“Daha Adil Bir Dünya Mümkün” nazarında insan hakları

Son kısımda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından dile getirilen, “Yeter ki dünya bir karar alsın ve dünyanın beşten büyük olduğunu haykırsın! Bunu veto etme ayıbı da bu beş devletin olsun” ifadesi, kitabın aslında özünü oluşturmaktadır. Umarız dünyadaki tüm insanların daha adil, daha şeffaf, daha katılımcı ve daha eşit yönetildiği bir Birleşmiş Milletler yapısına en yakın zamanda kavuşmuş oluruz.

CUMHURBAŞKANIMIZ Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın bir zamanda kaleme aldığı “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” adlı kitap, kendilerinin de bahsettiği üzere “güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu bir sistem” için çok önemli tespitler ve yol gösterici önerilerle dolu. Kitabın ilk bölümünde uluslararası siyasetteki çifte standart ve Birleşmiş Milletler hakkındaki reform ihtiyacı ele alınırken, ikinci bölümde ise söz konusu Birleşmiş Milletler içeriğinde yapılabilecek reformun önemli aşamaları okuyucularla paylaşılıyor.

İnsan haklarından sosyal ve kültürel temsile, terör, mülteci ve göç konularından İslâm düşmanlığına kadar birçok alana yer verilen kitapla, hem yerinde tespitler, hem de sunulan farklı öneriler bu konular üzerinde tekrar düşünmemize vesile oluyor. Özellikle son dönemde kutuplaşan dünya özelinde, kitabın İslâmofobi üzerine arttırılan algıya yer vermesi, son zamanların popüler gündemi olan göç ve mülteci krizlerine değinmesi, birçok insanî dram karşısında üst düzey kuruluşların sembolik tutumlarına yer açması, teröre karşı olan ikiyüzlülüğü gözler önüne sermesi, insan hakları çerçevesinde tarihin en acımasız yüzü olan “Bosna Katliamı” ve “Suriye Göç Krizi” konularında Avrupa’nın ve Birleşmiş Milletler’in sessizliğe gömülüşünün bir bir yansıtılması, dünyaya verilen en önemli mesajlardan. Bu noktada özellikle kullanılan şu cümle oldukça anlamlı: “Avrupa Bosna’da ölmüş, Suriye’de gömülmüştür.”

Son dönemde artış gösteren İslâm düşmanlığı konusunda da kitabın birçok bölümünde önemli tespitler yapılmış. Bu alanda öne çıkan sorunun temelinde küresel güvenlik sorunu, Müslüman ayrımcılığı ve siyasetin olduğu iletilmiş. Özellikle Avustralya’daki cami saldırısı sonrasında tüm dünyada bir farkındalığın sağlanması için Türkiye tarafından Birleşmiş Milletler’e sunulan “15 Mart İslâm Düşmanlığına Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” teklifi oldukça anlamlı bir çalışma olduğu da kitapta hatırlatılıyor. Son dönemde körüklenmek istenilen bu nefret suçunun sürekli arttığına şahit olmaktayız; hem bu teklifin, hem de bu nefret suçunu sürekli gündemde tutacak bir mekanizmanın İslâm İşbirliği Teşkilâtı içinde olması gerektiği önerisinin tüm dünyada önemli bir farkındalığa pencere açacağını söyleyebiliriz.

Kitapta, Birleşmiş Milletler özelinde önemli reformlar için adım atılması ve BM’nin çok kültürlülüğü ve çok kutupluluğu yansıtan bir yapıya sahip olması gerektiği de ifade edilmiş. Burada, BM’nin kuruluşundan bu yana 51 olan üye sayısının 193’e çıkmasına rağmen, aradan geçen 76 sene içerisinde teşkilâtın, Güvenlik Konseyi’ndeki büyük devletlerin hegemonyasında ilerlemesi eleştirilmiş ve daha yapıcı öneriler sunulmuş. Farz-ı misâl; BM Güvenlik Konseyi’nde, 57 üyeli İslâm İşbirliği Teşkilâtı’ndan bir ülkenin olmaması, dünya nüfusunun üçte birini oluşturan Müslümanların temsil edilmemesi, keza Güney Amerika ve Afrika ülkelerinden de temsillerin olmaması ele alınmış ve yeni bir reformla çok kültürlülüğü yansıtan bir yapının olması dile getirilmiş.

