20
Ocak’ta D. Trump, Beyaz Saray’daki başkanlık koltuğunu J. Biden’e “zorla da
olsa” devretti. Şüphesiz ABD ve dünya için çok farklı bir dönem kapanmış oldu.
ABD’de yapılan bu son seçim ve ardından yaşanan olaylar hiç
şüphesiz daha uzun yıllar konuşulmaya devam edilecek. Cumhuriyetçilerin pek çok
eyaletteki tartışmalı sonuçlara itirazları sonuç vermedi. Bazı Cumhuriyetçiler kesinleşen
sonuçlar sonrasında sokaklara dökülerek taşkınlık çıkardılar. Bazıları ise daha
ileri giderek tepeden tırnağa silahlı bir şekilde polis barikatlarını aşarak Kongre
binasını işgal ettiler. Öyle ki, ABD ordusu olaylara müdahale etmek zorunda
kaldı.
Tüm dünya bu olayları ibretle izledi. Gelişmemiş ve
gelişmekte olan ülkelere en büyük ihraç kalemi “demokrasi” olan ABD’nin düştüğü
trajikomik durum manidardı. Türkiye’nin yaptığı, “ABD Başkanlık seçimlerinin
ardından yaşanan ve bugün Kongre binasının göstericiler tarafından basılması
teşebbüsüne kadar varan iç gelişmeleri endişeyle takip ediyoruz. ABD’deki tüm
tarafları itidâl ve sağduyuya davet ediyoruz. ABD’nin, bu iç siyâsî krizi
olgunluk içinde aşacağına inanıyoruz. ABD’deki vatandaşlarımızın kalabalık mekânlar
ve gösteri yapılan yerlerden uzak durmalarını tavsiye ediyoruz” şeklindeki
açıklaması, ABD basınında bile büyük yankı uyandırdı. Bu tür açıklamalara “alışık
olmadıklarını” itiraf etmek zorunda kaldılar.
Trump’un seçim sonuçlarındaki hile ve şaibe iddialarının ne
kadar doğru olduğunu bilemiyoruz, ancak Trump’a başta büyük basın kurumları ve sosyal
medya plâtformları tarafından yapılan yasaklamaların, o sıkça vurguladıkları eşitlik,
basın ve ifade özgürlüğü ilkelerini “işlerine geldiğinde” utanmadan rahatlıkla hiçe
sayabileceklerini göstermiş oldu.
Sonuç olarak, her ne kadar hazmedemeseler bile Cumhuriyetçiler
kaybetti, Demokratlar kazandı. Seçim sonrası yaşanan gelişmeler, çıkan olaylar
ve Trump’a uygulanan sosyal medya yasakları ise gösterdi ki, evet, “ABD’de Demokratlar kazandı, ama demokrasi
kaybetti”!
Şimdi sorular şunlar: Bundan sonra ne olacak? Biden sonrası
neler değişecek? Demokratların kazanması ABD için yeni bir dönemi mi işaret
ediyor?
Ben bu soruların cevabı için, Trump dönemine kadar, “Ha
Demokratlar, ha Cumhuriyetçiler, ikisi de esasında aynı!” diyenlerdendim. Ancak
itiraf etmeliyim ki, Trump’un özellikle son yıllarda yürüttüğü politikaların
eski dönemlere göre farklı olduğu, demokrat ve hattâ diğer Cumhuriyetçi
başkanların aksine bazı adımlar attığı gerçek.
ABD tarihine bakıldığında dış politikanın zaman zaman
farklılıklar gözettiğini ve farklı politikalar izlendiğini görüyoruz. Sanayi
devrimi ve 19’uncu yüzyıl başlarına kadar farklı bir ABD ve dış politikası
vardı. ABD biraz daha içine kapanık ve kendi sorunları ile uğraşıyordu. Birinci
Dünya Savaşı ABD’yi de etkiledi; dışarıya daha açık, müdâhil bir politika
izlendiği görülüyor. 1928 Ekonomik Krizi sonrası ABD yine kendi ekonomik
sorunları ile uğraşmak zorunda kaldı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin tamamen dışa açık bir
politika izleyerek daha müdâhil olduğu ve zaman içinde küresel bir güç olmaya
başladığı söylenebilir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası ise bloklaşan dünyada
ABD’nin safları sıklaştırmasını ve sözde abilik rolüyle liderlik yaptığını ve
artık küresel bir güç olduğunu görüyoruz. Sovyetlerin dağılması ile birlikte ABD
ringde yalnız kaldı ve uzun yıllar tek başına küresel güç olmayı sürdürdü. Bu
yüzden, bu rol gereği son yıllarda Cumhuriyetçi veya Demokrat liderlerin
gelmesi ABD’nin dış politik adımlarını çok fazla değiştirmedi. Temelde aynı
sömürgecilik ve yayılmacı anlayış devam etti.
Ancak Trump dönemi farklı bir dönem oldu. Trump, ABD’nin
gidişatının pek hayra alâmet olmadığı kanaatine varmış olmalı ki daha çok ABD’nin
kendi sorunlarına, devâsa bütçe açığı gibi konulara, ekonomi ve ticârete değindiğini
gördük.
Trump’un en önemli sloganı bana göre “Önce ABD” idi. Hem iç,
hem de dış siyâseti bu slogana göre dizayn etti. Bunun için ABD’nin zaman zaman
stratejik ortakları olan Batılı devletleri bile karşısına aldığını gördük. Çin
ve Rusya ile hemen hemen her alanda kıyasıya bir rekabete girildi. İthalat
vergileri arttırıldı. Ek vergiler getirilerek ithalat zorlaştırıldı.
Trump döneminde işsizlik oranı 50 yıldan fazla bir süredir en
düşük noktasına (3 buçuklara) geriledi. Yapılan ticârî ve ekonomik hamlelerle ekonomik
bir kalkınma yaşandı. Trump büyük ABD şirketlerinin üretimde Asya kıtasından
geri dönmesi için çalıştı ve birçok şirket üretim için geri döndü.
Trump’a göre, askerî üslerinin olduğu Arap ülkeleri ve Avrupa
Birliği, ABD’yi kullanıyordu ve bunun bir bedeli olmalıydı. Özetle abiliğin bir
bedeli vardı ve bunu açıkça dillendirdi.
Türkiye ile olan ilişkileri karışıktı. Rahip krizinde ekonomik
anlamda Türkiye’ye ciddî zarar verdi. Ancak Suriye konusunda bize en azından ciddî
bir engel ve sorun çıkarmadı. Erdoğan, onun saygı duyduğu ender liderlerden
biri oldu.
ABD Avrupa’da, Orta Doğu’da ve Asya’da ciddî sayıda askerini
geri çekti. Büyük operasyonlar değil, bazı sansasyonel operasyonlar dışında
ABD’nin çatışmalardan da uzak durduğunu izledik. Onun döneminde, hani
alıştığımız o her yeni başkanın çıkardığı gibi bir büyük savaş çıkmadı.
Velhasıl, “Trump’u nasıl bilirdiniz?” diye soracak olursanız,
“Kendisi ehven-i şerdi, Allah lâyığını versin” diyenlerden olacağım.