HER 27 Mayıs, sene-i devriyesinde o meşum 1960 Darbesi’ni hatırlatır. Ne olmuştu da Bakanlar ve Başbakan asılmıştı? Kimler yapmıştı darbeyi? İnönü neden “Sizi ben bile kurtaramam” demişti? Kimden kurtaramazdı? Menderes’in son sözü neden “Size kırgın değilim, arkanızda kimin olduğunu biliyorum” şeklindeydi? “Arkanızdakiler” diyerek kimleri kastetmişti? Millî Birlik Komitesi içinde idama karşı olanlar varken işin sonu nasıl idama varmıştı?
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “Soğuk Savaş” dönemi başlamıştı. Artık dünya çapında uzay araştırmalarında yarış başlamış, biyolojik savaşlar ve istihbarat muharebeleri gibi farklı kulvarlarda cepheler açılmıştı. Bu dönemde dünya, iki kutuplu bir hâle dönüşmüştü. Amerika kapitalizmin, Rusya komünizin merkezi olarak dünyayı paylaşmaya kalkışmıştı.
Kapitalist ve sosyalist bu iki gücün aralarında paylaştığı ve sömürdüğü ülkelerde kan ve kaos durmadı. Filler güreşti, çimler ezildi. “Büyük dilim senin mi olacak, benim mi olacak?” kavgasının arasında kalan ülkeler, daha fazla karışıklık yaşadılar. Kore ve Almanya ikiye bölündü ama Türkiye gibi sömürge yapmaya çalıştıkları ülkeler üzerinde bu iki güç hep gizli savaş hâlinde oldular. Emperyaller kendi çıkarları için o ülkelerde iç karışıklık çıkarmak, darbe yapmak ve ekonomik/ticarî baskı yapmak gibi ütün argümanları kullandılar. Darbeler, istihbarat savaşları, faili meçhul cinayetler ve devlet başkanlarına suikast dönemleri böylece başlamıştı.
27 Mayıs, kimine göre Türkiye’deki Avrasya-Rusya yanlılarının yaptığı darbe olarak nitelendirilir. Yıllar sonra bu darbe anlatılırken, “27 Mayıs darbesi ilk aşkımız” diyen zavallı garabetler dahi çıkacaktı.
Kimine göre Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk darbe, 27 Mayıs Darbesi’dir; kimine göre Osmanlı’daki “Kabakçı Mustafa Olayı” darbeler tarihinin başlangıcıdır. Bize göre ise darbeler tarihi daha eskiye, Yedikule Zindanlarında öldürülen Genç Osman’a dayanır. Farklı zamanlarda farklı saiklerle farklı kişiler tarafından yapılsa da darbelerin sonucu hep hezimettir.
Geçmişin çok kirli CHP!
CHP’nin “eşitlik ve özgürlük” gibi kavramlardan bahsetmesi çok ironik bir tablo çiziyor. Zira kurulduğu günden beri haksız ve hukuksuz uygulamaları ile tarihe geçti. Kurduğu İstiklâl Mahkemelerini ve astığı onca masumu unutturmaya çalışırken, CHP’nin listesine Bakan ve Başbakan asmak da eklenecekti. Bu yüzden “hukuk, adalet, özgürlük” kelimeleri CHP’ye beş beden büyük sözler.
27 Mayıs Darbesi’ni Rusya yanlıları yaptıysa, yeni kurulan CHP hükümetine ABD neden 34 milyon doları doğrudan hibe etmişti? İdama giden süreç, CHP’nin tahakkümünden bıkan halkın tek parti yönetiminden kurtulmak istemesi ile başladı. “Demokrat Parti” adı altında ikinci bir parti kuruldu. “Demokrat” kelimesini söyleyemeyen halk, bu fırkaya “Demir Kırat” ismini verecekti. Halk bu partiye canhıraş destek olacaktı ama silahla sandık başı bekleyen CHP, 1946’da “açık oy-gizli tasnif” yaparak seçimi Demir Kırat’a kazandırmamak üzere her yolu deneyecekti. Hatta, “Oyunuzu tayyare hırsızı Bayar’a değil, Atatürk’ün silah arkadaşı İnönü’ye vereceksiniz” diye seçmene baskı yapıyordu. Karşı cenah ise buna karşılık veriyordu. Osman Bölükbaşı, İsmet İnönü’ye “Kızıl Sultan” diyordu.
