REİS, istiklâl ve
istikbâlin yanına istihsâli de ekledi.
Ağırlıklı
faaliyetimiz tüketmek olmasın, bolca üretelim, satalım ve hak ettiğimiz şekilde
güçlenelim.
İstikrar
için hepsi gerekli. İstikrar da onlar için…
İnişli
çıkışlı, ne zaman ne olacağı bilinmeyen bir kalkınma yerine, düzenli ve ahenkli
bir ilerlemedir arzumuz.
Bir
vakitler “Toplu iğneyi bile üretemiyoruz” diye şikâyet edenler, bugün neler
ürettiğimize baksınlar.
Milletimizi
beceriksiz, bir işten anlamaz, gelişmeye kapalı zannedip öyle göstermeye
çalışanları, tahkir etmek için fırsat kollayanları, bir yerde yakalayıp
saydırmalı.
“Say
bakalım neler üretiyoruz, dışarıya neler satıyoruz?”
Emin
olun, sayamazlar!
“Aç
telefonunu, internete danış” diye yol göstersek, yine istenen cevabı
bulamazlar. Çünkü içlerinden gelmez. Geri kalmışlığı kabullenmiş, az
gelişmişliği elbise gibi üzerine giymeyi seçmişlerdir. Gelişmeleri görmez,
görse bile hazmedemezler.
Ya
da hazmedemedikleri için görmezler, bilmezler ve yok sayarlar. Fırsat
buldukları zaman da kıyıda köşede yahut meydanda hiç tereddütsüz, hiç utanmadan
aleyhte konuşmaya, atıp tutmaya devam ederler.
Etsinler.
Ziyanı yok.
Herkesin
yolu kendine. Dini de, yolu da öyle...
“Lekum dinukum ve liye din.”
Biz işimize bakalım.
İstanbul’un
başkanı olarak yola çıkan sevgili Reis’in gayretleri, karşılık buldu,
milletimiz takdir etti ve Allah’ın izniyle bugünlere geldik. Bundan sonra da
aynı şekilde devam etmek nasip olsun inşallah!
Daha
çok yolumuz var. Bazı yerde emin adımlarla yürümek, bazı yerde heyecanla ve
şevkle koşmak zorundayız.
Bilmek
gerekir ki, hiçbir emek zayi olmaz. Gayret gösteren, mutlaka bir şekilde
karşılığını alır.
Seçilen
bu kelimelerin karşılıklarına beraberce bakmak iyi olur diye düşündüm.
Bazılarının yanına parantez açma gereği de duydum.
*
İstiklâl: Bağımsızlık.
(Biz bunun için
canımızı vermeye hazır olanlarız. Şehitlerimize gıpta edenlerdeniz. Yanına
herhangi bir ek, bir takı, bir isim gelmeden, o kelime tek başına kullanıldığında,
kısacası sadece “şehit” denildiğinde bile gözlerimiz dolar, yüreğimizin
tıpırtısı artar, vallahi boğazımız düğümlenir. Şehit… O bizim için en yüksek
mertebedir. Üzerimizdeki etkisi her zaman aynı -şükürler olsun- bu muhteşem
kelimenin. Zira, söz konusu vatan olunca, geriye kalanı teferruat biliriz.
Bağımsızlık, hürriyet, bizim için hava kadar, su kadar önemli.
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım/ Hangi
çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!”
Şiarımız budur.
Parolamız budur. Hayatımızın anlamı da budur. Denemek isteyen, ölçmek isteyen,
ne kadar doğrudur diye merak eden varsa, buyursun gelsin!)
İstikbâl: Gelecek.
(Bazıları istikbâl
deyince koltuk kanepe anlasa da bu mevzu mühimdir. Biz istikbâl kelimesiyle,
aziz milletimizin gelecek zamanlarını, gelecek asırlarını kastederiz. Bizi
hazinemizden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacağını
biliriz. “Bedhah da nereden çıktı?” diye sormanın mânâsı yok şimdi. Hiç yeri
değil. Gençliğe Hitabe’den elbette. “Artık pek kullanılmıyor” gerekçesine
dayanarak değiştirmeyelim de ne olduğunu anlamaya çalışalım.
“Bed” ne demek?
Kötü… Hah, işte bunu bildikten sonra “hah”ı da buluruz. Sağa sola danışınca
bulamıyorsak, her şeyi sorduğumuz yere sorar, bedhah’ın “kötü yürekli” demek
olduğunu hemen öğreniriz. Ya da hatırlarız. “A, bunu biliyordum ki zaten”
deriz.)
İstihsâl: Üretmek, elde
etmek, yetiştirmek.
