Darbecilerin 21 Ekim Protokolü’nü siyâsî partilere dayatma isteği

Adalet Partisi’nin kurucu kurmaylarından Saadettin Bilgiç’e göre bu görüşmeye AP’li Gökhan Evliyaoğlu ile birlikte giden Başgil, böyle bir davete icabet etmekle baştan tarihî bir hatâya imza atmıştı. Sonradan çeşitli kaynaklara yansıyan bilgilere göre Sıtkı Ulay, tabanca ile Prof. Dr. Başgil’i ölümle tehdit etmişti. Bir başka kaynağa göre ise generaller, Profesör Ali Fuat Başgil’in başına silah dayayarak, “Bu işten vazgeçin! Aksi hâlde Etlik’te mezarınız hazır” demişlerdi.

BU yazımızda, 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin ardından darbecilerin siyâsî partilere yaptıkları dayatmaları ele alacağız…

Generaller 15 Ekim 1961’deki sonuçları beğenmiyor

27 Mayıs Darbesi ile Türkiye’de darbeler ve cuntalar dönemi başlamış ve uzun yıllar boyunca bu darbenin artçı sarsıntıları ülkemizi meşgul etmeye devam etmişti. 27 Mayıs Darbesi bir yılını doldurmadan yeni cuntalar kurulmaya başlamıştı.

CHP darbenin ardından yapılan 1961 Seçimlerinde beklenen oyu alamamış ve sandıktan Demokrat Parti’nin devamı sayılan Adalet Partisi (AP) çıkmıştı. Seçim sonuçlarını beğenmeyen generaller, “Bu Meclis’e iktidar devredilmez” diyerek yeniden ihtilâl yapma kararı almışlardı. “Silahlı Kuvvetler Birliği” isimli cunta, darbeye karar vermişti.

Oysa ordu daha 1 yıl önce müdahale etmiş, Başbakan Menderes asılalı 5 ay olmuştu. Lâkin seçimden yüzde 61’le sağ partiler önde çıkmıştı. Seçmen, darbeci generallere tepkisini sandıkta göstermişti.

27 Mayıs İhtilâli’nden sonra Silahlı Kuvvetler’de bir cunta kurulmuştu. Bu cunta, 10 general ve 28 albaydan oluşuyordu. Bunlar, daha önce kendi aralarında seçim sabahı iktidara kim gelirse gelsin, devleti hiçbir partiye teslim etmeyeceklerine dair karar almışlardı. Bu protokolün adı, “21 Ekim Protokolü” idi.

Protokole imza atanlar arasında Faruk Gürler, Faruk Güventürk, Refik Tulga, Namık Kemal Ersun, Suat Aktulga, Recai Baturalp, Vecihi Akın, Emin Aytekin, Fikret Köknar, Bedrettin Demirel gibi Genelkurmay Başkanlığı ve Ordu Komutanlığına kadar yükselen paşalar da vardı. Bu cunta mensupları, daha sonra kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdi (Akdoğan, 2011:198-199).

Seçim sonuçları Silahlı Kuvvetler Birliği içindeki şahinleri yeniden harekete geçmeye sevk etmişti. Albay Talat Aydemir ve arkadaşları seçim sonuçlarının “millî iradeyi tam olarak yansıtmadığını” iddia ediyor, seçim sonuçlarının tanınmaması gerektiği şeklinde uluorta açıklamalar yapıyorlardı.

Cuntacılar bu doğrultuda Türk siyâsî hayatına “21 Ekim Protokolü” olarak geçen bir bildiri yayınlamışlardı. Protokol, seçim sonuçlarının tanınmadığını, bütün siyâsî partilerin faaliyetten men edileceğini, bu duruma göz yuman Millî Birlik Komitesi’nin de gerekirse feshedileceğini ilân ediyordu.

Durumun vahametini gören Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, 23 Ekim’de dört kuvvet komutanının da içinde bulunduğu 24 general ile olağanüstü görüştü. Ardından 24 Ekim’de parti liderleri Çankaya Köşkü’nde, darbe lideri Orgeneral Cemal Gürsel başkanlığında bir araya getirildi.

