Davranış geliştirme eğitimi

Hatânın insan için olduğu kabulüyle yola çıkılırsa, çocuğun da hatâ yapması normal karşılanacaktır. Önemli olan, çocuğun tekrarlarından sakınmasını bilmesi, düzeltmek için çaba göstermesi ve bilerek hatâ yapmamasıdır.

EĞİTİM süreci, kişinin bilişsel, duyuşsal ve psikomotor yönünden gelişimini sağlamalıdır. Bu bağlamda yer alan ve davranış eğitimini kapsayan eğitimin duyuşsal yönünü irdelemekte yarar var.

Bireyin yaşamında önemli bir yeri olan duyguların eğitim sürecine katılması, duyuşsal gelişimin yanında bilişsel gelişimin de kapasitesini arttırmada etkili olacaktır. Davranış geliştirme eğitimi, bir noktada duygu yönetimini gerektirmektedir. Bireyin duygularını tanıyabilmesi, ifade edebilmesi, ayırt edebilmesi ve durumuna göre ayarlayabilmesi duygu yönetimine girer. Bu konuda öğrenmeler yoluyla elde edilen bilgi birikimi etkili olacaktır.

Davranış eğitiminin temeli ailede atılır. Anne, baba ve ailenin diğer yetişkin bireylerinin sergiledikleri davranışlar önemlidir. Çocuk için rol model olan yetişkinler olumlu, uyumlu ve istikrarlı bir tutum içinde olmalıdırlar. Sürekli hatâ ve yanlışlara dikkat çekmek ve telkinde bulunmak yerine örnek davranışlar sergilemek çok daha etkili olacaktır.

Olumlu davranışların çocuğun ruh sağlığına olumlu etki yaptığı bilinmektedir. Çocuğun ruh sağlığını dengesizleştiren yapmacık ve gayr-i samîmi davranışlardan sakınılmalıdır. Çocuk her konuda ciddî bir gözlemcidir ve olup biteni anlama kapasitesine sahiptir. Aile bireyleri arasındaki tutum ve davranışlarda tutarlılık olmalıdır. Söylenen ile sergilenen davranışlar arasında tutarsızlıklar, çocukta güven kaybına sebep olur. Bu takdirde çocuk bocalar, ikilemde kalır ve yapılanları gayr-i ciddî olarak algılamaya başlar.

Hatâ ve kusur insana has bir durumdur. Kendi hatâsını anlayıp düzelten çocuk, sağlam bir benlik zemini oluşturur. Yapılan hatâ ve kusurların yüzüne vurulması, çocukta yetersizlik, değersizlik ve/veya suçluluk duygununun gelişimine yol açar. Hatânın insan için olduğu kabulüyle yola çıkılırsa, çocuğun da hatâ yapması normal karşılanacaktır. Önemli olan, çocuğun tekrarlarından sakınmasını bilmesi, düzeltmek için çaba göstermesi ve bilerek hatâ yapmamasıdır.

Çocuk kıyaslanmaktan hoşlanmaz, kardeşleri ve arkadaşları arasında ayırt edilmeyi kabullenmez. Aşırı yergi, baskı ve övgülerden sakınılmalı, kişiliğini zedeleyecek ithamlarda bulunulmamalıdır.

Davranış eğitiminin özünde hoşgörü ve anlayış yatar. Bu sayede anlaşma ve ahenk oluşacaktır. Çocuğun önce kabul görmeye ve sevgiye ihtiyacı vardır. Bu sayede muhatabına güven duyar. Güven, insana etki etmenin en önemli basamaklarındandır. Güven telkin eden insan ciddîye alınır ve söyledikleri geçerli olur. Çocuğu anlama, ona güvenme, anlayışla karşılama, olgunlaşması aşamasında destek verme ve onu idare etme becerisinden yoksun anne, baba ve eğitimcilerin çocuğa verebilecekleri fazla bir şey yoktur.  

Başkaları tarafından sevilen çocuk, başkalarına sevgi ile yaklaşmasını bilecektir. Sevgisizlik uyumsuzluğu ve nefreti körükler. Sevgi ve hoşgörü ortamında büyüyen çocuk, kendisini rahat hisseder ve kendini doğru ifade edebilir. Aksi takdirde içine kapalı bir kişiliğe dönüşebilir. Sevgi, birçok problemin çözüm anahtarıdır. Sevgi sevgiyi, nefret nefreti körükler. Kişinin zihninde olan derin kayıtlar, zamanla kırmızıçizgilerin oluşmasına sebep olur. Bilinçaltı sayesinde ileriki yaşlarda bu kırmızıçizgiler kişinin koruma kalkanları hâline gelir. O yöndeki en küçük bir eleştiri bile kişiyi patlama noktasına getirebilir.

Öncelikle aile içinde ve çevrede sergilenen davranışlar uyumlu olmalıdır. Yetişkinlerin söyledikleri ile yaptıkları paralel gitmelidir. Yalan söyleyen, aldatan, kötülük yapan birinin iyi ve doğru olma yönünde söyledikleri ne kadar geçerli olabilir? Çocuk duyduklarını değil, gördüklerini daha fazla ciddîye alır ve yapabildiği nispette onu yaşamaya çalışır.

