TOPLUMUN her kesiminden
insanlar, hastanelerdeki uzman hekimler arasından tercih yapıyorlar. Üstelik bu
durum, “Hekim Seçme Yönergesi” ile de kayıt altına alınmış hâlde. Her kesimden
halkımızın uzman hekimler arasından tercihini yapıyor olması bu alanda irfanî
bir geleneği ortaya çıkarmış büyük bir başarıdır.
Tıp
fakülteleri, özel ve araştırma hastanelerine şifa için daha detaylı
araştırmalar nedeniyle müracaat edilmesi sağlık alanında bilinç düzeyini ortaya
koymuştur. Herkesin kabul ettiği bu “can” derdi, en alttan en üste kadar bütün
bir toplumu istendik düzeyde etkileyip sürükleyebiliyor. Bu alanda en başarılı uzman
hekimlerin tercihi, dünya ölçeğinde bir doğrunun herkes tarafından gelir geçer
kabulünü ortaya koymuştur. Son yıllarda sağlık alanında tedavi amacıyla
Türkiye’nin tercih edilmesi, bu işi taçlandırmıştır.
Toplumun
en büyük can derdi ise cehalet ile mücadele, üretmek ve kutuplaşmış toplum
yapısındaki ayrışmaların minimalist seviyeye çekilmesi olarak algılanıp sağlık
alanında olduğu gibi bir asıl “can” derdi olarak görülmek durumundadır. Bu
sorunların en makbul düzeyde çözüleceği yerlerin başında hiç şüphesiz
üniversiteler ve akademi camiası gelir.
Toplumun
asıl can derdi görülmelidir. Zira bireysel can derdi ferdî bir durum, toplumsal
can derdi ise toplumsal bir vakıadır. Birey canından olursa toplum devam edebilir,
toplum canından olursa herkes helâk olur. Bu nedenle “Ne iş olursa yaparım”
mantığından konusunda “uzman hekimler arasındaki tercihe” gidilen sürecin her
alanda yaygınlaştırılması zorunludur.
Gerekli
ve doğru tercihler yapılırsa akademi dünyası bunu rahatlıkla yapabilir. Doğu toplumlarında
sürdürülebilir bu durum çok önemlidir. Pakistan’ın yükseköğretim kurumu eski
başkanı, daha fazla sayıda üniversitenin dünya sıralamasına girmesi için bir
yol haritası çizip harekete geçtiğinden, iki yıl içinde başarıya ulaşmıştır.
Ancak görevinden alınınca tekrar gerileme yaşanmıştır. Türkiye’de de benzer bir
durum vardır.
Üniversite
“evrensel” anlamını da içerdiği için çok kültürlü, çok sesli, çok merkezli, çok
kutuplu, daha kapsayıcı ve adil bir akademi inşâ etmek mümkündür. Bunun olmazsa
olmaz iki şartı vardır: Birincisi, akademinin mevcut yapısının değiştirilmesi
ve merkeze “akademik liyakat ve ürünün” alınarak hâkim kılınmasıdır. Bu birinci
durum merkezî yönetim, YÖK ve üniversitelerin işbirliğinde olabilecek geniş ve
uzun soluklu bir iştir.
İkincisi
ise, mevcut şartlar altında akademi yönetiminde lokomotif güç tesis etmektir.
Lokomotif güç, elbette akademi yönetimidir. Mevcut YÖK, yasa ve yönetmelikler buna
çok müsaittir. Ancak burada unutulmaması ve bu “müsait” durumun istenen düzeyde
olmasının tek şartı, akademi sistemini sürükleyebilecek güç, donanım, ehliyet,
liyakat ve benzeri durumlara haiz bir motor yönetim anlayışının var olmasıdır. Bu
yönetim anlayışına sahip olanların cehalet ile mücadele, üretme ve
kutuplaşmanın minimalist yapılması noktasında irfanî potansiyele de sahip
olmaları gerekir. Türkiye böyle bireylerle dolu bir ülke olduğundan şanslıdır.
Akademide
üreten, canhıraş çalışan ve doktora aşamasına katkı sağlayanların sistemin
dışında tutulması, parası olup ticaret yapmayan kişinin hâli gibidir. Akademik
ortam; fen, sosyal, mühendislik, sağlık, iletişim, sanat, sinema ve değerlere
göre toplumun en üst düzeyinde bilgi ve birikimin üretildiği yerlerdir. Bu
üretilenlerin tozlu raflarda kalmasını kimse istemez.
Araştırma,
proje, doktora çalışmaları, sanayi-üniversite işbirliği ve şehir-üniversite
kaynaşmasını başaracak ve de gençliğin kendisini “güvende” hissettiği bir
yönetim anlayışı, akademiyi rahatlıkla taşır. Bu taşıma işi akademide idareye
ciddî yük ve sorumluluk getirecektir. Bundan kaçış olacağından, statik bir
durum tercih eden yönetim anlayışları akademiyi taşıyamaz. Akademi kendi özünde
zaten dinamik bir yapıdır; statik bir yönetim anlayışı, toplumun, şehrin ve
ülkenin beklentilerini karşılayamaz. Ayrıca böyle bir durum, asıl can derdimiz
olan cehalet ile mücadele, üretme ve kutuplaşmanın minimalist edilmesi
noktasında da bir irade ortaya koyamaz.
Pandemiyle
birlikte çoğu aksaklıklar ortaya çıktı. Çevrimiçi öğretimde yeterli olunamadı.
Oysa bu topraklarda en az kırk yıldır bu yönde çalışmalar vardı.
Akademi
dünyasının omurgası, doktora çalışmaları ve diğer bilimsel ürünlerdir. Bu
uğurda yüzlerce Selçuk Bayraktar olmasına rağmen çok büyük kısmı haklı olarak
yönetim açısından sıkıntılı olan akademide başlarını ortaya çıkarmamaktadırlar.
Akademik
unvanını tamamlayan, köşesine çekiliyor. Sonra da toplum, üniversitelerden
şikâyet eder hâle geliyor.
Yazımızın
başında sağlıktan örnek vermiştik, mevcut şartlar altında ve en kestirme yoldan
akademide de asıl can derdimizi ortaya koyan, bunlara çare arayan ehliyet,
liyakat ve güçlü irfanî donanıma sahip yönetimler, ancak cehaletle mücadele
edip üretimi destekleyerek kutuplaşmanın da önüne geçebilirler. Aksi mümkün
değildir. Sonra kalkıp kimsenin dizlerini dövmesine gerek yoktur. Kaybedilmiş
bir savaşta sorumluluk komutana aittir.
Solmuş
gölgeler ve altüst olmuş çardaklar mânen solar. Milletin derdini telâş edinen
kalpler, seher vaktinde yüksek sesle feryat ederler. Yükselen sesin
yankılanmasında doğru yolu arayan kimse için bir sır vardır.