Meşhur toplantının katılımcılarından General Muhsin Batur’a göre toplantının en önemli gündemi, “Meclis’in açılmasına müsaade edilmeli mi, edilmemeli mi?” konusuydu.

21 Ekim Protokolü’nün uygulanabileceğinin tehdidi altında parti liderleri Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanı, İnönü’nün ise Başbakan olması şeklinde silah zoruyla ikna edildiler. Böylece CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, 20 Kasım 1961 ilâ 20 Şubat 1965 tarihleri arasında silah zoruyla ülke yönetimini 4 yıl daha esir almış oluyordu.

Demokrat Partililerden sonra Adalet Partililer de aynı tuzağa düşmüş, ülkede demokrasinin serbest seçimlerin sonuçlarıyla tecelli edeceğine safça inanmışlardı. Hâlbuki bazılarına göre seçimle gelerek iktidarı alacağını ummak, sapık bir zihniyetti. Bu sapık zihniyetin 27 Mayıs sabahı başı ezilmişti. Artık dirilmesi mümkün değildi (Toker, 1992:41).

Metin Toker’e göre 1961 Seçimlerinden çıkan sonuç, 27 Mayıs’ın yanında olmaktan daha çok, karşısındadır. Ve bu yönüyle seçim sonuçları suçludur. Seçim sonrası oluşan Meclis’ten beklenen ilk iş olan Cumhurbaşkanlığı seçimini belirlemek için hazırlanmış belge, 21 Ekim (1961) tarihli Çankaya Protokolü idi. Cuntacılar, “21 Ekim Protokolü” denilen bu muhtırayı Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’a da imzalatmışlardı.

İkna olmaya yanaşmayan AP lideri emekli Genelkurmay Başkanı Ragıp Gümüşpala, yeni Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay tarafından “Madem partinin horozu sizsiniz, tavuklarınızı kanatlarınız altında tutun” (Mangırcı, 1999:60) şeklinde kabaca uyarılmıştı. Bedii Faik, bu vaziyeti şöyle anlatır: “Evet, övünüle övünüle, gerine gerine ilân edilip yapılmış bir seçimden tam altı gün sonra, Harp Akademisi’nde toplam 38 adet Silahlı Kuvvetler mensubu (10 general, 28 albay), o seçimi saymamaya karar veriyorlardı.” (Faik, 2003:93)

Ferruh Bozbeyli, generallerin o günlerdeki ruh hâllerini şöyle anlatıyor: “O dönem, ‘Bu seçim yanlış oldu, biz Halk Partisi kazanacak zannediyorduk. Adalet Partisi kazandı, yine bunlar söz sahibi. Seçimler olmamalıydı’ denilen bir dönemdi.” (Bozbeyli, 2009:137)

O günlerde dergi ve gazetelerin idarehaneleri, bazı subayların uğrak yeri olmuştu. Gazete idarelerini uğrak yeri yapmış bu subaylar bir yandan devlet yönetimi hakkında ne kadar bilgili olduklarını göstermeye çalışıyor, bir yandan da Adalet Partisi’nin her türlü icraatını “şımarıklık” olarak niteliyorlardı. Bu psikolojinin tesiriyle olacak “bir general, Adalet Partili bir senatörü tokatlamak” cüretini dahi göstermiş, siyâsilerin her türlü faaliyetini sürmanşet yapan basınsa bu olayı görmezden gelmiş, her şeye öfkelenen askerler de bu işe seyirci kalmışlardı.

Aynı günlerde basın, AP kurucularını Gürsel’in Cumhurbaşkanlığı ve İnönü’nün Başbakanlığı konusunda ikna etmeye çalışıyordu.

Çankaya Zirvesinde siyâsilere dayatılan bu iki husustan başka, DP’li yasaklıların affının istenmemesi, 27 Mayıs’ta emekli edilmiş subayların orduya dönmemesi ve 147’lerin üniversiteye dönmemesi şeklinde talepler mevcûttu.

