CUMHURBAŞKANIMIZ Sayın Recep
Tayyip Erdoğan’ın yakın bir zamanda kaleme aldığı “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” adlı
kitap, kendilerinin de bahsettiği üzere “güçlünün haklı olduğu değil, haklının
güçlü olduğu bir sistem” için çok önemli tespitler ve yol gösterici önerilerle
dolu. Kitabın ilk bölümünde uluslararası siyasetteki çifte standart ve
Birleşmiş Milletler hakkındaki reform ihtiyacı ele alınırken, ikinci bölümde
ise söz konusu Birleşmiş Milletler içeriğinde yapılabilecek reformun önemli
aşamaları okuyucularla paylaşılıyor.
İnsan
haklarından sosyal ve kültürel temsile, terör, mülteci ve göç konularından İslâm
düşmanlığına kadar birçok alana yer verilen kitapla, hem yerinde tespitler, hem
de sunulan farklı öneriler bu konular üzerinde tekrar düşünmemize vesile
oluyor. Özellikle son dönemde kutuplaşan dünya özelinde, kitabın İslâmofobi
üzerine arttırılan algıya yer vermesi, son zamanların popüler gündemi olan göç
ve mülteci krizlerine değinmesi, birçok insanî dram karşısında üst düzey
kuruluşların sembolik tutumlarına yer açması, teröre karşı olan ikiyüzlülüğü
gözler önüne sermesi, insan hakları çerçevesinde tarihin en acımasız yüzü olan “Bosna
Katliamı” ve “Suriye Göç Krizi” konularında Avrupa’nın ve Birleşmiş
Milletler’in sessizliğe gömülüşünün bir bir yansıtılması, dünyaya verilen en
önemli mesajlardan. Bu noktada özellikle kullanılan şu cümle oldukça anlamlı: “Avrupa
Bosna’da ölmüş, Suriye’de gömülmüştür.”
Son
dönemde artış gösteren İslâm düşmanlığı konusunda da kitabın birçok bölümünde
önemli tespitler yapılmış. Bu alanda öne çıkan sorunun temelinde küresel
güvenlik sorunu, Müslüman ayrımcılığı ve siyasetin olduğu iletilmiş. Özellikle
Avustralya’daki cami saldırısı sonrasında tüm dünyada bir farkındalığın
sağlanması için Türkiye tarafından Birleşmiş Milletler’e sunulan “15 Mart İslâm
Düşmanlığına Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” teklifi oldukça anlamlı bir
çalışma olduğu da kitapta hatırlatılıyor. Son dönemde körüklenmek istenilen bu
nefret suçunun sürekli arttığına şahit olmaktayız; hem bu teklifin, hem de bu
nefret suçunu sürekli gündemde tutacak bir mekanizmanın İslâm İşbirliği Teşkilâtı
içinde olması gerektiği önerisinin tüm dünyada önemli bir farkındalığa pencere
açacağını söyleyebiliriz.
Kitapta,
Birleşmiş Milletler özelinde önemli reformlar için adım atılması ve BM’nin çok
kültürlülüğü ve çok kutupluluğu yansıtan bir yapıya sahip olması gerektiği de ifade
edilmiş. Burada, BM’nin kuruluşundan bu yana 51 olan üye sayısının 193’e
çıkmasına rağmen, aradan geçen 76 sene içerisinde teşkilâtın, Güvenlik Konseyi’ndeki
büyük devletlerin hegemonyasında ilerlemesi eleştirilmiş ve daha yapıcı
öneriler sunulmuş. Farz-ı misâl; BM Güvenlik Konseyi’nde, 57 üyeli İslâm
İşbirliği Teşkilâtı’ndan bir ülkenin olmaması, dünya nüfusunun üçte birini
oluşturan Müslümanların temsil edilmemesi, keza Güney Amerika ve Afrika
ülkelerinden de temsillerin olmaması ele alınmış ve yeni bir reformla çok
kültürlülüğü yansıtan bir yapının olması dile getirilmiş.
