Darbelerin anatomisi (6): 22 Şubat Darbesi’ne giden yol

Millî irade neden gerçekleşmemişti? Çünkü onlar seçimi kaybetmişlerdi! Bu zihniyet bize hiç yabancı değil. Bugün de onların vârisleri tamamıyla aynı düşünceyi taşıyorlar. Millî iradenin tecelli etmiş olması için seçimi onların kazanmış olması şarttır. Aksi hâlde seçimde hile olmuştur, oylar çalınmıştır, makarna, kömür vesaire vesaire…

27 Mayıs İhtilâli’nin hazırlık safhasında en etkili rolü oynayan Kurmay Albay Talat Aydemir, darbe esnasında Kore’de görevli olduğu için darbe sonrasının görev paylaşımında yer alamamıştı. Eski arkadaşlarına yazdığı mektuplara da cevap alamadığı için üzgün ve kırgındı.

Acaba unutulmuş muydu?

“Unutulan bir şey var. İhtilâle karar verip hazırlanma safhası, teşkilâtlanma safhası… Acaba kimlere ait? Bu işin başlangıcı Mayıs 1960 mıdır? O safhaya gelinceye kadarki zaman üzerinden, o tehlikeli günlerde komiteyi kuran şahıslar üzerinden, komiteye sadâkatle hizmet edenlerin üzerinden sünger mi çekilecekti?”1 diye düşünüyor, bir an önce ülkeye dönmek için sabırsızlanıyordu.

Aydemir nihâyet, 8 Ağustos 1960 günü ülkesine döndü. Ankara’da eski arkadaşlarından beklediği ölçüde olmasa da gördüğü ilgi sayesinde ve Başbakanlık Müsteşarı Alpaslan Türkeş’in teklifiyle Kara Harp Okulu Komutanlığına atandı. Artık güçlü bir konuma gelmişti. Hemen kolları sıvadı ve ülkede yapılması gereken reformları havi etraflı bir plân hazırlayarak uygulanması için MBK üyelerine gönderdi.

Bu arada Aydemir, Komite’nin durumunu da inceler ve görür ki, Komite’de bir ahenksizlik vardır. “Ortada bir Türkeş muamması vardı. Başbakanlık Müsteşarlığı mâkâmını işgal etmesi herkesi ürkütüyordu. Çünkü orada Türkeş her şeye hâkim durumdaydı. İlerisi için tehlikeli olarak görülüyordu. Onun için arkadaşlarla görüşmelerde onun oradan uzaklaştırılmasına karar verildi”2 diyor Aydemir hatıratında.

Ve Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in, Kurmay Albay Sadi Koçaş tarafından ikna edilmesiyle birlikte Türkeş, müsteşarlık görevinden uzaklaştırıldı.

Komite içerisindeki fikir ayrılığı ve çekişmeler hâd safhaya ulaşınca, taraflar birbirlerini gözetlemeye ve birbirlerini tasfiye plânları düşünmeye başladılar. Bir gün Türkeş grubu (14’ler) bu konuyu görüşürken, tesadüfen yanlarına gelen Komite üyelerinden Osman Köksal’a da kendilerine katılması için teklifte bulunuyorlar. Osman Köksal hem teklifi reddediyor, hem de durumu karşı tarafa ihbar ediyor. Bunun üzerine Cemal Gürsel’in de bilgisi dâhilinde Ankara Örfi İdare Komutanı olan Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun yönetiminde uygulanan bir iç darbeyle Türkeş ve 13 arkadaşı, 13 Kasım 1960 sabahı yurtdışına sürgün edilmek sûretiyle tasfiye edildiler.

***

“14’ler” tasfiye edildikten sonra ortamın huzur bulması beklenirken tam tersi olmuş, Komite ve özellikle de Ordu içerisinde bölünmeler, hizipleşmeler daha da artmıştır. Geride kalan 23 Komite üyesi, gruplar hâlinde Ordu içerisinde kendilerine taraftar toplamaya çalışırken, Ordu içindeki Türkeş taraftarları da bir teşkilât kurma çabasına girmişlerdir.