Demir Kırat dörtnala koşmaya başlamıştı. Hatta 1954’te Menderes, yüzde 56 oy ile kazanmıştı iktidarı. İlerlemeyi Batı desteği ile sürdüreceğini düşünen Demir Kırat, yüzünü Batı’ya dönüyor, “Truman Doktrini ve Marshall Plânı” kendisine cazip geliyordu. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Harry S. Truman’dan baraj inşaatı için ilk etapta 25 bin dolar alındı. Daha sonra Beyaz Saray’da Celal Bayar, Amerika ile el sıkışacaktı. CHP içindeki Rusya taraftarları bundan rahatsızlardı.
1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti’nin oy çokluğu ile iktidara gelmesi, Bağdat Paktı’nı kurması, halktan hüsn-ü kabul görmesi ve giderek güçlenmesi, birilerini fazlasıyla rahatsız etmişti. Bütün bunların üstüne Türkiye’de 1950 Haziran’ına kadar ezan Türkçe okunmuştu ve Menderes, ezanı aslına (Arapçaya) çevirmişti. İslâm’dan rahatsız oldukları için Arapçadan rahatsız olanlar bundan hiç hoşnut olmamışlardı. Üstelik Adnan Menderes, paraların üzerinden İnönü resmini çıkarttırmıştı. Menderes, İnönü için “İnönü hasta… Hastalığı, iktidar olma hastalığıdır” demişti. Menderes, CHP’nin mal varlığını “Haksız ve yolsuz bir şekilde kazandılar” diyerek Hazine’ye aktarmıştı. Bütün bunlar Menderes’i darağacına götüren görünür sebeplerdi ama asıl sebep başkaydı.
Gayrimeşru “bebek meselesi”, hediye edilen “köpek meselesi” veya Menderes’i asmak için Kırşehir’in ilçe yapılması gibi basit vaka-ı adiyeden konular bahane edilmişti. Bütün bunlar darağacının kurulmasına sebep gösterilmişti.
27 Mayıs Darbesi en başından itibaren menfur düşüncelerle başladı. Menderes ise her şeyden habersiz hâlde, ezilen ve patlama noktasına gelen halkın feryadını işitiyor, seçmenlerinin istediklerini yapmak için uğraşıyordu. Ezanı Arapça okutmak, bardağı taşıran son damla gibiydi. 27 Mayıs 1960 sabahında herkes Alpaslan Türkeş’in bildirisi ile darbeye uyanıyordu. Bu sefer CHP, Demokrat Parti’nin sermayesini CHP’ye aktarmaya başlamıştı. Menderes’in Yassıada günleri başlıyordu.
Menderes’in hapis hayatı bir yıla yakın sürdü. Gözaltındaki Başbakan’a aşağılayıcı muameleler had safhada idi. İdamla yükümlü Başbakan’a prostat muayenesi yaptıracak kadar kin güden CHP nereden besleniyordu peki?
CHP, sonunda Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’a idam gömleği giydirecek kadar ileri gidecekti. 17 Eylül 1961 sabahı Menderes, iki bakanı ile asılacaktı.
Türkiye’de bir Başbakan asıldı. 27 Mayıs Darbesi’nde sokaklara dökülenler, “Menderes gitsin” diyenler, yıllar sonra, “İyi bir şey yaptık zannediyorduk kime ve neye hizmet ettiğimizi bilmeden” diyeceklerdi. Menderes’i asmak için demokrasi çığlıkları atanların sesi, artık pişmanlık ağıtlarına dönüşmüştü. Ölen niye öldüğünü, öldüren niye öldürdüğünü bilmeden, hangi güdümün kumandasından çıkan emirle Türkiye, kaos içinde kalmıştı. Mesele, parti veya ülke yönetimi kavgasının çok fevkinde bir meseleydi.
