Danıştay’a her danıştığımızda farklı bir tablo çıkıyor karşımıza!

Devlet Bahçeli şu soruları sormalıdır kendi kendine: “Ben andın yazarı Reşit Galip ile aynı kulvarda mıyım? İstiklâl Mahkemeleri savcısı olarak verdiği mücadeleyi savunabilir miyim? Ezanı Türkçeye çevirmiş olan birinin, tamamen siyâsî saiklerle kaleme aldığı belli olan bir metne koşulsuz destek verebilir miyim?”

ÖĞRENCİ Andı’nın kaldırılması ve nişanlar üzerindeki değişiklik bahanesiyle bir bardak suda fırtınalar koparılmaya çalışılıyor. Görünen o ki, bu fırtınadan Cumhur İttifakı da etkilenmiş ve aykırı fikirler ortaya çıkmış durumda. 2018’de iptal edilen yönetmelikten sonra Danıştay’ı yere göğe sığdıramayanlar, bugün ise neredeyse ihanetle suçluyorlar.

Zannedersiniz ki, şu üç nişanda da daha önceleri Atatürk kabartmaları vardı da bu hükûmet geldi, hepsini kaldırdı. Zannedersiniz ki, üzerindeki “T.C.” ibareleri kaldırılınca Türkiye Cumhuriyeti’nin değişmez tek sembolü olan Türk bayrağı anlamsızlaştı. Sadece AK Parti Hükûmeti değiştirdi diye karşı çıktıkları kabartma meselesindeki tavır 1988’e kadar zaten hiçbir madalya ve nişanda olmayan bir figür için. Ne oldu şimdi, onlarca madalya ve nişanda olmadığı hâlde 1988’de yürürlüğe giren Devlet Nişanı’ndaki kabartma kalktı diye Atatürk’ün ruhu mu incindi? Öyle ise, AK Parti’den önceki 80 yıl boyunca, İstiklâl Madalyası dâhil onlarca madalyaya o kabartmayı koymayanlar utansın!

Neyse ki Cumhur’un bu konuda medyaya yansıyan büyük bir fikir ayrılığı yaşadığını söyleyemeyiz. Bu arada Davutoğlu ve Karamollaoğlu’nun destek açıklamaları da hem şaşırtıcı, hem de takdire şayan…

Öğrenci Andı konusunda ise MHP ve AK Parti’nin ayrışması çok net olarak duruyor önümüzde. Sesini yükseltmeden çekincelerini bildirdiği konuların aksine, 2013’teki yönetmelik değişikliği ile ilkokullarda okutulmasından vazgeçilen Öğrenci Andı üzerindeki hassasiyetini sürdürüyor MHP ve Bahçeli. Konu onlar için o kadar hassas ki CHP’den daha sert eleştiri getirmekten bile çekinmiyorlar.

Daha önce yazmıştım, AK Parti için mesele, andın içinde geçen “Türk” ifadesi değil. Zira oradaki “Türk”, bir ırkı değil, vatandaşlık bağı ile Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı olan herkesi anlatıyor. Yani merhum Erbakan ile Sayın Erdoğan’ın zahirî itirazının aynı olmadığını düşünüyorum. Bence, siyâsetçi sıfatıyla devlete yön vermiş birinin üzerine yemin etme zorunluluğu, farklı siyâsî görüşleri yok saymak anlamını taşıyor.

Bugün, kurduğu partinin bile hedefleri, hatta icraatı M. Kemal’in koyduğu kurallar ile örtüşmezken, dünya görüşü tamamen farklı olan siyâsî partilerin, yeni nesillerin onun üzerine yemin etmesinden, kurduğu siyâsî sistemin izinde yürümesinden rahatsız olmasından daha tabiî bir durum olamaz. Devlet Bahçeli şu soruları sormalıdır kendi kendine: “Ben andın yazarı Reşit Galip ile aynı kulvarda mıyım? İstiklâl Mahkemeleri savcısı olarak verdiği mücadeleyi savunabilir miyim? Ezanı Türkçeye çevirmiş olan birinin, tamamen siyâsî saiklerle kaleme aldığı belli olan bir metne koşulsuz destek verebilir miyim?”

Bence bu soruların cevabı, Bahçeli açısından “Hayır” olmalıdır. Ancak, eğer bu soruların her birine “Evet” diyebiliyorsa, o zaman da sorulması gereken soru, “1933’teki ilk metnin mi, 1972’deki darbe metninin mi, yoksa 1997’de 28 Şubatçıların hazırladığı son hâlinin mi okunmasını istersiniz?” şeklinde olabilir.

Görüldüğü gibi, siyâsî şartlara ve hatta siyâsete yön verenlerin şahsî emellerine göre güncellenmiş metinler var hafızalarımızda. Ama ikisi de 1933’teki andın yeni versiyonu sayılamaz. Zira ilk metin, içinde geçen “budun” kelimesinden dolayı hem daha ırk merkezli, hem de bir yeminden ziyade ahlâkî yol haritası niteliğinde.

Aralık 2018 tarihli Haber Ajanda’nın 145’inci sayısında yazmıştım; 1933 metni, beni en az rahatsız eden metindir. Ne mutlu ki Öğrenci Andı’nın peşinde koşanlardan bir aklıselim çıktı sonunda!

BBP Genel Başkanı Mustafa Destici. “Andımıza sahip çıkıyoruz” dedikten sonra, “1933’te Atatürk’ün okuttuğu şekliyle olan kısmına sahip çıkıyoruz” diye de ekledi. Muhalefetten değil ama Devlet Bahçeli’den de beklentimiz, en azından bu yönde bir açıklama aslında. Hem sahi, bu and bu kadar önemli de neden sadece ilkokulda okutuyoruz?

Hani çocuklarımıza millî değerleri veriyormuş ya, birisi de çıkıp, “İlk ve orta dereceli okulların tamamında okutulmalı” deseydi ya bugüne kadar. Millî olmamakla suçladığınız ve “Zillet” adını taktığınız ittifakın bileşenleri de okudular bu andı ama gördüğünüz gibi olmayınca olmuyor!

Hepsini geçtim, bu Kur’ân ayeti mi ki kalkmasından rahatsız oldunuz, Ata’nızın sözü mü ki duymamak sizi bu kadar rahatsız etti? Değiştirilmiş metinler için söylüyorum, kimin kaleme aldığı bile belli olmayan bir yemini, sadece içinde “Ey ulu/büyük Atatürk!” ifadesi geçtiği için savunma hakkını hangi siyâsî sebeplere dayandırabiliyorsunuz? İyi o zaman, FETÖ’nün Pensilvanya imamı da çıksın, bir Atatürk güzellemesi yapsın, biz de bağrımıza basalım! Ama iş öyle değil Sayın Bahçeli! İçinde her “Atatürk” geçen metni Allâh’ın ayeti gibi vazgeçilemez görürseniz, içinde “İşte bugün bir meclis kuruldu/ Sonra hemen padişah kovuldu” mısraları da geçen 23 Nisan şiirini de savunmak zorunda kalırsınız. İşte o zaman da ne partinizle özdeşleşmiş Osmanlı mirası Mehter Marşı anlamlı olur, ne de sahiplendiğiniz üç hilâl.