Darbe

Açık olmayan, denetlenmeyen her teşekkül, toplumun geleceği için kuşku ve tehdit kaynağıdır. FETÖ tecrübesi artık hiçbir teşekkülün yalnızca hayır işiyle, kardeşlikle, hizmetle anılmasının mümkün olmayacağını göstermiştir.

15 Temmuz 2016 FETÖ darbesinin olduğu gece TBMM açılmış, iktidar ve muhalefet milletvekilleri toplanmış, parti temsilcileri çeşitli konuşmalar yapmıştır. Bir gün sonra, 16 Temmuz 2016’da ise AK Parti, CHP, MHP ve HDP temsilcileri ortak bildiri yayınlamış, “Dört parti grubu olarak aziz milletimizin kendisine, millî iradeye, devletimize, özellikle de millet iradesinin temsilcisi olan milletvekillerine ve Gazi Meclis’e yönelik 15 Temmuz gecesi başlatılan ve 16 Temmuz sabahı etkisiz hâle getirilen darbe girişimini ve Meclis’e yönelik saldırıları şiddetle kınıyoruz” açıklamasını yapmışlardır.

7 Ağustos 2016’da İstanbul Yenikapı’da düzenlenen darbe karşıtı mitingde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, MHP Genel Başkanı Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşarak, “darbeye karşı ortak bir tutum aldıklarını” belirtmişler, bu tutumlarını da “Yenikapı Ruhu” diye adlandırmışlardır. Takip eden yıllarda ise 15 Temmuz yıldönümü mitinglerine Cumhur İttifakı liderleri (Erdoğan, Bahçeli ve Destici) katılmış, muhalefet partilerinin liderleri katılmamıştır.

Özellikle CHP’nin liderlik ettiği muhalefet grubu, 20 Temmuz 2016’da ilân edilen OHAL (olağanüstü hâlyYönetimi) ve ardından çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile “demokrasiye karşı darbe yapıldığını ve bir OHAL rejiminin kurulduğunu” iddia etmiştir. Zaman içinde muhalefet sözcüleri münasebet düştükçe “15 Temmuz darbesinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından düzenlenmiş bir tiyatro, bir kurgu” olduğunu iddia etmişlerdir. 20 Temmuz’da OHAL ilân edilmesini “demokrasi dışı bir rejim” olarak gören muhalefetin, CHP liderinin nasıl olup da 18 gün sonra, 7 Ağustos 2016’da Yenikapı’da düzenlenen mitinge katılmış olduğunu hiçbir zaman açıklamamışlardır. Böylece 15 Temmuz darbe girişimine karşı iktidar ve muhalefet (Cumhur ve Millet İttifakları) arasında temelli bir görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır.

Darbenin altıncı yıl dönümünde (15 Temmuz 2022’de) TBMM’de düzenlenen toplantıya CHP adına kimse katılmamıştır. CHP lideri KHK ile görevlerine son verilmiş olanların haklarının geri verileceğini (26 Ağustos 2021, Sözcü gazetesi) açıklamış, tahliye edilen Harp Okulu öğrencilerinden biri ile Kılıçdaroğlu’nun (30 Haziran 2022, Yeni Şafak gazetesi) görüşmesi, iktidar ve muhalefetin 15 Temmuz darbe girişimine karşı görüş ayrılığından öteye muhalefetin giderek daha çok darbecilerin yanında, FETÖ’nün yanında yer aldığını göstermesi bakımından önemlidir.

İktidar sözcüleri, 17/25 Aralık 2013 adlî darbe girişimi ve 15 Temmuz askerî darbe girişiminden sonra CHP yönetiminin FETÖ’cüleri kayıran açıklamalarını hatırlatırken, CHP sözcüleri ise iktidarın 17 Aralık 2013 öncesinde FETÖ hakkındaki görüşlerini hatırlatmaya devam etmiştir.

Muhalefet eskiden beri özellikle başarılı olan darbecilerle yakın olmuştur. 27 Mayıs, 12 Mart, 28 Şubat darbeleri ile CHP aynı safta olduğunu açıklamıştır. 15 Temmuz darbesine karşı CHP yönetimi önce itiraz etmiş, kısa bir süre sonra fikir değiştirerek aslında darbenin olmadığını, OHAL yönetimi için bir tiyatronun oynandığını söylemiş, nihayet FETÖ ile bağlantılarından dolayı KHK ile işlerine son verilenlerin görevlerine iade edileceklerini söyleyerek doğrudan darbecilerin yanında yer almıştır.