Çocuk, yaşam ve davranış ekseni

Hayatın güzelliklerini yaşayabilmek ve refaha kavuşmak her insanın hayâlidir. Annelerin ve babaların da çocuklarının geleceği için bunları düşünmesi doğaldır. Ancak düşünmek yetmez, çalışmanın şart olduğunu çocuğa yaşayarak göstermek gerekir. Çocuğunun tatminsizliğinden, açgözlülüğünden, uyumsuzluğundan, terbiyesizliğinden, vurdumduymazlığından veya tembelliğinden şikâyet eden anne ve baba, önce kendine bakmalı, bir de çocuğun içinde yaşadığı çevreyi gözden geçirmelidir.

Ne ekilirse o biçilir. Çocuk verileni alır, gördüklerini yaşar. Acı olan başka bir gerçek de, tarlayı boş bırakıp hiçbir şey ekmemektir. Boş bırakılan yerin bir şeylerle dolacağı unutulmamalıdır. Boş bırakırsanız, karaçalı dikenleri veya ısırgan otu gibi yabanî otlar ortalığı kaplayacaktır. Yerinde ve zamanında doğru rehberlik yapılmayan ve doğru rol model bulamayan çocuk da boş bırakılan tarla gibidir. Gelişmelerden sorumlu tutmak doğru olmayacaktır. Düzensiz bir ruhtan çıkan kötü davranışlar, çocuğun yetişmiş olduğu ortamın eseridir.

Toplu yaşama durumunda olan insanda topluluk bilincinin olması gereklidir. İnsan kendi dışındaki insanları da düşünmeli, onlar için iyi şeyler hissetmeli, onlara karşı özveride bulunabilmelidir. Davranışlar öğretilmekle değil, bilinçaltıyla ilgilidir. Bilinçaltı annenin hamilelik döneminde başlayıp içine doğulan toplumun etkileriyle gelişen bir durumdur. Toplumsal kurallar, gelenek ve görenekler bilinçle ilgilidir ve öğretilebilir.

Düzensiz bir ruhsal durumdan nükseden olumsuz davranışlar, çocuğun yetişmiş olduğu ortamın ürünüdür. Bu ortam anne, baba, kardeş ve yakın çevre olacağı gibi, arkadaşları ve öğretmenleri de olabilir. Davranışlar öğretilmemeli, yaşantı yoluyla gösterilmeli veya hissettirilmelidir. İyi bir gözlemci olan çocuk, gördüklerini iyi ya da kötü diye nitelemeden kopya eder; yaparak, yaşayarak, zamanla içselleştirerek yaşantısında aksettirir. Böylece kalıcı davranış kazanımı gerçekleşmiş olur.  Kendisine telkinde bulunan kimse yanlarında olmadığı zamanlarda her çocuk, genellikle iyi davranışlarda bulunur. Birbirleriyle ilişkilerinde olumsuz davranış sergilemez, birbirlerinin isteklerini dikkate alırlar.

Çocuğun yetişkin karşısındaki işlevini, eğitilmek ve itaat ettirmek olduğu gibi görmek yerine bu yanlış ve aşağılayıcı tavrın terk etmek, onları; arzu ve isteklerini, ihtiyaçlarını, hayâllerini ve yapmak istediklerini başkalarının desteğini alarak yapabilme gayreti içinde olmak olarak görmelidir. Çocuklar doğuştan iyi insanlardır. Onları kötü yapan, çevrenin bilinçsiz telkinleri ve olumsuz davranış modelleridir. Çocuklar genel olarak akıllı ve zeki insanlardır; kendi hâllerine bırakıldıkları veya uygun ortam bulduklarında yeteneklerini daha rahat ortaya çıkarır, kendilerini bulurlar.

Davranışı yönlendirmek

Yetişkinlerin yönlendirmesiyle kalıba giren çocuk, verileni alabildiği kadar alan, söyleneni becerebildiği kadar yapan bir model olmaya mahkûmdur ve hiçbir zaman kendi olamayacaktır. O, insandan öte bir robottur artık.

İletişimde olan insanların uyum içinde yaşamasının vazgeçilmez hasletleri, birbirlerini olduğu gibi kabullenmeleri ve anlayışla karşılamalarıdır. İnsanda bilinçli ya da bilinçsiz olarak başkalarının düşünce ve davranışlarına etki etmek, onları kendi düşüncesi doğrultusunda yönlendirmeye çalışmak gibi bir gayret vardır. Daha önce söylendiği gibi, çatışma, özgürlüğe inananlarla özgürlükleri baskı altına almaya çalışanlar arasında oluşan bir durumdur. Yetişkinler, küçük yaşlardaki insanların bilgi ve yaşam tecrübesi olmadığını düşünerek onları yönlendirmeye ve şekillendirmeye çalışırlar. Bunu yaparken her insanda güçlü bir bilinç ve düşünce sistemi olduğu göz ardı edilir.

