve esas, ilk çocukluğumuzda öğreniliyor. Sonrasında hayatımız da fiile dönüyor. Hastane randevuma gelirken lüks bir arabadan inen bayan ve iki çocuğu dikkatimi çekmişti. Doktorumu beklerken aynı salonda o hanımın da beklediğini fark ettim. Oyun köşesinde terör estiren çocuklarını dizginlemeye çalışsa da olmuyordu. Oyuncaklar havada uçuşmaya başladığı anda Hollandalı bir bayan, dayanamayarak, sesli bir şekilde söylenmeye başladı. Bunu duyan kadın daha da utanarak birini kucaklıyor, diğerine güzel oynamasını tembihliyordu. Tam o sırada doktorun asistanı bayana seslendi. Sırası gelmişti. Karga tulumba çocukları kucaklayıp sürükleyerek doktorun yanına gitti. Ne ilkti, ne de son. Ama bu anne Hollandalı değildi.

Her ülkenin kendine özgü bir sesi, kültürü, değerleri ve usûlleri var. Bizler Hollanda’nın sesine katılmaya çalışıyoruz. Ekonomik olarak büyük bir katma değer olduğumuz, tartışma götürmez bir gerçek. Ya kültürel ve sosyal açıdan ne zaman ve nasıl bir katma değerimiz olacak? Olacak mı?

“Biz” kalarak “siz”e katılabilir miyiz?