Dönemin önemli aktörlerinden Prof. Dr. Ali Fuat Başgil de 15 Ekim seçimlerinin ardından cuntacıların seçimleri iptal etmeyi düşündüklerini, bunun hukukî altyapısını kurgulamak için Hukuk Fakültesi’nden bazı öğretim üyeleriyle görüştüklerini nakleder (Başgil, 1990:103).

Öte yandan aynı iktidar kavgasının değişik bir yansıması, Adalet Partisi içerisindeydi. Partinin Genel Başkanı Genelkurmay eski Başkanı Ragıp Gümüşpala bizzat Cumhurbaşkanı olmak istiyor, bunun için Prof. Dr. Ali Başgil’in önünü kesmeye çalışıyordu (Mangırcı, 1999:63).

Resmî ideolojinin yazarları da Adalet Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayı çıkarmasının önünü ısrarla kesmeye çalışıyorlardı. Falih Rıfkı Atay, “Bu sokak şirretleri, Şeyh Sait isyanıyla yapılanı yapmaya çalışıyorlar” şeklinde ağır ifadeler kullanırken, Aydın Yalçın da Öncü gazetesinde “‘İstediğimiz insanı Cumhurbaşkanı yaparız’ diyenlerin görüşleri sakattır” diye yazıyordu.

Kayseri Cezaevi’nde hapis yatan eski bir Cumhurbaşkanı’nın ailesine yazdığı mektupların dahi cezaevi savcısı tarafından ailesine gönderilmeyip iade edildiği (Bayar, 1999:18) bir Türkiye’de yaşanılıyordu henüz.

1961 Cumhurbaşkanlığı Seçimi

İşte bu şartlarda gerçekleşen seçimlerin ardından AP’nin kendi cumhurbaşkanını seçebileceği çoğunluğa ulaştığını gören darbeciler, AP’nin adayı Prof. Dr. Ali Fuat Başgil Hoca’yı kendilerine nokta hedef seçtiler.

Gürsel, her şeyi göze almıştı. Bazı dostlarına, “Beni cumhurbaşkanı seçmeyen Meclis’i dağıtırım, ordu her zaman emrimdedir!” (Erkanlı, 1972:152) açıklamasını yapmakta bir sakınca görmüyordu.

Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel, bir toplantıda şunları söylemişti: “Eğer Ali Fuat Başgil cumhurbaşkanı seçilirse, Çankaya Köşkü’ne ilk bombayı ben atarım.” (Tunçkanat, 27 Mayıs 1960 Devrimi, s. 457) (Ertunç, 2010:445)

Ülkede görünürde iktidar olan, “Millî Birlik Komitesi” idi. Ne var ki, iktidarın gerçek sahibi, Silahlı Kuvvetler Birliği adlı cuntaydı. Bunlar Gürsel’i Cumhurbaşkanı, İnönü’yü ise Başbakan yapmak istiyorlardı. Kurt politikacı İnönü ise, Cumhurbaşkanlığını kapabilmek için çeşitli plânlar ve kurgular peşindeydi.

Çankaya’da yapılan asker dayatması protokol AP içinde kavgaya sebep olmuştu. Bozbeyli bu kavgayı şöyle anlatıyor: “Ali Bozdoğanoğlu isimli bir Adana milletvekili vardı. Kürsüye çıktı. ‘Ben buraya asfalt yollardan, barajlardan geçerek geldim. Onun için korkmayın, cesur olun, aday olun. Keşke benim de sizin gibi mevkiim olsa da ben aday olsaydım’ diye bir konuşma yaptı. Gümüşpala kızdı. Kürsüye tekrar çıktı, ‘Ben söz verdim. İmza attım. Bütün parti liderlerini, İsmet Paşa, Osman Bölükbaşı, Alican da dâhil hepimizi Çankaya’da topladılar. ‘Cemal Gürsel’den başka bir aday göstermeyeceğiz’ diye imza verdik. Bizden imza istediler, verdik bu imzayı’ dedi. Grupta kıyamet koptu. Gümüşpala’ya bağırdılar, çağırdılar. Çok öfkelenmişlerdi…” (Bozbeyli, 2009:171)