(İstiklâl ve
istikbâlden sonra anılınca, kelime daha bir anlam kazandı, güzelleşti. Vaktiyle
dedemin ‘müstahsil’ olduğunu öğrenince, “Vay be!” demiştim. Ben onu çiftçilik
yapan bir köylü sanıyordum, meğer epeyce önemli bir işi varmış. Mevzu içinde
tahsil bile var.)
İstihbarat: Haberler,
bilgiler.
(İstihbaratın da
yerli ve millî olanı makbuldür. Aynı zamanda teşkilâtlanmışı… Yerli ve millî
olmak yetmez; aynı zamanda sağlamca teşkilâtlanmak şart! Dağınık hâlde
duruyorsa bir işe yaramaz. Emin olun, dağınık ise, başında ‘darma’ da vardır.)
İsteka: Bilardo sopası.
(Aslında istekayı
millî bilardocumuz Semih Saygıner’e sormak gerek. Çok güzel anlatır
şampiyonumuz. Şimdi onu bulmak zor. O yüzden kısaca birkaç cümle ile anlatalım.
Bu kelimeyi doğru
kullanana pek rastlanmaz. Genellikle ıstaka denir. ‘Taka’ kelimesinin baskısı
diyeceğim ama İstanbul örneği var beri yanda. İstanbul da çoğu kişi tarafından
Istanbul şeklinde telâffuz edilir. Sebebini dilciler bilir.)
İstikrar: Kararlı, düzenli
şekilde devam etmek. (İhtiyacımız olan…)
İstivâ: Mutedil, düzgün ve eşit olmak; karar kılmak, oturup yerleşmek;
yönelmek, yukarı çıkmak; hâkim olmak, tahta oturmak. (Mevzu derin!)
Bizde mevzular hep derin zaten. Buraya kadar
yaptığımız açıklamalar ve açtığımız parantezler yerini bulursa, ne mutlu!
Bundan sonrası için parantez açmadan,
karşılıklarını vererek tamamlayalım. Kelimelerin güzelliklerine de dikkat
çekerek tabiî…
İsteyen, her bir satırın yanına gönlünce
parantez açabilir.
*
İstinatgâh: Dayanak.
İstida: Dilekçe, arzuhâl.
İstihzâ: Alay etmek.
İstihkâm: Düşmana karşı
savunma amaçlı hazırlık.
İstidat: Yetenek.
İstifsârıhatır: Hâl hatır sormak.
İstif : Üst üste koymak, düzenli şekilde yığmak.
İstismar: Kötüye kullanmak.
İstisna: Ayrık, kural
dışı tutarak.
İstikâmet: Yön.
İstinâden: Dayanarak.
İstirahat: Dinlenmek.
İstimdat: İmdat istemek,
yardıma çağırmak.
İstilâ: Silah zoruyla
ele geçirmek.
İstibdat: Baskıcı yönetim.
İsticvap: Sorgu.
İstidlâl: Çıkarım.
İstifham: Cevap beklemeksizin anlamı güçlendirmek için soru soruyormuş
gibi kullanma.
İstihdam: İşlendirmek, iş
vermek, görevlendirmek.
İstihfaf: Küçümsemek, hor görmek, hafifsemek.
İstifâde: Faydalanmak,
yararlanmak.
İstikrah: İğrenmek,
tiksinmek.
İstihâre: Rüyaya yatmak.
İstikşaf: Keşfetmek,
araştırmak.
İstihkak: Hak etmek, hak
kazanmak.
İstihkâr: Aşağılamak, hor
görmek.
İstifsar: Anlamaya
çalışmak, sormak.
İstihlâk: Tüketim.
İstihraç: Çıkarım, bir
şeyden anlam çıkarmak.
İstilzam: Gerekmek,
gerektirmek.
İstihzar: Hazırlamak.
İstikraz: Ödünç almak,
borçlanmak.
İstical: Acele etmek.
İstirham: Yalvarmak,
merhamet dilemek.
İsticar: Kiralamak.
İstimlâk: Kamulaştırmak.
İstintak: Sorgulamak.
İstiğfar: Tövbe etmek,
günahların bağışlanmasını dilemek.
İstiğnâ: Kanaat etmek,
tok gözlülük; isteksiz davranmak.
İstinaf: Üst; yeniden ele
almak, tekrar başlamak.
İstinas: Alışmak,
yakınlaşmak.
İstinga: Yelkenleri
toplamaya yarayan halat.
İstizah: Açıklayıcı bilgi
istemek, gensoru.
İstizan: İzin istemek.
İstifra: Kusmak.
İstiap: İçine almak,
sığdırmak.
İstilâm: Kâbe’de Hacerü’l-Esved’i
ziyaret etmek, selâmlamak.