Darlık ve bereket

Her şey hakkında söylenmeyi bırakıp, eski insanların kanaatkâr ve sebatkâr duruşlarından ilhamla, sabah ezanında güne besmeleyle başlayacak bir zihniyeti ne zaman yaygın hâline getirirsek, o zaman bereketi ve huzuru da viral hâle evirebiliriz.

ÇOK sık duyduğumuz, bazen haklı, bazen de haksız bir serzeniş: “Esnaf kan ağlıyor!”

Bu söz kalıbını oldum olası sevmedim. Çünkü her duruma uyarlanabiliyor, her koşulda dile geliyor ve hiçbir ispat ve teyit beklentisi doğurmuyor.

Kuşkusuz tarihî bir dönüşümün tam vasatında artık dünya. Bütün odaklar yer değiştirmenin arefesinde. Salgının da bu süreçte büyük bir payı var kuşkusuz. Hem kıtalar boyu yayılan ekonomik çöküş, hem de değişen kuvvetler, salgınla birlikte bütün bilinenleri değiştirdi ve değiştirmeye devam ediyor. Meselâ Avrupa’nın bir şişme balon olduğu ayyuka çıkarken, Rusya, İsrail ve ABD’nin de her canı istediğinde bir ülkede iyi niyet görünümlü sömürü darbesi yapamadığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Denenmiş ama amaca ulaşamamış pek çok girişimden haberimiz var.

Ülkemiz, salgın ve ekonomik zelzeleler devri olan bu süreçte çok daha az hasarlı ve yüksek faydalı bir grafiğe sahip. Tabiî bu arada darbeyle yapamadığını avro/dolar üzerinden hâlletmeye çalışan devlet görünümlü örgütlerden de az çekmiyoruz.

Herkes bilir ki, bir Müslüman ülkede potansiyel arttıkça ve bir şeyler iyi gittikçe dış odaklar bütün ibreleri o yöne çevirir. Bu tarih boyunca böyle olmuştur. Ya iç ayaklanmalar ya da dış taarruzlarla, iyi giden her ne varsa, dibe çekilmeye çalışılır. Sıklıkla da başarı sağlanır. Çünkü bir ülkeye içten sızmak demek, o ülkeyi ayakta tutan payandaları temelden sarsmak demektir. Ama değişen ve dönüşen kuvvetler, artık bu süreç-sonuç ezberini de bozmak üzere… Doları yükseltip yerel para birimini değersizleştirerek hâlâ o ülkeyi çöküşe götüremedikleri sahneler izliyoruz.

Ama elbette geçici bir buhran yaşanmaması da mümkün değil. Yükselen fiyatlar, esnafı ve tüketiciyi hiç olmazsa zorluyor. Bu bir gerçek. Ama bu, bugünün sorunu. Ben kendimi bildim bileli bu memlekette belli başlı kalıp cümleler var:

“Esnaf kan ağlıyor.”

“Ne olacak bu memleketin hâli?”

“Geçinemiyoruz.”

Örnekler çoğaltılabilir… Ama hepimizin hayatında maddî açıdan zor süreçler vardır ve olacaktır. Fakat sürekli söylenen ve hiçbir durumda memnun olmayan insan tipolojisi daha çok bu yüzyılın işi. İnsanların kolay ve hazır bulma gayreti, zora ve sabır gerektiren durumlara karşı çok Pesimist bir tavır takınmalarını sağlıyor. Bu bir yandan Yaradan’a karşı daha az şükür ve çokça isyan olarak baş gösteriyor. Sanırım birtakım virüslerin ve onların varyantlarının salgın etkisinden daha fazla şükürsüzlük ve müşkülpesentlik hastalığı yayılımcı bir iktidar elde etmiş gibi duruyor.

Aslında artan imkânlar ve herkesin her şeye ulaşabilir bir uzaklıkta durması da bu memnuniyetsizliği doğuruyor. Ama yine de bu eğreti hâl üzere birkaç şey söylemeden geçemeyeceğim.

Her zaman dediğim gibi, her durumun bir gerçek mağdurları, bir de gerçek mağdurlardan daha fazla ağlayan memnuniyetsizleri vardır. İşte benim sözlerim de daha ziyade her duruma söylenen ve hiçbir şeyi takdir edemeyen insanlar için olacak.

Saat dokuz ondan önce dükkânını açmayıp Cuma vakti bile daha fazla kazanmak kaygısıyla ticarete ara vermeyerek terazinin dengesini kendi çıkarına göre ayarlayıp “Ne olacak bu memleketin hâli?” minvâlinde yergi soruları soranlar, bu memleketin zorluğa ve darlığa düştüğü her bir andan sorumlu olanlardır!

“Bereket” diye bir kavram var ki, bu ekonomik açılımlardan, piyasa dengelerinden, borsa verilerinden ve benzeri ne kadar malî dinamik varsa hepsinden çok daha etkindir. Fakat bereketin uğradığı hanelerde ve iş yerlerinde benzer birtakım ortak paydalar vardır:

Güne ve işe besmele ile başlanır.

Sabah namazıyla hayata dâhil olunur.

Az bulunca da şükredilir.

Zorluğa sabredilir.

Helâl kazanma yolunda sebat edilir.

Terazi asla çıkarına fazla tartmaz. Gerekirse kendi kesesinden eksiltir.

İşte ve tüm ilişkilerde cömertlik hâkimdir.

Devlete sövülmez, en fazla eleştirilir.

Bunlar, bir haneye bereket yağmasında olmazsa olmaz kıymetlerdir. Besmeleyle atılmayan hiçbir adımda ne kadar kazanıldığı bir anlam taşımaz. Çünkü bereket, ne kadar kazanıldığıyla değil, nasıl kazanıldığıyla ilgili bir kavramdır. Aynı gelir-gider düzeyinde iki aileden biri rahat bir yaşam sürerken biri darlık içinde olabilir.  

Bazen de maddî manevî dar süreçler insanın imtihanıdır. Zorluğa rağmen harama el uzatmamak, darlığa rağmen şükredebilmek gibi derin ve paha biçilmez anlamları vardır.

“En kötü malı en pahalıya nasıl satarım?” diye bütün zihnî kabiliyetlerini kullanırken şeytanla en akıl üstü anlaşmaları yapan bir esnaf, içine düştüğü buhrandan ne devletii ne de milleti sorumlu tutarak kurtulabilir!

Bazen de en dürüst, en emektar ve en imanlı kalbin aynı zorluğa düştüğüne denk geliriz. Ama çok büyük bir uçurum vardır iki olgu arasında. Biri ceza iken biri imtihandır. Zorluk derecesi aynı dahi olsa ceza olan bunu fark edemeyerek aynı isyankâr tabiatını sürdürürken, imtihandaki insan bunu keşfedecek ve daha hayırlı bir ömür sürmede bu zor durumu da kendi faydasına dönüştürecektir.

Her şey hakkında söylenmeyi bırakıp, eski insanların kanaatkâr ve sebatkâr duruşlarından ilhamla, sabah ezanında güne besmeleyle başlayacak bir zihniyeti ne zaman yaygın hâline getirirsek, o zaman bereketi ve huzuru da viral hâle evirebiliriz.