BM
hakkındaki yeni reform önerisiyle kitapta, kurum içerisinde temsilde adalet,
şeffaflık, hesap verebilirlik, eşitlik ve önleyicilik gibi ilkeler ön plâna
çıkarılmış. Güvenlik Konseyi üye sayısının 20’ye çıkarılıp bu üyelerin de Genel
Kurul tarafından seçilmesi ve seçilen üye devletlerinin görev sürelerinin belli
olması da önerilmiş. Bu vesileyle “Dönüşümlü Üyelik” sistemine geçilmesi
tavsiye edilmiş. Daimî üyeliklerin ve imtiyazların olmaması gerektiği, onların
yerlerine çok kültürlülüğü yansıtan eşit, şeffaf ve hesap verilebilir bir sisteme
geçilmesi ele alınmış. Genel Kurul’un “meclis” gibi, Güvenlik Konseyi’nin de
onun içinden çıkacak “hükûmet” gibi çalışması ve görev alması düşüncesi
iletilmiş. Ayrıca bu reformların kapsamlı ve kökten bir anlayışla ilkesel
başlıklara odaklanarak somut hedeflerle ve belli bir takvimde ilerlemesi de
öngörülmüş. Bu vesileyle nihaî olarak, BM’nin hem cazip, hem de caydırıcı bir
sisteme kavuşturulması tavsiye ediliyor kitapta.
Üzerinde
durulan önemli konulardan bir diğeri de “göç, göçmen ve mülteciler”… Özellikle
kitap içeriğinde sayısal ifadelerle 260 milyon göçmenin, 25 milyon mültecinin
ve Akdeniz’de insan haklarının hiçe sayılarak 20 bin insanın ölümle biten göç
yolculuğunun bu sayfalarda yer alması oldukça anlamlı. Suriye’de yitip giden
500 bin kaybın gözler önüne serilmesi ve 2003’te ABD’nin Irak’a müdahalesi ile
yerinden edilen 800 bin insanın dramı, BM’nin meşruiyet, işlevsellik ve
etkinlik sorununa örnek olarak gösteriliyor.
Ayrıca
BM’de, İsrail’in Filistin topraklarındaki insan hakları ihlâlleri çerçevesinde
alınan İsrail aleyhindeki 150 kararın hiç uygulanmadığının dile getirilmesi
oldukça anlamlı.
Üzerinde
durulan konulardan en önemlisi de, beş ülkenin ellerinde bulundurduğu ve tabir-i
caizse bu haklarını kritik durumlarda joker gibi kullandıkları “veto hakları”...
Baktığımızda, sayısal olarak kitapta da paylaşıldığı üzere, BM Güvenlik Konseyi
önüne gelen 2 bin 446 tasarıdan 249’unun bu beş ülke tarafından veto edildiği
görülmektedir. Bu oran yüzde 10’luk kısmı oluştursa da veto edilen konuların
aslında en önemli kritik konular üzerinde olduğu unutulmamalıdır. Bu vesileyle veto
yetkisinin ve bu imtiyazın da kaldırılması gerektiği öneriliyor.
Son
kısımda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından dile getirilen,
“Yeter ki dünya bir karar alsın ve dünyanın beşten büyük olduğunu haykırsın!
Bunu veto etme ayıbı da bu beş devletin olsun” ifadesi, kitabın aslında özünü
oluşturmaktadır. Umarız dünyadaki tüm insanların daha adil, daha şeffaf, daha
katılımcı ve daha eşit yönetildiği bir Birleşmiş Milletler yapısına en yakın
zamanda kavuşmuş oluruz.
Son
olarak, kitaptan seçmiş olduğumuz beş özel cümle ile yazımızı bitirmiş
olacağız:
“Merhametini
yitirmiş bir çağda bizlere adaletin temsilcisi, vicdanların sesi olma
sorumluluğu düşüyor.”
“Terörün en kirli
yüzünü gösterdiği Suriye, bugün insanlığın modern tarihi içinde ancak bir
trajedi olarak görülebilir.”
“Mazlumlara
uygulanan çifte standart, çocukların katledilmesine karşı sergilenen kayıtsızlık,
tüm dünyada teröre âdeta oksijen sağlamaktadır.”
“Uluslararası
terörizme karşı ortak bir anlayış, ortak bir mekanizma ve birlikte oluşturulmuş
bir eylem tarzı hayata geçirmeden uluslararası terörizmin yenilmesi mümkün
değildir.”
“Adil ve
sürdürülebilir bir küresel barışın temini için çok kültürlülüğü ve çok
kutupluluğu yansıtan bir BM’ye ihtiyaç var.”