Aynı günlerde basın da AP kurucularını Gürsel’in Cumhurbaşkanlığı ve İnönü’nün Başbakanlığı konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Darbecilerin ve CHP’li medyanın hep birlikte Cumhurbaşkanı yapmak istedikleri darbe lideri Cemal Gürsel’in sağlığı ise buna hiç müsait değildi.

Cihat Baban’ın Bakan olması münasebetiyle sıkça görüştüğü darbe lideri Gürsel, ciddî hasta idi. Bir tarafı hemen hemen hiç tutmayacak kadar felçli idi (Baban, 1970:243).

Buna rağmen yapılmak istenen; sürekli olarak sivil yönetimin bir askerle Çankaya’da bütünleşmesi, Türkiye’nin bu birleşmeden doğan yöntemlerle yönetilmesiydi (Arcayürek, 1985:110).

Sonuçta darbenin iki önemli kurmayı olan General Fahri Özdilek ve General Sıtkı Ulay, Türk siyâset tarihine kara bir leke olarak geçecek bir olaya imza attılar. İki kafadar general, Adalet Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayı Profesör Ali Fuat Başgil’i Başbakanlık binasına davet ederek onunla özel bir görüşme yaptılar. Demokrasinin üzerine gölge düşüren bu görüşme, daha sonra olayın kahramanları başta olmak üzere birçok kişi tarafından yazılarak anlatıldı.

Başgil’in anlatımına göre, General Sıtkı Ulay, önce Başgil’e Cumhurbaşkanlığına aday olup olmadığını sormuş, Başgil’den “Evet” cevabını alınca ipler birden kopmuştu. General Sıtkı Ulay, Başgil’e, “Adaylığınızı geri almanız gerekiyor. Gürsel Paşa’dan başkasının cumhurbaşkanı olmasına müsaade etmeyeceğiz. Bir cunta kurulmuştur. Bu, size söylediğimiz cuntanın bir tebliğidir. Kabul etmediğiniz takdirde parlamento dağıtılacaktır. Sizin de hayatınızı garanti edemeyiz” diyerek açıkça tehdit etmişti (Başgil, 1990: 98-99-100-101).

Adalet Partisi’nin kurucu kurmaylarından Saadettin Bilgiç’e göre bu görüşmeye AP’li Gökhan Evliyaoğlu ile birlikte giden Başgil, böyle bir davete icabet etmekle baştan tarihî bir hatâya imza atmıştı. Sonradan çeşitli kaynaklara yansıyan bilgilere göre Sıtkı Ulay, tabanca ile Prof. Dr. Başgil’i ölümle tehdit etmişti (Mangırcı, 1999:70).

Bir başka kaynağa göre ise generaller, Profesör Ali Fuat Başgil’in başına silah dayayarak, “Bu işten vazgeçin! Aksi hâlde Etlik’te mezarınız hazır” (Milliyet, 2010) demişlerdi.

Bir başka kaynağa göre iki general, emekli asker ve AP’nin kurucusu Şinasi Osma’yı da çağırarak konuya yaklaşım tarzlarını ona gösterdiler. General Sıtkı Ulay her zamanki üslûbuyla Şinasi Osma’ya, “Bana bak Şinasi, siz bizim tüfeği alıp dağa çıkmamızı mı istiyorsunuz?” (Öymen Ö., 1986:341) diye çıkışmıştı.

Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, bu talihsiz görüşmenin ardından, aynı gün önce AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala’yı, daha sonra da CKMP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı’nı ziyaret edip bilgi vermiş, bilâhare Samsun Senatörlüğünden istifa ederek ve Cumhurbaşkanlığı adaylığından geri çekilerek İstanbul’a geri dönmüştü. Böylece Cumhurbaşkanlığı mâkâmı Genelkurmay Başkanı’ndan sonra bir üst rütbe hâline gelmiş, Çankaya yolu önce General Cemal Gürsel’e, ondan sonra da General Cevdet Sunay’a açılmıştı.

Dinleyici localarının üniformalı subaylarca doldurulduğu, Adalet Partisi milletvekillerine parlamentoda ağır küfür ve hakaretlerin savrulduğu bir ortamda darbe lideri General Cemal Gürsel, Türkiye Cumhuriyeti’nin Dördüncü Cumhurbaşkanı seçildi. Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli, o tarihî günü şöyle anlatır:

“Darbeci General Cemal Gürsel, seçim günü Meclis’e Orgeneral elbisesiyle geldi.” (Bozbeyli, 2009:167)

“Dinleyici localarından bir subay, omuzlarındaki rütbeler de gözükecek şekilde sarkıp, ‘Ulan eşek oğlu eşekler’ diye bağırdılar bize oradan.” (Bozbeyli, 2009:175)

İşte bu şartlarda girilen seçimlerde Gürsel, 607 üyeden 434’ünün oyunu almış, 156 oy ise her şeye rağmen boş olarak atılmış, 17 üye de başkalarına oy vermişti. Muhalif Adalet Partisi’nin üye sayısının 229 olduğu parlamentodan, darbe liderine ancak bu kadar direnç çıkabilmişti.

Seçimin ardından, Tabiî Senatör olarak Meclis’e giren MBK üyeleri oldukça açık “kol bükme” manevralarıyla AP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ali Fuat Başgil’i adaylıktan vazgeçmeye ikna edip (!) Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamışlardı (Belge, 2011:630).

Darbe lideri Gürsel’in Meclis salonuna girmesi sırasında ayağa kalkmayan eski general ve yeni AP Senatörü Yusuf Demirdağ’ın, General Sıtkı Ulay tarafından “Kalk ulan ayağa!” diye tehdit edildiği bir ortamda ancak bu kadar demokrasi tecelli edebilmişti.

Seçimlerden 11 gün sonra siyâsî partilere dayatılan protokol icabınca Köşk’e, ihtilâlin lideri Cemal Gürsel yerleşti. İsmet İnönü’nün Başbakan olduğu CHP-AP koalisyon hükûmeti kuruldu. Ama bütün bunlar dahi ihtilâlcileri mutlu etmeye yetmedi.

 

Kaynaklar

Akdoğan Lütfü, (2011), Hatıralar, Ankara: Gazeteciler Cemiyeti Yayınları

Arcayürek Cüneyt, (1989), Darbeler ve Gizli Servisler, Ankara: Bilgi Yay.

Baban Cihat,(1970), Politika Galerisi, İstanbul: Remzi Kitabevi

Başgil Ali Fuat, (1990), Hatıralar, İstanbul: Boğaziçi Yay.

Bayar Celal, (1999), Kayseri Cezaevi Günlüğü, İstanbul: YKY Yay.

Belge Murat, (2011), Militarist Modernleşme, İstanbul, İletişim Yay.

Bozbeyli Ferruh, (2009), Yalnız Demokrat, İstanbul: Timaş Yayınları

Erkanlı Orhan, (1972), Anılar, Sorunlar, Sorumlular, İstanbul: Baha Matb.

Ertunç Ahmet Cemil, (2010), Cumhuriyetin Tarihi, İstanbul, Pınar Yay.

Faik Bedii,(2003), Matbuat Basın Derken Medya, Cilt:4, İstanbul: Doğan Kitap

Mangırcı Faruk, (1999), Çankaya Savaşları, Ankara: ?

Öymen Örsan, (1986),Bir İhtilal Daha Var, İstanbul: Milliyet Yay.

Toker Metin, (1992), İsmet Paşalı Yıllar, Ankara: Bilgi Yay.