Bu durum karşısında Talat Aydemir teşkilâtçı kimliğini bir kere daha ortaya koyarak olaylara müdahale etmeye karar verir. Kendisi bu durumu şöyle anlatıyor: “Ordu siyasetin içinde bocalamaya başlamıştı. İşte bu durum karşısında kendimi yine görevli hissettim. Ankara’daki arkadaşlarımla bir araya gelerek Ordu içinde bir parçalanmaya meydan vermemek ve Orduyu MBK’nin elinden kurtarmak için, ‘Silahlı Kuvvetler Birliği’ adını verdiğimiz teşkilâtı kurmak için çalışmalara başladık.”3

Netîcede Aydemir’in bir kısım Albay arkadaşıyla beraber yaptığı çalışmalar sonuç verdi ve 1961’in Nisan ayında, içerisinde bazı yüksek rütbeli komutanların da bulunduğu “Silahlı Kuvvetler Birliği”ni kurdular.

Sözde Orduda düzeni sağlama iddiasıyla kurulmuş olan bu teşkilâtta esas söz sahibi olan albaylar, generallere emirler vermekteydiler. Kendisi de bu teşkilâtın önde gelen bir üyesi olan Kurmay Albay Dündar Seyhan, bu durumu şöyle anlatıyor: “Bu teşkilâtın kuruluş özelliği, aşağıdan yukarıya doğru gelişmesi olmuştur. Kuvvet, güç, otorite ve idare aşağıdan yukarıya doğru baskısını duyurmaktadır... Hiyerarşik nizam anlayışına taban tabana zıt bu anormal teşebbüsün ileride büyük ihtilâflara yol açması mukadderdi.”4

Böyle bir güç ortaya çıkınca, bunun dışında kalan, başta Korgeneral Madanoğlu olmak üzere Komite’nin üyeleri çok rahatsız oldular ve bir cephe de onlar oluşturdular.

Bu defa da Ordu içinde bu iki grubun mücadelesi başladı.

***

14’lerin tasfiyesinde başrolü oynayan Ankara Sıkıyönetim Komutanı Madanoğlu, bu defa “Albaylar Cuntası” olarak da anılan bu birliği tasfiye etmek için harekete geçti. İlk iş olarak Genelkurmay Başkanı Sunay ve Devlet Başkanı Gürsel’e baskı yaparak karşıdakilerin en yüksek rütbelisi olan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İrfan Tansel’in yurtdışına tayinini çıkarttı ve arkasından Aydemir ve arkadaşlarını emekli ettirmek için bir liste hazırlattı.

Fakat Madanoğlu ava giderken avlandı. Durumdan haberdar olan Aydemir cephesi hemen atağa geçerek kuvvetlerini toplayıp bir ültimatom hazırlayarak bunu Komite’ye, Genelkurmay Başkanına ve Devlet Başkanına zorla kabul ettirdi. Buna göre İrfan Tansel’in tekrar eski görevinin başına dönmesi sağlandı, Kara ve Deniz Kuvvetleri Komutanları, Millî Savunma Bakanı dâhil birçok hasım subay emekliye sevk edildi, Cemal Madanoğlu ve yardımcısı Osman Köksal da görevlerinden uzaklaştırılarak Komite’deki görevlerine geri gönderildiler.

En önemlisi de, bundan böyle Silahlı Kuvvetler Birliği’nin haberi olmadan Ordudaki kilit görevlerde hiçbir değişiklik yapılamayacaktı.

Talat Aydemir bir arkadaşına yazdığı mektupta olayı şöyle anlatıyor: “İcraat tamamıyla bizim hâkimiyetimiz altında cereyan etti. Bu adamlar fazla inat etselerdi harekâta geçip ortalığı kana boyayacaktık… Ellerinden bir şey gelmedi… Dâvâmızı başta bulunan Genelkurmay Başkanına, Kuvvet Komutanlarına kabul ettirdik. Şimdi demir gibiyiz… Yedi Haziran’da Komite’ye bir ültimatom çektik, benim kalemimden çıktı… Hasta Devlet Reisine kabul ettirdik.”5

Bu, Ordu içinde ikinci darbedir!

***

Bütün bu olaylar olurken, ben, Harp Okulu’nun birinci sınıf öğrencisiydim. Talat Aydemir adında bir komutanımız olduğu söyleniyordu ama ne kendisini görüyor, ne de sesini işitiyorduk. Demek ki adamcağızın bizden daha önemli işleri varmış! Ayrıca bizim bu olanlardan hiç haberimiz yoktu.