Darbe gecesinde ve 7 Ağustos 2016’daki Yenikapı mitinginde darbecilere karşı olan CHP’nin sonradan yavaş yavaş saf değiştirerek FETÖ’cüleri savunması ve iktidara geldiklerinde görevlerinden atılmış olanları görevlerine iade edeceklerini vaat etmesi, yalnızca CHP’nin siyâsî bir kararı olabilir mi? Görünen odur ki, CHP’yi aşan bir irade, CHP’nin safını değiştirerek darbecilerin/FETÖ’cülerin yanında yer almasını temin etmiştir.

Oysa 15 Temmuz darbe girişimi, önceki darbelerden mahiyet itibarı ile farklıdır. En önemlisi, darbeye karşı askerî birliklerin, polis kuvvetlerinin ve sivil halkın ortak direnişi ile darbenin püskürtülmesidir. Çünkü Osmanlı döneminden başlayarak Yeniçeri İsyanları gibi darbelerin sonunda padişahlar öldürülmüş (Genç Osman, Üçüncü Selim, Abdülaziz gibi) veya tahtlarından alaşağı edilmişken (Üçüncü Ahmed ve İkinci Abdülhamid gibi), Cumhuriyet döneminde seçilmiş iktidarlara karşı askerler eliyle yapılagelen darbelere karşı bir halk direnişi hiç olmamıştır. 15 Temmuz darbesinde ise ilk defa bir halk direnişi olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halkı direnmeye çağırması, haberleşme araçlarının çok etkili bir şekilde kullanılması, bu direnmeyi tayin eden önemli nedenlerdir.

Doğrudan sivil halka karşı top, tank, uçaklar ve uzun menzilli silahlar ile yapılan ateşlerin sonunda, darbe gecesindeki olaylara bakıldığında Ankara’da 150, İstanbul’da 99 ve Muğla’da 2 kişi (toplam 251) darbeciler tarafından katledilmiş, 2 bin 196 kişi ise sakatlanmış veya yaralanmıştır. Diğer darbelerde görülmeyen bir katliamdır bu.

Şunu da teslim etmeli ki, eğer diğer darbelere karşı da bir direniş olsaydı, muhtemelen benzeri bir katliam o darbelerde de olurdu. Ancak önceki darbelere karşı direniş olmadığından, katliam da olmamıştır.

Uzun yıllar kendisini hoşgörü edebiyatı, dinler arası diyalog ve muhabbet fedaisi olmak gibi hikâyelerle gizleyen FETÖ’nün, Türk halkına karşı oldukça barbar ve acımasız davrandığı görülmüştür.

Darbeden altı yıl sonra, İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’nun iddiasına göre, 125 bin kişi kamu görevinden atılmış, çok sayıda okul, dershane, üniversite ve ticarî şirket kapatılmış, buralardan mezun olanların mezuniyeti geçersiz sayılmış, bu yüzden yaklaşık 250 bin kişi yaptırıma maruz kalmış, 2016-2019 arasında 1 milyon 367 bin kişi terör soruşturmasından geçirilmiştir. Yeneroğlu örneğinde görüldüğü gibi, darbecilerin katlettiği, sakat bıraktığı ya da yaraladığı insanların durumları değerlendirme dışı tutulurken, darbe nedeniyle yaptırıma maruz kalanların öne çıkarılması, haksızlığa uğratıldıkları iddiasının ispatı olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Darbe suçuna katılmış olanların cezalandırılması, hukuk dışı bir eylem olarak gösterilmektedir.

***

Bir askerî darbe ilk defa halk tarafından püskürtüldü. Bunun sonucu olarak darbecilerin önemli bir kısmı Yunanistan, Almanya, Fransa ve ABD gibi ülkelere kaçtı. Adı geçen ülkeler hiçbir darbeciyi Türkiye’ye teslim etmemiştir. Buna karşılık, darbecilere uygulanan yaptırımları ve yargılamaları eleştiri konusu yapmaya, itibarsızlaştırmaya ve nihayet etkisizleştirmeye çalışmışlardır. Demokrasinin tarafı sayılan ülkeler, Türkiye’de demokrasiye karşı darbe yapanları korumuş, Türkiye’ye teslim etmemişlerdir. Böylece Türkiye’de darbe yapmaya kalkışanların adı geçen ülkelerin adamları oldukları görüşü kuvvetlenmiştir. Türkiye’deki darbeler çoğunlukla ABD istihbaratı tarafından ve Türk halkının seçtiklerine karşı düzenlenmiştir. Hiçbir darbe yalnızca darbe heveslilerinin iktidar hırsından ibaret değildir. Mutlaka darbeyi düzenleyen ve destekleyen ABD gibi ülkelerin menfaatleri doğrultusunda işlenen cürümlerdir. Bu kural FETÖ darbesi için de geçerlidir.