Davranış kazandırma, eğitimin asıl işi olmalıdır. Bu da ceza ve mükâfatla gerçekleştirilemeyeceğine göre, kişinin istekli olmasını gerektirir. İstekli hâle gelmek, ihtiyaç duymak ve o işi sevmekle başlar. Gösterilen gayretle elde edilecek bilginin veya kazanılacak davranışların nerede ve nasıl kullanılacağı, ondan dolayı hayatının nasıl kolaylaşacağı gibi netîcelerin çocuğa hissettirilmesi gerekir. Çocuğa kazandırılacak davranışlarda, telkin etmekten çok, sergilenebilen tutumlarla ilgisini çekmeye çalışılmalıdır. Çocuğun davranışlarının geri plânındaki insanî yapı dikkate alınmalıdır.

İnsanların düşüncelerini ve davranışlarını etkilemenin bir diğer yolu olarak da, onlarla kabul edilebilir bir iletişim ortamı sağlanması ve uygun geri bildirimler verilmesidir. Yetişkinlerin istekleri doğrultusunda çocukları şekillendirmek yerine, onlara insan olduklarını hissettirerek ve ne yapılırsa yapılsın, yapılanın yararlarına olduğunu bilerek ve bildirerek işe koyulmalarını sağlamak gerekir. Çocuğa zorluklarla mücadele etme fırsatı verilmeli, aşırı koruyuculuktan imtina edilmelidir.

Davranışlarının arkasında karmaşık bir yapı (düşünce sistemi ve bilinç) olan insanı şartlandırma yoluyla eğitmek yerine, düşüncesini etkileyecek ve bilincini geliştirecek akılcı davranışlar sergilemek gerekir. İnsanlar, çevrelerinde olup bitenleri kendilerine göre algılar ve değerlendirirler.

Eğitim ile toplumsal ahlâksızlığın, suç oranının azaltılması/ortadan kaldırılması ve yoksulluğun giderilmesi beklenirken, eğitimli sayısı arttıkça suç oranı, ahlâksızlık ve yoksulluk da artmaktadır. Bu da yanlış giden bir şeyin olduğunu göstermektedir. Teorik bilgi verme noktasında kalan eğitim kurumları kuru bilgi yüklemekten ileriye geçememekte, bu kurumlar bilginin yaşanırlılığı yönünü eksik bıraktığı için de eğitim, davranışa dönüşememektedir. Yapılan eğitim, bireyin zihnine hitap etmediği, verilen bilgiler içselleştirilemediği için, eğitimden beklenen olumlu katkı yerini bulamamakta, aksine olumsuz olarak karşımıza çıkmaktadır.

Birey, bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmelidir.  “Bütün, parçaların toplamından fazla bir şeydir” teorisinden yola çıkılırsa, öğrencinin bedensel, zihinsel, estetik ve duygusal açıdan gelişiminin sağlanması önem kazanacaktır. Bu açıdan olaya yaklaşıldığında, eğitim ortamlarının çocuğu çok yönlü olarak ele alması ve geliştirmesi gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Duyguların bastırılması, kişinin sağlığını sıkıntıya sokar. Bastırılan duygular zamanla birikir ve önlenemez bir hâl alabilir. Beklenmeyen bir zamanda, umulmadık biçimde ve şiddette ortaya çıkabilir. Duygu sayesinde insan, yaşadığı hayatın tadına varır. Duyguları bastırmak yerine onları doğru yönetmenin önemini kavramak ve aşırılıkların önüne geçmektir aslolan. Duyguların açığa vurulmasına imkân verilmesi, kişinin enerjisini ve iyilik hâllerini de artıracak, hem bireysel, hem de toplumsal yaşamına olumlu katkı sağlayacaktır.

Çocuğun psikolojisini doğrudan etkileyecek şekilde şiddet uygulamak, kişiliğini eleştirmek, ceza vermek veya aşağılamak gibi davranışlar çocuğun gelişimine olumsuz etki yapar. Bu tutumlar çocukta, söylenenleri duymamayı ve acıları hissetmemeyi içselleştireceğinden, duygularının köreltilmesine de sebep olacaktır.   

Olumsuzluklar içindeki yaşanmışlıklar ortasında yetişen çocukların yetişkin hâle geldiklerinde işitmeyen kulaklara, hissetmeyen kalplere sahip insanlar olmaları kaçınılmazdır.

Duygu körelmesi insanı duyarsızlaştırır. Düşünceler ve davranışlar duygularla şekillenir. Duyguların düşüncelere, düşüncelerin davranışlara dönüşmesiyle kişisel karakter oluşur. Buradan da anlaşılmaktadır ki, insanın yönetim merkezini oluşturan beyin, kalp desteğini aldığı takdirde akıl ve duygu kaynaşması gerçekleşecek, böylece gelişim tamamlanacaktır.

Toplu yaşama durumunda olan insanoğlunun belli kurallara uyma zorunluluğu vardır. Dolayısıyla eğitimin çocuğu topluma kazandırma gibi bir amacı da olmalıdır. Anlamlı bir toplumsal değişimin oluşturulabilmesi, davranış eğitimiyle mümkündür. Davranış eğitimi bireyin, dolayısıyla ailenin, devamında da toplumsal yapının iyileştirilmesine katkı sağlayacaktır.