Türkiye’de Amerikan piyonları defaatle darbe yapacaklardı ama 27 Mayıs biraz farklıydı. Asıl mesele şu idi: Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin kurucuları arasında olan Ahmet Emin Yalman’ın Hüseyin Üzmez tarafından vurulması, daha derin başka şeylerin olduğunun emaresi idi. Manda altında olmamızı savunan İngiliz Muhibbiler Derneği’nin üyeleri, daha sonra Amerika Muhibbilerine evirilmişlerdi. Bu kavga acaba Amerika yanlıları ile Rusya yanlıları arasında bir erk savaşı mıydı?
Bunun da ötesinde, Bağdat Paktı’na üye ülkelerde eş zamanlı ihtilâl, kaos ve cinayet olaylarına bakılınca, meselinin partiler arası rekabetten çok daha derin bir konu olduğu anlaşılacaktır. Yoksa CHP, dünya çapında kapışmanın küçük piyonu muydu?
27 Mayıs döneminde Balmumcu’da hapis yatan Kadir Mısıroğlu ile 2011 tarihinde darbeler hakkında yaptığım röportajda Mısıroğlu, “Rukiye Hanım, 27 Mayıs Darbesi, İslâm’ın bütün emarelerini bu topraklardan silmek isteyenlerin, dışarının kuklası olanların darbesidir” demişti.
Adnan Menderes’in ezanı Türkçeden Arapçaya çevirmesi bunları rahatsız etmişti ama bu, tali bir sebepti. Türkeş’in “NATO ve CENTO’ya bağlıyız” ifadesini vurgulayarak söylemesi, meselenin daha büyük çapta olduğunun bir nişanesi idi. Bağdat Paktı’nı kurmak kimin işine gelmedi ise, onların bu meşum olaydaki payını unutmamak da lâzımdır. Bir darbe komutanı CENTO’ya karşı darbe yaptıysa, neden “NATO’ya ve CENTO’ya bağlıyız” deme ihtiyacı hissetmişti ki? Kime iman tazeliyordu? Demek ki o zaman da at izi it izi karışmıştı.
Rusya’ya karşı güvenli koridor oluşturmak isteyen İngiltere ve ABD, evvelâ Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında, 8 Temmuz 1937 tarihinde Tahran’da bu ülkelere Sadabat Paktı’nı imzalattı. 2 Nisan 1954 günü Karaçi Antlaşması’nı, diğer adıyla Türkiye-Pakistan Dostane İş birliği Antlaşması’nı da imzalattılar. Amerika, Orta Doğu’da petrol ve ticaret yollarına sahip olmak için ve Sovyet yayılmacılığına karşı Bağdat Paktı’nı imzalatmıştı. Bu paktın ismi daha sonra CENTO (Central Treaty Organization) olacaktı.
“Bağdat Paktı ülkelerinde” eş zamanlı darbelerin, idamların ve ölümlerin yaşanması tesadüf olamazdı. Ne ilginçtir ki, “İran’ın petrolü İran’ındır” diyen İran Başbakanı Muhammed Musaddık, Amerikan ve İngiliz istihbarat örgütleriyle iş birliği yapan General Fazlullah Zâhidî’nin 20 Ağustos 1953’te düzenlediği bir hükümet darbesiyle düşürülecek, 21 Aralık 1953 tarihinde önce idam cezasına çarptırılacak, ardından da cezası üç yıl hapse çevrilmesine rağmen evinde ölü bulunacaktı.
Bu olayın dışında gibi duran Mısır’da ise birkaç yıl önce aynı senaryo sahnelenmişti. 23 Temmuz 1952 tarihinde, Mısır’da “Hür Subaylar” darbe yapacaklardı. Sabah saatler 06:00’ı gösterdiğinde General Necip, radyodan ordunun yönetime el koyduğunu duyuracaktı. Pakistan da yine aynı dönemde bir iç karışıklık yaşayacaktı. Irak’ın son Kralı İkinci Faysal, Menderes’ten iki yıl önce öldürülecekti. 1958’de Menderes, Irak Kralı İkinci Faysal’ı havaalanında beklediği sırada kendisi yerine İkinci Faysal’ın ölüm haberi gelecekti. Menderes o zaman anlamıştı kefen cepte ülke yönetmeyi.
