YORGUNUM! Öyle böyle değil, çok yorgunum azizim!.. Sadece bedenim
değil, aklım, fikrim, yüreğim, ruhum yorgun. Günlük yaşam içinde çalışıp
didindiğime aldanma, yorgunum, lakin bu didinmelerimi hayata tutunuşuma ver,
arsızlık diye adlandır veya nasıl istersen öyle düşün… Yorma beni azizim, yorma,
çok yorgunum!
Günler, haftalar, aylar önce başladı bu halsizlik bende.
Önceleri aldırmadım, her güne bir sebep aradım. Lakin gün geçtikçe kollarımı
başıma götüremez oldum; sanki dirseklerime tonlarca yük bağlamışlardı, aşağı
çekiyordu ellerimi, göz kapaklarımı açamıyordum mesela… Ve en nihayetinde
adımlarım yavaşladı, ağzımdan çıkan kelimeleri çevremdekiler anlamamaya
başladı.
Ve doktorlar… Doktorlar, doktorların verdiği tahliller,
röntgenler, MR’lar ve daha neler… Bitmeyen bir maraton gibiydi. Çektiğim
acıları tarif edebilme imkânım hiç olmadı, hiç anlatamadım. Hiçbir zaman da
anlatamayacağım belki. Zira tarifi namümkün bir acının ta ortasında günlerce
yandım azizim.
Günler sonra kas hastası olduğumu öğrendim. Öyle
halsizdim ki üzülemedim bile; boş boş baktım ağlayan, bana acıyan gözlere. Gözlerini
benden kaçıran anacığım, titreyen bakışlarında sevgisini bin defa hissettiğim
canım babam, eşim, tek göz ağrım, bütün emelim, mürüvvetim, delikanlım, oğlum ve
bütün sevdiklerim…
Zor günlerdi azizim! O amansız hastalık kimi hastalarda
ayaklara, kimilerinde kollara vururmuş öncelikle, benim boğazıma gelip
oturmuştu sorgu sual etmeden, izin istemeden, “Oturabilir miyim?” demeden. Bir
süre sonra, her gün, hiç farkına varmadan alıp verdiğim soluğu zor alıp vermeye,
taneli yiyecekleri yutamamaya başladım. Elbette tedavim devam ediyordu, ama
hastalık daha yamandı, daha cabbar, daha acımasızdı. O koşturuyor, ben
yürüyordum; hatta emeklemeye başlamıştım. Hal böyle olunca beni devirmesi ne
kadar kolaydı…
Geceleri soluk almam dengesizleştiği için uyuyamaz hale
gelmiştim. Uzun kara gecelerde müebbet vardı artık. Korkuyordum; uyurken nefes
alamazsam mekân değiştirecektim. Elbette Rabbim bilirdi ne zaman biter bu ömür,
ama insan hasta olunca sağlıklı düşünemiyor.
“Onca acı çekiyordun be kardeşlik, ölüm temizlik!”
diyeceksin, çekinme, söyle! Haklısın böyle düşünmekte.
Ah azizim, bilir misin, geçmiş zamanda kıymetini
bilmediğimiz o nefes alıp verişler zora girince, yolunu şaşırınca, insan nasıl da
pişmanlıklara bürünüp ah ile yanıyor… Evet, yanıyor! Çünkü ölüme teslim olmak
için, o yüce divana durmak için hiç emek harcamamıştım. Bütün endişem, hesap
verebilecek yüzümün olmayışı idi…
Gençtim, güzel olduğumu söyler, iltifat ederdi bütün
sevdiklerim. Ama kimse “Bu güzelliği verene teşekkür ve hamd ile Rabbine yönel”
dememişti. Allah vardı, melekleri, kitapları, ahiret günü vardı, Müslümandım –elhamdülillah-...
Yetmezmiş azizim, yetmezmiş! Sadece “İnandım” demek,
Rabbine abd olmayı, emirlerine riayet etmeyi bilmek gerekirmiş. Alamadığım
soluklar beni acıtınca anladım ve korktum, utandım ölüp de bir sürü borçla
Rabbime “Ben geldim! Ben, arsız kulun” demeye.
Ve o kara gecelerde yüzsüzlüğümü alıp elime, “Sen Yücesin
Rabbim, Rahman ve Rahim’sin, affetmeyi seversin. Beni affet, birazcık daha
zaman tanı, güç ver, kuvvet ol kaslarıma ve damarlarıma ki Sana kul olmayı
öğrenip sana binlerce kez secde edeyim” diye yalvardım.
