D. Trump: Nasıl bilirdiniz?

Trump’un en önemli sloganı bana göre “Önce ABD” idi. Hem iç, hem de dış siyâseti bu slogana göre dizayn etti. Bunun için ABD’nin zaman zaman stratejik ortakları olan Batılı devletleri bile karşısına aldığını gördük. Çin ve Rusya ile hemen hemen her alanda kıyasıya bir rekabete girildi. İthalat vergileri arttırıldı. Ek vergiler getirilerek ithalat zorlaştırıldı.

20 Ocak’ta D. Trump, Beyaz Saray’daki başkanlık koltuğunu J. Biden’e “zorla da olsa” devretti. Şüphesiz ABD ve dünya için çok farklı bir dönem kapanmış oldu.

ABD’de yapılan bu son seçim ve ardından yaşanan olaylar hiç şüphesiz daha uzun yıllar konuşulmaya devam edilecek. Cumhuriyetçilerin pek çok eyaletteki tartışmalı sonuçlara itirazları sonuç vermedi. Bazı Cumhuriyetçiler kesinleşen sonuçlar sonrasında sokaklara dökülerek taşkınlık çıkardılar. Bazıları ise daha ileri giderek tepeden tırnağa silahlı bir şekilde polis barikatlarını aşarak Kongre binasını işgal ettiler. Öyle ki, ABD ordusu olaylara müdahale etmek zorunda kaldı.

Tüm dünya bu olayları ibretle izledi. Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelere en büyük ihraç kalemi “demokrasi” olan ABD’nin düştüğü trajikomik durum manidardı. Türkiye’nin yaptığı, “ABD Başkanlık seçimlerinin ardından yaşanan ve bugün Kongre binasının göstericiler tarafından basılması teşebbüsüne kadar varan iç gelişmeleri endişeyle takip ediyoruz. ABD’deki tüm tarafları itidâl ve sağduyuya davet ediyoruz. ABD’nin, bu iç siyâsî krizi olgunluk içinde aşacağına inanıyoruz. ABD’deki vatandaşlarımızın kalabalık mekânlar ve gösteri yapılan yerlerden uzak durmalarını tavsiye ediyoruz” şeklindeki açıklaması, ABD basınında bile büyük yankı uyandırdı. Bu tür açıklamalara “alışık olmadıklarını” itiraf etmek zorunda kaldılar.

Trump’un seçim sonuçlarındaki hile ve şaibe iddialarının ne kadar doğru olduğunu bilemiyoruz, ancak Trump’a başta büyük basın kurumları ve sosyal medya plâtformları tarafından yapılan yasaklamaların, o sıkça vurguladıkları eşitlik, basın ve ifade özgürlüğü ilkelerini “işlerine geldiğinde” utanmadan rahatlıkla hiçe sayabileceklerini göstermiş oldu.

Sonuç olarak, her ne kadar hazmedemeseler bile Cumhuriyetçiler kaybetti, Demokratlar kazandı. Seçim sonrası yaşanan gelişmeler, çıkan olaylar ve Trump’a uygulanan sosyal medya yasakları ise gösterdi ki, evet, “ABD’de Demokratlar kazandı, ama demokrasi kaybetti”!

Şimdi sorular şunlar: Bundan sonra ne olacak? Biden sonrası neler değişecek? Demokratların kazanması ABD için yeni bir dönemi mi işaret ediyor?

Ben bu soruların cevabı için, Trump dönemine kadar, “Ha Demokratlar, ha Cumhuriyetçiler, ikisi de esasında aynı!” diyenlerdendim. Ancak itiraf etmeliyim ki, Trump’un özellikle son yıllarda yürüttüğü politikaların eski dönemlere göre farklı olduğu, demokrat ve hattâ diğer Cumhuriyetçi başkanların aksine bazı adımlar attığı gerçek.

ABD tarihine bakıldığında dış politikanın zaman zaman farklılıklar gözettiğini ve farklı politikalar izlendiğini görüyoruz. Sanayi devrimi ve 19’uncu yüzyıl başlarına kadar farklı bir ABD ve dış politikası vardı. ABD biraz daha içine kapanık ve kendi sorunları ile uğraşıyordu. Birinci Dünya Savaşı ABD’yi de etkiledi; dışarıya daha açık, müdâhil bir politika izlendiği görülüyor. 1928 Ekonomik Krizi sonrası ABD yine kendi ekonomik sorunları ile uğraşmak zorunda kaldı.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin tamamen dışa açık bir politika izleyerek daha müdâhil olduğu ve zaman içinde küresel bir güç olmaya başladığı söylenebilir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası ise bloklaşan dünyada ABD’nin safları sıklaştırmasını ve sözde abilik rolüyle liderlik yaptığını ve artık küresel bir güç olduğunu görüyoruz. Sovyetlerin dağılması ile birlikte ABD ringde yalnız kaldı ve uzun yıllar tek başına küresel güç olmayı sürdürdü. Bu yüzden, bu rol gereği son yıllarda Cumhuriyetçi veya Demokrat liderlerin gelmesi ABD’nin dış politik adımlarını çok fazla değiştirmedi. Temelde aynı sömürgecilik ve yayılmacı anlayış devam etti.

Ancak Trump dönemi farklı bir dönem oldu. Trump, ABD’nin gidişatının pek hayra alâmet olmadığı kanaatine varmış olmalı ki daha çok ABD’nin kendi sorunlarına, devâsa bütçe açığı gibi konulara, ekonomi ve ticârete değindiğini gördük.

Trump’un en önemli sloganı bana göre “Önce ABD” idi. Hem iç, hem de dış siyâseti bu slogana göre dizayn etti. Bunun için ABD’nin zaman zaman stratejik ortakları olan Batılı devletleri bile karşısına aldığını gördük. Çin ve Rusya ile hemen hemen her alanda kıyasıya bir rekabete girildi. İthalat vergileri arttırıldı. Ek vergiler getirilerek ithalat zorlaştırıldı.

Trump döneminde işsizlik oranı 50 yıldan fazla bir süredir en düşük noktasına (3 buçuklara) geriledi. Yapılan ticârî ve ekonomik hamlelerle ekonomik bir kalkınma yaşandı. Trump büyük ABD şirketlerinin üretimde Asya kıtasından geri dönmesi için çalıştı ve birçok şirket üretim için geri döndü.

Trump’a göre, askerî üslerinin olduğu Arap ülkeleri ve Avrupa Birliği, ABD’yi kullanıyordu ve bunun bir bedeli olmalıydı. Özetle abiliğin bir bedeli vardı ve bunu açıkça dillendirdi.

Türkiye ile olan ilişkileri karışıktı. Rahip krizinde ekonomik anlamda Türkiye’ye ciddî zarar verdi. Ancak Suriye konusunda bize en azından ciddî bir engel ve sorun çıkarmadı. Erdoğan, onun saygı duyduğu ender liderlerden biri oldu.

ABD Avrupa’da, Orta Doğu’da ve Asya’da ciddî sayıda askerini geri çekti. Büyük operasyonlar değil, bazı sansasyonel operasyonlar dışında ABD’nin çatışmalardan da uzak durduğunu izledik. Onun döneminde, hani alıştığımız o her yeni başkanın çıkardığı gibi bir büyük savaş çıkmadı.

Velhasıl, “Trump’u nasıl bilirdiniz?” diye soracak olursanız, “Kendisi ehven-i şerdi, Allah lâyığını versin” diyenlerden olacağım.