Geçen haftaki yazımı, 15 Ekim 1961 Seçim sonuçlarının yeni bir darbeyi davet ettiğini yazarak bitirmiştim. Bu konuda darbecilerin gerçek lideri Talat Aydemir bakınız ne diyor: “Seçimler bilindiği gibi sonuçlanınca, millî iradenin tam olarak gerçekleşmediği inancına varmıştık.”6

Millî irade neden gerçekleşmemişti? Çünkü onlar seçimi kaybetmişlerdi!

Bu zihniyet bize hiç yabancı değil. Bugün de onların vârisleri tamamıyla aynı düşünceyi taşıyorlar. Millî iradenin tecelli etmiş olması için seçimi onların kazanmış olması şarttır. Aksi hâlde seçimde hile olmuştur, oylar çalınmıştır, makarna, kömür vesaire vesaire…

Neyse, geçelim…

***

Silahlı Kuvvetler mensupları seçim sonuçlarından hoşlanmamış olsalar da, onlardan bir kısmı verilen sözün tutularak idarenin devredilmesini savunurken, Talat Aydemir ve taraftarları ise seçimlerin derhâl iptalini, Milli Birlik Komitesi’nin ve siyâsî partilerin feshedilmesini talep ettiler. Bazı Havacı subaylar ise İnönü’ye bir şans verilmesini teklif ettiler. Bu subaylar esasen, baştan beri CHP ile devamlı ilişki içinde olan İnönücülerdi.

Ordu içinde bu gelişmeler olurken dışarısı da toz dumandı. “Bir kısım gazete ve dergiler sosyalist olduklarını haykırıyorlar, bazı gazeteler de 27 Mayıs öncesini yaratmaya çalışıyorlardı. Yeni partileri küçümseyen CHP’li partizanların seçim netîceleri ile gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Bunlar 27 Mayıs’ın bitmediğine ve yeni bir ihtilâl hazırlığına dair yaptıkları söz ve yayınlarla tahrikâta hız verdiler.

Zamanında DP iktidarını diktatörlükle suçlayıp demokrasi şampiyonluğu yapanlar, artık Türkiye’de parlamenter rejimin faydalı olmayacağını, demokrasiye paydos demek gerektiğini fütursuzca söylüyorlar ve âdeta bir diktatör bulmak için yola koyuluyorlardı. Bazı yazarlar zinde kuvvetlerin bu iş için hazır olduğunu, ancak bu şekilde huzura kavuşulacağını şamata ile ilân ediyorlardı”.7

 

Bu güruh demokrasiye ve “Kuyruklar” dedikleri Adalet Partililere karşı Orduyu kışkırtmak için ellerinden ne geliyorsa yaptılar. Bazen milletvekili maaşlarını yüksek olduğunu, bazen subay ve astsubay maaşlarının azlığını köpürttüler.

O sırada AP Zonguldak Milletvekili Nuri Beşer, onların eline şahane bir koz veriyor.

Anadolu Kulübü’nde yemek yediği sırada -muhtemelen de sarhoş iken- yan masada oturan emekli Subay Selahattin Babüroğlu’nun yanına giderek, “Ben muvazzaf bir subay arıyorum. Bulursam karısını, kızını düzerim. Subay karılarını ve kızlarını düzmek için bir cemiyet kurduk deyince, Babüroğlu’ndan iyi bir dayak yiyor ve sonrasında tahmin edilebileceği gibi linçe tâbi tutuluyor. Dokunulmazlığı kaldırılıyor, partisinden ihraç ediliyor, yargılanıp bir yıl dört ay hapis ve altı ay Tatvan’a sürgün cezasına mahkûm ediliyor. Gerçi olayın bazı şâhitleri gerçeğin öyle olmadığını söylemiş olsa da, o ortamda linçten kurtulması mümkün olmadı.

***

Evet, dışarısı “İhtilâl” diyor, içerisi “İhtilâl” diyordu. Milletin çoğunluğunu teşkil eden köylü ve kasabalı nüfusun ise olanları seyretmekten başka yapabildiği bir şey yoktu.

Bu bulanık havada, ülkeyi babalarının malı sayan 10 general ve 28 albay, 21 Ekim 1961 günü İstanbul’daki Balmumcu Çiftliği’nde bir toplantı yaparak “yol yakınken memleketin geleceği için idareye el konulmasına”, müdahalenin en geç 5 gün içerisinde gerçekleştirilmesine karar verdiler. Ertesi gün Ankara’da da, içlerinde Talat Aydemir’in de olduğu bir grup subay bir araya gelip İstanbul grubunun aldığı kararlara katıldılar.