Hastalığımın ilk aylarında dağıldım, her bir parçam bir
yana savrulmuş, toplanmayı bekliyor. Benimse içimden toplamak gelmiyordu. Artık
böyle dağınık, darmadağınık kalmak istiyordum. Kendime olmayan hayrımı herkes
görsün ve benden hayır beklemesin istiyordum. Geçmişimle, kendimle hasbihale
başlamıştım; bu biraz da sorgulama, kendimi hırpalama devresiydi. Soruyordum
kendime: “Nesin sen? Yaşın daha kırk, bu neyin koşturmacası? Kime
beğendireceksin kendini? Bu nasıl bir maraton ki ‘Hayat şartları’ deyip bir yerine
bine bölünüp nereye koşuyorsun? Bu kadar yorulmak niçindi? Yaşantım boyunca felaketler
mi atlattım, aile dramları mı yaşadım, aç mı kaldım, muhtaç mı oldum?”
Kabul edilen dua
Hiçbiri gelmedi başıma ama ben çok yorgundum. Öyle böyle
değil, çok yorgundum… O zamanlar canım annem yorgunluklarıma, yetişemediğim ev
işlerine bakıp, “Kendine eziyet etme!” derdi bana. Ben ona bakardım,
nemlendirici nedir bilmeyen yüzü ay gibi parlardı. Gülümsemesi onun en âlâ
makyajıydı ve hiç “Yoruldum” dediğini duymazdım. Hem evime yeterdi canı, hem
kendi evine; hatta daha geride kalan üç kardeşimi de düşünür, onlar için de pişirir,
kurtarır, onları da memnun ederdi… Hâlâ şaşkınım azizim, çok şaşkınım!
Anneciğim nasıl da kafa tutardı hayata, taş gibi dimdik ayaktaydı hep.
Anladım ki azizim, onları var eden, samimiyet, sabır,
kabulleniş, kanaat, tevekkül ve hakikî inançlarıydı. Bizi bitirense, bitmeyen
istek ve arzu girdabı içinde yok olurken müflis iş adamları gibi hayat hesabını
karıştırıp neyi nerede harcayacağımızı biliyor zannederek eksiler ve yanlış
hesaplar arasında kaybolmak...
Evet azizim, hayatı kredi kartıyla harcama yapar gibi
haddimizi aşarak yaşadık. Sanki yaşadıklarımıza hiç bedel ödemeyecekmişiz gibi,
sanki hesap ekstresi adresimize hiç postalanmayacakmış gibi, aklımızdan,
yüreğimizden, gücümüzden hesapsız harcadık maalesef...
Hastalandığım için yorgunluk çekiyordum ama fark ettim ki
geriye yönelik düşündüğümde hayat koşuşturması içinde zaten biz hep yorgunduk.
Ama hastalığım beni daha çok yormuştu. Öyle yorgundum ki, “Kıvrılıp bir köşeye,
günlerce, haftalarca, hatta aylarca hiç uyanmasam” diye düşünürdüm; tek bir düş
görmeden, tek bir söz duymadan, öylece uyusam… Uyandığımda boğazımdaki yumru
çözülmüş olsa ve yeni doğmuş bebeklerin şansı verilseydi bana…
Gözlerimde izi kalmış düşlerimi, hayallerimi unutmuştum;
uykular düşmandı, geceler sağır, dilsiz ve gündüzler aç, yırtıcı kaplan misali...
Hiçbir zamana sığdıramaz olmuştum yapamadıklarımı, özlemlerimi; ne geceye, ne
gündüze güvenim vardı. Her geçen dakika canavar olmuş, sanki dalga dalga beni
boğmaya çalışıyordu. Umudum, sevdam, varlığım, benliğim gölgede kalmıştı. Ve
gözyaşlarımı, sevinçlerimi geceye gömmüştüm. Şimdi gözümün değip gördüğü
şeylere bile hasrettim. Sahip olduğum her şey elimden alınmış ve beni yaşamdan
kapı dışarı etmişti sanki hayat, ölümle baş başa kalmıştım. Bir ben, bir geçmiş
zaman ve kocaman ölüm…
İşte geçmişle gelecek arasında pişmanlık ıslıkları
arasında gelen bütün korkulu seslere kulaklarımı tıkayarak son bir güçle
kocaman bir soluk aldım ve kendimden, nefesimden, benliğimden, ruhumdan daha
büyük bir çığlıkla, sesime ses katarak yıldızlara uçar gibi çırpındım,
haykırdım ve tekrar tekrar Rabbimden diledim: “Bana, damarlarıma, kaslarıma güç
ol ya Rab! Güç kuvvet ol ki, Sana kul olmanın lezzetine varayım,
pişmanlıklarımı cennete çevireyim…”
Rabbim bana, benim istediğimden fazlasını verdi azizim!
Bütün hastalara şifa, dertlilere derman olan, Merhametlilerin En Merhametlisi,
hayatımı, imanımı tazeleyip ölüme gülerek bakabilme ferasetini bana bahşederek
binlerce defa hamd edebilmenin huzurunu ecriyle, ihsanıyla lütfetti –elhamdülillah-.
En Yüce Huzura ulaşabilme duasıyla…