27 Mayıs’ta kendilerince milliyetçi olanlar “Amerika-İngiltere üssü olmayacağız” derlerken, Avrasya-Rusyacılar ise “Pastayı bizimkiler kessin” diyorlardı. Dikkate değer bir husus şu ki, bu çark kendi piyonlarını sahaya sürüp işi bitikten sonra piyonlarını da yok etmeye ayarlıydı. Kiralık katili tutan eller, iş bitince kiralık katilden de kurtulmak ister. Nitekim Sivas Kabakyazı’daki toplama kampının acısını 14’lülerden çıkaracaklardı. Millî Birlik Komitesi’ne darbe yaptırıp, sonra onları da tek tek tasfiye yoluna gideceklerdi.
Darbe yıllarındaki gazetelere baktığımızda, resim biraz daha netleşiyor. 31 Mayıs 1960 tarihli Tercüman gazetesi manşeti şöyle: “Amerika, İngiltere, Fransa, Pakistan ve İran, yeni hükümetimizi tanıdıklarını dün resmen açıkladılar.”
Bu haberin hemen altındaki “Son Dakika” bölümü (Ankara, 31; hususi) şöyle: “Sabık Başvekil Menderes’in dün gece jilet isteği, intihar etmemesi için yerine getirilmedi.”
Aynı sayfanın altında başka bir haber: “Eski Dâhiliye Vekili Dr. Namık Gedik intihar etti. Menderes iktidarının kanun dışı icraatını soğukkanlılıkla tatbik ettiren Dr. Namık Gedik, dün pencereden kendini attı ve derhâl öldü.”
20 Temmuz 1960 tarihli Akşam gazetesinin manşeti: “Düşüklerin Yassıada’da yargılanması katileşti.”
4 Ağustos 1960 tarihli Akşam gazetesi manşeti: “İnkılâp mahkemeleri kuruluyor… Millî birlik ruhunu bozmaya matuf faaliyetleri önlemek için gereken yerlerde geniş yetkili mahkemeler kurulmasına dair tasarı Millî Birlik Komitesince kabul edilebilir.” (İstiklâl Mahkemelerinde olduğu gibi.)
4 Ağustos 1960 tarihli Akşam gazetesinin ilk sayfadaki haberi: “Amerika yeni hükümete 34 milyon dolar hibe etti.”
Darbeler altında devrim yapan adam
Bugün bile ülkemde, Avrasya-Rusya yanlısı olanlar sahada. Putin onlar kadar İslâm’dan nefret etmiyor. Kemalizm’in arkasına sığınıp İslâm’a veryansın eden bu güruhun atları şimdilerde tırıs gidiyor. O gün bugündür ne darbe bitiyor, ne kaos. Tâ ki son darbeye, Amerika ve İngiltere muhibbanı olanların 15 Temmuz’da sahaya inmesine kadar…
Erdoğan, beklediklerinden daha zeki ve daha ağır sıklet çıktı ve darbelere karşı 15 Temmuz’da devrim yaptı. Erdoğan, kefen giymenin, darağacı altında ülke yönetmenin ne demek olduğunu yakın tarihten biliyordu. Osmanlı’ya darbe yapan Kuleli’yi kapatıp Millî Güvenlik Üniversitesini açarak Askeriyeyi asıl sahibine yani halka teslim etti. Yılan çıyan besleyenlerin çanına ot tıkadı. Şunca yıllık şer odaklarına darağacı gölgesi altında kefen giyip mücadelesini verdi. Darbeler altında devrim yaptı. “İman dolu göğsün gibi serhaddin var” diyenleri haklı çıkardı.
“Yeter, söz milletin!”