Bu olaylardan haberdar olan Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, Kuvvet Komutanlarını ve diğer yüksek rütbeli generalleri toplayarak “Cemal Gürsel’i Cumhurbaşkanı, İsmet İnönü’yü de Başbakan yaparsak memleketin hâli düzelir” demek sûretiyle onları bu kararlarından vazgeçirdi. Arkasından da, siyâsî parti liderlerini Çankaya’da toplayarak Gürsel’in Cumhurbaşkanlığını ve İnönü’nün Başbakanlığını içeren bir protokolü onlara zorla imzalattı. Yalnız CKMP lideri Osman Bölükbaşı, baskıya rağmen protokolü imzalamadı!

Görüldüğü gibi, zorbalık sadece darbeciler için değil, herkes için en makbul iş görme metoduydu.

***

Bir de sorun vardı: Samsun Senatörü Ali Fuat Başgil, bazı AP’liler tarafından Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmişti.

Bu sorunu çözmek için kullanılacak metot aynıydı: Zorbalık!

MBK üyesi Tuğgeneral Sıtkı Ulay, Başgil’e giderek adaylıktan çekilmesini, çekilmediği takdirde Çubuk ilçesinin mezarlığında kendisi için bir mezar kazdırdıklarını söyleyerek adaylıktan istifasını sağladı.

25 Ekim 1961 günü ilk toplantısını yapan TBMM, “hür iradesiyle” Cemal Gürsel’i Cumhurbaşkanı seçti. O da İsmet İnönü’yü hükûmeti kurmakla görevlendirdi.

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ile AP Genel Başkanı emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala, bir sürü müzakere ve mücadeleden sonra ülkenin selâmeti için karşılıklı tavizler vererek İnönü’nün başkanlığında bir koalisyon hükûmeti kurmaya muvaffak oldular.

Demokratik sistem böylece “tıkır tıkır işliyordu” ama Albaylar kuşağı durumdan hiç memnun değildi. Darbeden vazgeçilmesi fena hâlde canlarını sıkmıştı. Koalisyon hükûmeti kurulup Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi’nin tekrar iktidara gelmesini ise hiç içlerine sindiremediler. “Düşükler iktidar olmuş, tekrar ihtilâl öncesine dönülmüştü”

Zaman ilerledikçe ülkenin iyiliği için İnönü’den beklenen “sihirli dokunuş” görülmeyince ümitler azalıyor, koalisyon ortağı olan AP’ye tavizler verilmesi de bilhassa genç subayların kanına dokunuyordu. Her geçen gün Ordu içinde yeni ihtilâl talepleri artıyordu.

Talat Aydemir’in görüşü de elbette ihtilâlden yanaydı. Kendisinden dinleyelim:

“Ortaya çıkan ihtilâl ihtimâlleri karşısında ben ve arkadaşlarıma bağlı genç kuşak olarak, en iyi hâl çâresi olarak kendimizin harekete geçmesini görüyorduk... Meclis’ten, puan hesabına göre hazırlanacak yeni bir seçim kanunu çıkartması ve kendisini feshetmesi istenecek. Bu sûretle memlekette aydın kitleyi tatmin edecek bir parlamento doğacak… Meclis kendini feshetmediği takdirde, silah kuvveti ile feshedilecektir ki Ordu mensupları bu ikinci hâl çâresini arzu etmektedirler.”8

Daha önce de söylemiştim; bunların iş görmede ellerinde iki enstrümanları vardır: Zorbalık ve sahtekârlık…

“Puan hesabına göre seçim kanunu”…

Bu ifadeyle ne denmek istendiğini anladık, değil mi?

Bunlar bugün de aynı kafada değiller mi? “Benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir mi olacak?” diyen hatunu ve “Esas olan aydınların, sanatçıların, yazarların oyudur, böceklerin (AK Parti’ye oy verenler) oylarının bir kıymet-i harbiyesi yoktur” diyen, soyadı “Genç” olan çokbilmiş köşe yazarını hatırladınız, değil mi?