BM hakkındaki yeni reform önerisiyle kitapta, kurum içerisinde temsilde adalet, şeffaflık, hesap verebilirlik, eşitlik ve önleyicilik gibi ilkeler ön plâna çıkarılmış. Güvenlik Konseyi üye sayısının 20’ye çıkarılıp bu üyelerin de Genel Kurul tarafından seçilmesi ve seçilen üye devletlerinin görev sürelerinin belli olması da önerilmiş. Bu vesileyle “Dönüşümlü Üyelik” sistemine geçilmesi tavsiye edilmiş. Daimî üyeliklerin ve imtiyazların olmaması gerektiği, onların yerlerine çok kültürlülüğü yansıtan eşit, şeffaf ve hesap verilebilir bir sisteme geçilmesi ele alınmış. Genel Kurul’un “meclis” gibi, Güvenlik Konseyi’nin de onun içinden çıkacak “hükûmet” gibi çalışması ve görev alması düşüncesi iletilmiş. Ayrıca bu reformların kapsamlı ve kökten bir anlayışla ilkesel başlıklara odaklanarak somut hedeflerle ve belli bir takvimde ilerlemesi de öngörülmüş. Bu vesileyle nihaî olarak, BM’nin hem cazip, hem de caydırıcı bir sisteme kavuşturulması tavsiye ediliyor kitapta.

Üzerinde durulan önemli konulardan bir diğeri de “göç, göçmen ve mülteciler”… Özellikle kitap içeriğinde sayısal ifadelerle 260 milyon göçmenin, 25 milyon mültecinin ve Akdeniz’de insan haklarının hiçe sayılarak 20 bin insanın ölümle biten göç yolculuğunun bu sayfalarda yer alması oldukça anlamlı. Suriye’de yitip giden 500 bin kaybın gözler önüne serilmesi ve 2003’te ABD’nin Irak’a müdahalesi ile yerinden edilen 800 bin insanın dramı, BM’nin meşruiyet, işlevsellik ve etkinlik sorununa örnek olarak gösteriliyor.

Ayrıca BM’de, İsrail’in Filistin topraklarındaki insan hakları ihlâlleri çerçevesinde alınan İsrail aleyhindeki 150 kararın hiç uygulanmadığının dile getirilmesi oldukça anlamlı.

Üzerinde durulan konulardan en önemlisi de, beş ülkenin ellerinde bulundurduğu ve tabir-i caizse bu haklarını kritik durumlarda joker gibi kullandıkları “veto hakları”... Baktığımızda, sayısal olarak kitapta da paylaşıldığı üzere, BM Güvenlik Konseyi önüne gelen 2 bin 446 tasarıdan 249’unun bu beş ülke tarafından veto edildiği görülmektedir. Bu oran yüzde 10’luk kısmı oluştursa da veto edilen konuların aslında en önemli kritik konular üzerinde olduğu unutulmamalıdır. Bu vesileyle veto yetkisinin ve bu imtiyazın da kaldırılması gerektiği öneriliyor.

Son kısımda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından dile getirilen, “Yeter ki dünya bir karar alsın ve dünyanın beşten büyük olduğunu haykırsın! Bunu veto etme ayıbı da bu beş devletin olsun” ifadesi, kitabın aslında özünü oluşturmaktadır. Umarız dünyadaki tüm insanların daha adil, daha şeffaf, daha katılımcı ve daha eşit yönetildiği bir Birleşmiş Milletler yapısına en yakın zamanda kavuşmuş oluruz.

Son olarak, kitaptan seçmiş olduğumuz beş özel cümle ile yazımızı bitirmiş olacağız:

“Merhametini yitirmiş bir çağda bizlere adaletin temsilcisi, vicdanların sesi olma sorumluluğu düşüyor.”

“Terörün en kirli yüzünü gösterdiği Suriye, bugün insanlığın modern tarihi içinde ancak bir trajedi olarak görülebilir.”

“Mazlumlara uygulanan çifte standart, çocukların katledilmesine karşı sergilenen kayıtsızlık, tüm dünyada teröre âdeta oksijen sağlamaktadır.”

“Uluslararası terörizme karşı ortak bir anlayış, ortak bir mekanizma ve birlikte oluşturulmuş bir eylem tarzı hayata geçirmeden uluslararası terörizmin yenilmesi mümkün değildir.”

“Adil ve sürdürülebilir bir küresel barışın temini için çok kültürlülüğü ve çok kutupluluğu yansıtan bir BM’ye ihtiyaç var.”