Eğer darbe başarılı olsaydı Türkiye’deki idarî yapı yeniden eski, işe yaramaz, sorun çözemez ve aksine sorun çıkaran şekline dönüştürüleceği gibi, ABD’nin, İsrail’in istekleri doğrultusunda yeni bir Orta Doğu haritası da çizilmiş olacaktı. FETÖ’ye karşı olan geniş halk kesimlerinin canına okunacaktı. Bu yüzden FETÖ darbesini yalnızca Türkiye’deki siyâsî iktidara karşı işlenmiş bir suç olarak görmek yetersiz ve hatalıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, FETÖ soruşturmaları için 17/25 Aralık 2013 tarihini milât ilân etmiştir. Ancak uygulamada bu milâda dikkat edilmemiştir. Bülent Arınç, Sadullah Ergin, Hüseyin Çelik, Ali Fuat Taşkesenli gibi kimseleri kapsamayan FETÖ soruşturmasının maşeri vicdanda yol açtığı hasarlar siyâsî tartışmaların içinde boğulmuştur. Böylece FETÖ yargılamalarına ve adalete şüphe karışmıştır.

Bütün bunlara rağmen devlet kurumlarından FETÖ olabildiğince temizlenmiştir. Türk halkına yapılan en büyük iyilik, FETÖ’nün devlet kurumlarından temizlenmesidir. Toplum nezdinde FETÖ’nün dış bağlantıları ve içeride işlediği katliamlar, cürümler, sahtekârlıklar nedeniyle aşağılık yeri ayan beyan ortaya konulmuştur.

Darbeden dokuz ay sonra, 16 Nisan 2017’de yapılan referandum ile Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin kurulmasını “OHAL ortamında olmuştur” diye şüpheli hâle getirme çabası devam etmektedir (Taha Akyol, 17 Temmuz 2022). Bu iddia yersizdir. Çünkü referandum öncesinde iktidar ve muhalefet partileri kendi görüşleri doğrultusunda, özgür bir ortamda halka çağrıda bulunmuşlar ve sonunda Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi halkın onayını almıştır.

CHP’nin tek parti döneminde yalnızca bir kişinin isteği doğrultusunda yapılan düzenlemeleri yüz yıl sonra kanun zoruyla korumaya çalışıp bu konuda halkın görüşünü almayanların 16 Nisan 2017 referandumuna şaibe bulaştırma çabası, aslında halkın kararına karşı sinsice işlenen bir suçtur, halkın kararını geçersiz sayma çabasıdır.

Darbenin üzerinden altı yıl geçtikten ve muhalefetin daha çok ve açıktan darbecileri sahiplenmeye başlamasından sonra bu tür darbelere yol açan nedenlerin engellenmesi için fazla bir şeyin yapılmadığı görüşü kuvvetlenmiştir. Gücün insanları yoldan çıkaran bir özelliğinin olduğu görülmüştür.

***

Darbeden sonra TSK’da görevli 320 generalin yarısı doğrudan ya da dolaylı olarak FETÖ’cü olmak suçundan dolayı tutuklanmış, TSK’dan çıkarılmıştır. Bu çok büyük bir sayıdır. Hatta darbenin beş on yıl geciktirilmesi hâlinde TSK’da FETÖ’cü olmayan general belki de olmayacaktı. ABD’nin istekleri doğrultusunda FETÖ darbesi için acele edilmesi, Türkiye’yi böyle bir sonuçtan korumuştur.

Kayda değer bir özelliği olmayan ilkokul mezunu birine (Fetüllah Gülen’e) yüzlerce generalin, on binlerce subay ve astsubayın kayıtsız şartsız itaat etmesi çok önemli bir olaydır. Yoldan çıkarıcı bir sonuçtur.

Bugün devlet kurumlarında ayrıcalıklı muamele gören dinî hiziplerin, cemaatlerin, tarikatların yarın öbür gün benzeri bir işi yapmayacaklarının garantisi yoktur. 15 Temmuz darbe gecesinde bazı tarikat gruplarının sokaklara çıkıp darbeye karşı direnmesi bu gerçeği değiştirir mi? Aynı tarikatın şeyhine vazifeli generallerin yarısı kayıtsız şartsız itaat edip bağlanmış olsaydı, şeyh efendi neden iktidar olmasın? Neden iktidarın ortağı olmasın?

Açık olmayan, denetlenmeyen her teşekkül, toplumun geleceği için kuşku ve tehdit kaynağıdır. FETÖ tecrübesi artık hiçbir teşekkülün yalnızca hayır işiyle, kardeşlikle, hizmetle anılmasının mümkün olmayacağını göstermiştir.