***

Sivillerin de kışkırtmasıyla Ordu içinde yer yer ortaya çıkan ihtilâl hevesleri karşısında Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, toplantı üstüne toplantı yaparak bu hevesleri yatıştırmaya çalışıyor, bu meyanda herkesin de fikrini soruyordu. Bu cümleden olarak 19 Ocak 1962 günü Karargâh’ta, Ankara’daki bütün Kuvvet Komutanlarının, birlik komutanlarının, okul komutanlarının, kritik personelin bulunduğu takriben 70 kişinin katıldığı bir toplantı tertip etti. Konuşmasında gidişatın iyi olduğunu, İnönü’nün desteklenmesi gerektiğini belirttikten sonra herkese söz hakkı verdi. Büyük komutanların hiçbir fikir beyan etmediği toplantıda “Albaylar” sırayla söz aldı ve “seksen yaşındaki bir başbakandan bir şey beklenemeyeceğini” söyleyerek Sunay’a karşı çıktılar.

En sert konuşmayı yine Aydemir yaptı. “Ben sizi ikaz ediyorum. Orduda parçalanma vardır, alt kademenin tazyiki artmaktadır. Hiçbir komutan kuvvetine, birliğine tam mânâsıyla sahip değildir” dedikten sonra, Sunay’ın komutası altında hiyerarşik sisteme bağlı olarak bir ihtilâl yapılmasını teklif etti.

Sunay buna bağırarak şiddetle karşı çıktı. Toplantıyı kapatırken de, “Ben sizin adınıza İnönü’ye kendisini desteklediğinizi söyleyeceğim” dedi.9

Sunay’ın bu ifadesi üzerine Albaylar epeyce homurdandılar.

İhtilâlciler dur durak bilmiyordu. 9 Şubat 1962 günü İstanbul’da Balmumcu Çiftliği’nde, Vali Korgeneral Refik Tulga’nın başkanlığında 54 yüksek rütbeli subayın katıldığı bir toplantı yaptılar. Kemalizm doktrininin tatbiki ve reformlara girişmek için derhâl idareye el konulmasını, harekâtın, Genelkurmay Başkanının, o olmazsa ondan sonra gelen komutanın emrinde, hiyerarşi içerisinde yapılmasını içeren bir protokola imza attılar.

Olay Ankara’da duyulunca buna kuvvet komutanları, Sunay ve Havacılar kesinlikle karşı çıktılar. Bunun üzerine berikiler fren yapmak zorunda kaldılar.

***

Teşebbüsü Başbakan İsmet Paşa da duymuş, sorumluların cezalandırılmasını istemişti. Bunu duyan Aydemir, tayinlerinin veya emekliliklerinin an meselesi olduğuna inanarak, “Ne yapmak lâzımsa yapılmalı, netîceye ulaşılmalı” dedi.

Fakat ihtilâl taraflısı büyük rütbeli komutanlar Talat Aydemir’i arayarak kendi başına asla bir harekete girişmemesi için uyardılar. Hava Kuvvetleri Komutanlığı 19 Şubat’ta, ertesi gün de Kara Kuvvetleri Komutanlığı muhtemel bir darbeye karşı birliklerine alarm verdiler.

Herkes diken üstündeydi. Araya girenler oldu, Havacılarla Aydemir taraftarları bir araya getirilerek anlaşma sağlanarak gergin hava yumuşatılmaya çalışıldı. Sunay, Aydemir’i Genelkurmay’a çağırarak onu hesaba çektiyse de, Aydemir kesinlikle herhangi bir harekât niyetlerinin olmadığını söyledi. Fakat Sunay tatmin olmadı ve 21 Şubat gecesi Aydemir’le beraber kilit noktalarda bulunan diğer Albayları görevlerinden alarak tayinlerini doğudaki birliklere çıkardı. Ertesi gün de Aydemir’in hâricindekileri enterne ettirip tevkif ettirdi. Aydemir’i de karargâha çağırdı ise de, Aydemir durumdan şüphelenerek çağrıya uymadı. Arkadaşlarını aradı, onların tutuklanmış olduğunu öğrenince karar verdi ki, şayet şimdi harekete geçmezse bir daha buna asla imkân bulamayacaktı…

Harekâtı, nasip olursa gelecek hafta anlatacağım…

 

Talat Aydemir. Talat Aydemir’in Hatıraları. May Matbaası, Şubat 1968 İstanbl, s. 104.

A.g.e. s.64.

A.g.e. s.90.

Dündar Seyhan. Gölgedeki Adam. Nureddin Uycan Matbaası, 1966, s.137.

Talat Aydemir. A.g.e. s.93

A.g.e. s.104.

Can Kaya İsen. Geliyorum Diyen İhtilal. Tan Gazetesi Matbaası,1964, s.22-23.

Talat Aydemir. A.g.e. s.114.

A.g.e. s.116.